Paylaş
Son olarak Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed Salman, ABD’ne yaptığı uzun ziyaret sırasında basınla sürdürdüğü temaslarda, Riyad-Tahran çatışmasını ve (Riyad ve bölge açısından ) İran tehdidini ön plana çıkarttı. Salman’ın iki ülkenin kısa bir dönem içersinde savaşabileceklerini belirtmesi, Tahran’dan “kızgın” yanıtlar gelmesine sebep oldu.
Salman’ın İran dini lideri Hameney’yi Hitlere benzetmesi, Hameney’in dünya için Hitler’den bile büyük bir tehdit oluşturduğuna değinmesi ABD’de büyük ilgi bulurken, Tahran’ın Suudi Arabistan’a olan tepkisini daha da büyüttü, iki ülke liderleri arasındaki ilişkileri gerdi. Tahran’dan Prens Salman için “toy ve akılsız” tanımlaması geldi. Tahran, Salman’ın bölgedeki “kötü şöhretli liderlerin yolundan gittiğini ve onların akibetine uğrayabileceğini” açıkladı.
Suudi Arabistan’ın Batı ülkelerinin İran’la yaptığı nükleer anlaşmadan hoşnut olmadığı biliniyor. Riyad Trump Yönetimi’nin ABD’yi nükleer anlaşmadan çekmesinden memnun olacağını da gizlemiyor. Riyad’a göre Vaşington Tahran’a karşı daha sertleşmeli, Tahran’daki yönetimle anlaşmak için değil, bu yönetimi yıkmak için çalışmalı. Riyad’ın Tahran’la ilişkiler konusunda nasıl bir tutum alınması gerektiği konusundaki düşünceleri İsrail Başbakanı Netanyahu’nun bu konudaki görüşlerinden farklı değil.
Muhammed Salman’ın ön plana çıkmasından sonra Riyad’ın İran’a ve İran’lı liderlere yönettiği suçlamalar çok daha “sesli” hale gelmiş durumda. Ancak şimdi “çatışma” düzeyine sürüklenen Suudi Arabistan-İran ilişkileri esasen bir müddetten beri iyi gitmiyor. Riyad İran’ın, Arap ülkelerindeki mezhepsel bölünmelerini istismar ederek ve Şii grupları kullanarak, Arap Dünyası’ndaki nüfuzunu arttırmak ve İslam Dünyası’nı kontrol etmek istediğine inanıyor.
Riyad’a göre Tahran’daki liderlerle diyalog kurma imkanı yok, Tahran’ın Orta Doğu’da ve İslam Dünya’sında hakimiyet kurmak istediği çok açık ve bunu Arap ülkelerindeki Şii grupları kendi ülke ve yönetimlerine karşı kışkırtarak yapıyor. Riyad, İran’ı “durdurmanın” tek yolunun Tahran’a karşı çok daha “sert” politikalar uygulanması olduğunu savunuyor. Suudi liderler (Obama Yönetimi’nin yaptığı gibi) Tahran’a ödün verme politikalarının sonuç vermeyeceğine, Tahran’ı “yatıştırmak” için verilen tavizlerin sadece İran’ı daha saldırgan politikalara itme sonucunu yarattığına işaret ediyorlar.
Esasen İran’ın Orta Doğu bölgesinde “başat” bir güç olma isteği yeni değil. 1979 rejim değişikliğinden önce, Şah döneminde de İran’ın bölgesinde çok “aktif” bir dış politika izlediği ve bölgede “lider” ülke olmak istediği biliniyor. İran Şahı’nın Pers İmparatorluğu “takıntısı” ve 1971 yılında Pers İmparatorluğu’nun 2500. kuruluş yıldönümünü kutlamak amacıyla Persepolis’te düzenlediği törenler için 250 milyon ABD doları para harcadığı hatırlarda.
İran Şahı’nın bölgesel “hevesleri” ve “planları” o dönemlerde ABD tarafından destekleniyordu. Şah dönemindeki İran Vaşington için bölgedeki en önemli ortak ve müttefikti. Milyarlarca dolarlık silah satışlarının yapıldığı İran’a verilen ABD desteği çok açıktı. O dönemlerden başlayarak Orta Doğu’daki İran-Arap dengesinin korunmasında ise Irak ön plana çıkmış, önemli bir rol oynamaya başlamıştı.
Bugün ise (2003 yılındaki ABD işgalinden beri) İran karşısında bölgedeki dengelerin korunması açısından (ülke içi dengelerin tamamen değişmesi sebebiyle) Irak’ın bir rol oynaması artık söz konusu değil. 1979 rejim değişikliğinden beri İran bölgede ABD’nın “hasmı” hatta “düşmanı”. Buna rağmen ABD’nin Irak’ı işgalinden en fazla çıkar elde eden bölge ülkesinin İran olması gerçekten “ironik” bir durum.
Başkan Trump’ın son olarak söylediği geçen 17 yıl içinde (Irak ve Suriye’deki savaşlar için) 7 trilyon dolar para harcadık ve hiçbir karşılık alamadık sözleri çarpıcı. Yine Başkan Trump’ın (İran’a karşı) “bölgede kalmamızı istiyorsa Suudi Arabistan bunun mali yükünü (bölgedeki Amerikan askerlerinin masraflarını) karşılamalı” yönündeki ifadeleri de ilgi çekici.
Kısa bir süre önce (2017 Ekim ayı) ABD’nin DEAŞ’la mücadele koordinatörü Brett McGurk’un Suudi Arabistan Körfez İşleri Bakanı Tamir el Sebhan’ı PYD/YPG’nin DEAŞ’tan “aldığı” Rakka’ya götürdüğü ve Amerikan hava saldırıları sırasında yıkılan şehrin yeniden inşaası için Suudi yetkiliden para istediği haberleri de basında yer almıştı. ABD’nın İran tehdidini dış politikasında ön plana çıkartan Suudi Arabistan (ve diğer Körfez Arap ülkelerinden) bölgedeki Amerikan askeri varlığının devamı için mali destek istediği artık çok açık.
Burada Riyad’ı İran konusunda bu ölçülerde “endişelendiren” ve Riyad-Tahran çatışmasını bu boyutlara taşıyan gelişmeler nedir? Riyad Orta Doğu’da nasıl bir tablo ortaya çıktığını algılıyor? soruları doğal olarak akla geliyor.
2003 işgalinden beri Irak’da yaşanan gelişmeler, Suriye’de 7 yıldan beri süren iç savaşı (İran ve Rusya’nın ABD’den tepki görmeyen doğrudan müdahaleleriyle) Şam rejimin kazanmakta oluşu, İsrail’in 2006 yılında güney Lübnan’ı işgalinde de görüldüğü üzere Hizbullahı’ın Lübnan’da artan gücü kaçınılmaz olarak Tahran’ın bölgedeki nüfuz ve etkinliğini arttırmış gözükmektedir. Bugün Irak, Suriye ve Lübnan üzerinden Akdeniz’e uzanan bir “Şii Hilali’nden” bahsedilmekte, Tahran’ın “nüfuz ve etkisinin” (Şah’ın hayallerindeki Pers İmparatorluğu’nda olduğu gibi) Akdeniz’e ulaştığına işaret edilmektedir.
Irak, Suriye ve Lübnan dışında Riyad’ı esas endişelendiren gelişmeler Suudi Arabistan’ın 2 komşusu Yemen ve Bahreyn’de meydana gelmektedir. Bahreyn Suudi Arabistan’ın doğu kıyılarında nüfusu 2 milyona bile varmayan küçük bir ada devletidir. Bahreyn’ı yöneten hanedan ve siyasi elit kitlenin Sünni, ada nüfusunun (çoğunluğu teşkil eden) bir bölümünün ise Şii olması Bahreyn’de ortaya çıkan gerginliğin ve sorunların temelinde yatmaktadır. Körfezdeki Arap-İran dengesi açısından Bahreyn’in Riyad için önemi büyüktür. Bahreyn’de ABD’nin de bir deniz üssü bulunmaktadır. Bahreyn son olarak İngiltere’nin adada kurduğu deniz üssü ile gündeme gelmiştir.
Bahreyn’de mezhep temelinde gelişen sorunların geçmişi adanın bağımsızlığını kazandığı 1971 yılı sonralarına kadar uzanmakla beraber, 2011 yılından sonra Arap Baharı’nın etkileri adadaki gerginliğin daha da büyümesine neden olmuş, Şii nüfus ve yapılanma içindeki huzursuzluk büyümüştür. Suudi Arabistan ve Bahreyn yönetimi adadaki huzursuzluğun nedeni olarak İran’ın ada iç işlerine karışmasını göstermekte, Suudi Arabistan zaman zaman Bahreyn’e (asker gönderme dahil) doğrudan müdahalelerde bulunmaktadır.
Yemen’deki Suudi Arabistan-İran mücadelesi sıcak bir savaşa dönüşmüştür. Suudi Arabistan’ın uzun bir kara sınırını paylaştığı Yemen Arap yarımadasının güneybatısında, Kızıldeniz’in Hint Okyanusu’ndan girişini kontrol eden ( Bab-ül Mendep Boğazı) bir noktada bulunmakta, ülkede 2015 yılından beri , sivil nüfus için sonuçları son derece yıkıcı olan, bir iç savaş yaşanmaktadır.
Yemen nüfusu da mezhep temelinde bölünmüştür. Nüfusun çoğunluğunu Sunniler oluşturmakta, Şii’lerin (Zeydi mezhebi) ise nüfus içindeki oranlarının %30 ile %40 arasında olduğu tahmin edilmektedir. Mezhep bölünmesi dışında Yemen’de kabile temelindeki ayrışmalar da siyasi ve sosyal hayatta olumsuz bir rol oynamaktadır.
Yemen’deki iç savaşın tarafları Hutsi’ler ve uluslararası alanda meşru Yemen yönetimi olarak tanınan Cumhurbaşkanı Abdurrabu Mansur Hadi güçleridir. Kısa bir süre önce Hutsiler tarafından (taraf değiştireceği için) öldürülen eski Cumhurbaşkanı Ali Abdullah Salih’e bağlı güçlerin, DEAŞ ve diğer El Kaide bağlantılı örgütlerin ve Güney Yemen’in bağımsızlığı için çalışan tarafların katılımıyla Yemen iç savaşı daha da karmaşık bir görünüm almaktadır.
2015 yılında başlayan ve Hutsi güçlerinin başkent Sana ve ülkenin büyük bir kısmını ele geçirmeleriyle devam eden iç savaşa Suudi Arabistan (müttefiki ülkelerle birlikte) doğrudan müdahale etmiş, Riyad’ın (ABD tarafından da desteklenen) bu askeri müdahalesine rağmen Hutsilerin başkent Sana ve ülkenin kuzey ve batı bölgelerindeki kontrolü sona erdirilememiştir. Suudi Arabistan, İran’ı Hutsileri desteklemekle ve Yemen’e (bazen Suudi Arabistan’a atılan füzeler dahil) büyük çapta silah yardımı aktarmakla suçlamaktadır.
Suudi Arabistan’ın kendi içinde (ülkenin doğu bölgelerinde yerleşik) bir Şii azınlığın bulunması, (Riyad’ın müttefiki) Birleşik Arap Emirlikleri ile İran arasında (Hürmüz Boğazı’nın yakınındaki Abu Musa ile Büyük ve Küçük Tunb adaları) adalardan kaynaklanan sorunlar yaşanması Körfez’den şimdi bütün Orta Doğu’ya yayılmış gözüken Riyad-Tahran rekabet ve çatışmasının diğer boyutlarıdır. Suudi Arabistan’ın dış politikadaki bütün gelişmeleri artık tamamen İran gözlüğünden gördüğü ve İran tehdidi ile değerlendirdiği yönündeki işaretler artmaktadır. Trump Yönetiminin İran politikasının sertleşmesiyle Orta Doğu’da Riyad-Tahran ilişkilerinin daha da gerginleşmesi kaçınılmaz görünmektedir.
Paylaş