Paylaş
Lübnan’ın Suriye iç savaşında oynadığı rol üzerinde durulan diğer bir husus. Lübnan’ın güney komşusu İsrail’le ilişkileri de hassasiyetini koruyor.
Lübnan 6 milyon nüfuslu küçük bir ülke. Bugün ülkede 1.5 milyon Suriyeli sığınmacı yaşıyor. Ülke nüfusunun çok bölünmüş dini ve etnik bir yapısı var. Nüfus Müslümanlar ile Hristiyanlar olarak ikiye bölünmüş. Ülkenin bağımsızlığını kazandığı 1946 yılında çoğunlukta olduğu belirtilen Hristiyan kesimin nüfus içindeki oranının (zaman içinde) %50’nın oldukça altına indiği görülüyor.
Lübnan nüfusunun Müslüman ve Hıristiyan kesimleri de kendi içinde büyük ölçüde (mezheplere) bölünmüş durumda. Ülke nüfusunun %60’ına yaklaşan bir bölümünü oluşturduğu hesaplanan Müslüman kesim Şii, Sünni ve Dürzilerden oluşuyor. Şiiler ülke nüfusu içinde (%27’lık bir bölümle) en büyük kesim. Müslüman kesim içinde Sünnilerin oranının da buna yakın olduğu hesaplanıyor. Hıristiyan kesim içinde en büyük bölüm ise Marunilerden oluşuyor. Nüfus içinde %21’lık bir kesimi oluşturan (Katolik) Marunilerden başka Lübnan’da Rum Ortodoks, Rum Katolik, Ermeni Ortodoks, Protestan Hristiyan gruplar da yaşıyor.
Lübnan nüfusunun çok büyük bir bölümünü Arapça konuşanlar oluşturuyor. Ülkede bugün nüfusu 150 binlere kadar düşen (nüfusun % 4 kadarı) bir Ermeni toplumu da var. Ana dili Arapça olanların hepsi kendini (etnik olarak) Arap olarak görmüyor. Özellikle nüfusun Hristiyan kesiminde soylarını (antik çağlarda bölgede hakim olan) Fenikelilere kadar indirenler var.
Lübnan nüfusunun bu dini ve etnik temelde bölünmüşlüğü ülke siyasi hayatında da önemli bir rol oynuyor. Fransızlar Lübnan’a bağımsızlığını verdikleri 1946 yılında ülke siyasi hayatını tamamen bu toplumsal (bölünmüş) yapı üzerine oturtmuşlar. Ülkede Cumhurbaşkanı Hristiyan, Başbakan Sünni, Meclis Başkanı da Şii kesimden seçiliyor. Lübnan Meclisi üyeleri de (1989 yılından beri) yarı/yarıya Müslüman ve Hristiyan kesimlerden geliyor. Lübnan Bakanlar Kurulu üyelerinin seçiminde de yine aynı dini/mezhepsel dengeler gözetiliyor.
Lübnan’ın karmaşık dini/mezhepsel/etnik yapısının, ülkedeki (kronik) siyasi istikrarsızlığın ve 1975-1989 yılları arasında yaşanan iç savaşın temelinde yattığına inananlar büyük çoğunluktadır. 15 yıl kadar süren yıkıcı iç savaşın başlamasında (1971 yılında Ürdün’den çıkarılan) Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) ve milislerinin Lübnan’a yerleşmesinin katalizör oynadığı, Lübnan’ın iki komşusunun (Suriye ve İsrail) Lübnan’da yürüttükleri rekabet ve mücadele ile bölgesel ve küresel güçlerin Lübnan iç politikasına (doğrudan ve dolaylı) müdahalelerinin ülkedeki istikrarsızlıkta büyük ölçüde etkili olduğu bilinen hususlardır.
Lübnan iç savaşı Suudi Arabistan’ın arabuluculuğuyla Lübnanlı taraflar arasında imzalanan 1989 Taif Anlaşmasıyla sonlandırılabilmiş, ancak Lübnan nüfusunun (dini ve mezhepsel) kesimleri arasına ahenk ve ülkeye kalıcı bir siyasi istikrar hala getirilememiştir. Lübnan’ın bölgede yaşanan Suudi Arabistan-İran rekabet ve çatışmasına sürüklenmekte olduğu ve ülkedeki istikrarın daha da bozulabileceği yönündeki endişeler sürekli olarak akıllardadır. Hatta (2006’da yaşandığı gibi) yeni bir İsrail-Hizbullah savaşının ve İsrail’in Lübnan’a yeni bir askeri müdahalesinin uzak bir ihtimal olmadığı işaret edilen hususlar arasındadır.
Bu yöndeki en büyük kriz geçen sene sonunda yaşanmış, Lübnan Başbakanı Saad Hariri Suudi Arabistan’da (ziyarette) bulunduğu bir sırada, İran’ı Lübnan’ın iç işlerine karışmakla ve (Hizbullah’ı buna alet olmakla) suçlayarak istifa etmiş, Hariri’nin Suudi Arabistan tarafında istifaya zorlandığı hatta ülkede zorla alıkoyulduğu iddiaları basında yer almıştır. Daha sonra (Fransa’ya da giderek) ülkesine dönem Hariri 21 Kasım tarihinde istifasını dondurduğunu, 5 Aralık tarihinde de geri çektiği açıklamıştır.
Hala olağan dışılığını koruyan Saad Hariri “olayı” Lübnan’daki iç dengelerin ne kadar kırılgan olduğunu, Lübnan’ın Suudi Arabistan-İran çatışmasının sahnelendiği bir ülke durumuna geldiğini gözler önüne sermiş, dikkatleri tekrar Lübnan üzerine toplamıştır. Ülkede 2009 yılından beri Meclis seçimi yapılamadığı, yeni bir Cumhurbaşkanı seçilmesinin 2,5 sene aldığı ve şimdiki Cumhurbaşkanı Michel Aoun’un ancak Mecliste bu amaçla yapılan 46. oylamada seçilmesinin mümkün olabildiği dikkate alındığında Lübnan’daki siyasi kırılganlık açık bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Bu bakımdan ülkede Meclis seçimlerinin 6 Mayıs’ta yapılabilmesi, Lübnan için olumlu yönde önemli bir gelişmedir.
Geçirdiği bütün zorluklara, iç savaşa ve istikrarsızlıklara rağmen, bağımsızlığından bu yana Lübnan Arap Dünya’sı içinde çoğulculuğun, çağdaş ve serbest yaşamın, halkın yönetime katılımının, toplumsal toleransın ve modernizmin en yüksek olduğu ülke konumunu daima sürdürmüştür. Dışişleri Bakanlığı’nda çalıştığım dönemde 1980-1982 yılları arasında (Türkiye’nin Beyrut Büyükelçiliği’nde görevli olarak) 2 yıl Lübnan’da yaşama fırsatı buldum. Beyrut’ta uzun süreler Geçici Maslahatgüzar olarak görev gördüm. Bu yıllar Lübnan için çok zor bir dönemdi. İç savaş bütün şiddetiyle devam ederken, 1980 yılı içinde İsrail Lübnan’a girdi ve İsrail Ordusu başkent Beyrut dahil ülkenin yarısını işgal etti.
Lübnan’da bulunduğum bu dönemde Müslümanların yoğun olarak yaşadığı ve Müslüman grupların kontrolündeki Batı Beyrut’taki (Bir Hassan semtindeki) Büyükelçilik yerleşkemiz (İsrail’in Batı Beyrut’u işgal ettiği sırada) imha oldu. Batı Beyrut’tan (Hristiyanların kontrolündeki) Doğu Beyrut’a geçerek Büyükelçilik faaliyetlerini geçici bir süre için yerleştiğimiz (Junye semtindeki) bir otelden yürütmek zorunda kaldık. Daha sonra Büyükelçiliğimizi (Lübnan Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nın da bulunduğu) Baabda semtinde kiralanan bir binaya taşıdık.
Beyrut’ta görev gördüğüm yıllarda, Lübnan’ın Cumhurbaşkanlığına seçilen Beşir Cemayel’in (Suriye tarafından düzenlendiği anlaşılan) terörist bir saldırıda öldürülmesi, (İsrail’in göz yummasıyla) Falanjist güçler tarafından gerçekleştirilen (Filistin) Sabra ve Şatila kampları katliamları, ABD ve Fransız askerlerinin bulunduğu binalara karşı yapılan (241 Amerikan ve 53 Fransız askerinin hayatını kaybettiği) terörist saldırılar gibi birçok olayı yaşadığını gördüm. Lübnan’da iç savaşının ülkede yaptığı derin tahribatı yerinde izlemek imkanım oldu.
O dönemde Lübnan nüfusunu oluşturan dini/mezhepsel kesimler bir Lübnan üst kimliği altında birleşmek ve işbirliği yapma konusunda başarısız oldukları için ülke bir iç savaşa sürüklenmişti. Lübnan üzerinde ülke nüfusunun bölünmüşlüğü de kullanılarak Suriye ve İsrail arasında bir güç mücadelesi yaşanıyordu. 1989 Taif Anlaşması Lübnan’a ülkede iç barışın tekrar sağlanması için yeni bir imkan tanımıştır. Taif Anlaşmasından sonra Lübnan’da siyasi ortamda (bir ölçüde de olsa) düzelme ve istikrar sağlanabilmiş, iç savaşın ülkede yarattığı yıkımın ortadan kaldırılması için ülkede “yeniden inşa” dönemi başlatılabilmiştir.
Bugün Lübnan yine (1989’dan sonra zorlukla kurulan) ülkedeki (kırılgan) siyasi istikrarı tehdit eden iç ve (daha vahimi) dış faktörler (ve müdahalelerin) tehdidi altındadır. Bölgede Suudi Arabistan ile İran arasında çatışmaya dönüşen bir rekabet yaşanmakta, (aralarında Suriye, Yemen, Irak ve Bahreyn’in de bulunduğu) bazı Arap ülkeleri bu rekabetin çatışmaya dönüştüğü alanlar haline gelmiş bulunmaktadır. Suudi Arabistan-İran rekabetinin Lübnan’daki kırılgan istikrarı da olumsuz şekilde etkileme potansiyeli çok yüksektir. Bunu engelleyen en önemli husus Lübnan halkının ve ülke nüfusunun çeşitli kesimlerinin iç savaş sırasında yaşadığı acı tecrübeler ve ülkenin içinden geçtiği büyük yıkımdır. Lübnan toplumunun hiçbir kesiminin iç savaşın ülke için yarattığı “felaketi” tekrar yaşamak ve “krizleri” tekrar o “seviyeye” taşımak istemediği izlenmektedir.
Lübnan’da 2014-16 yılları arasında yaşanan Cumhurbaşkanlığı krizi sırasında ülke yönetimi durma noktasına gelmiştir. 2016 yılı sonunda (29 ay süren bir boşluğu takiben) Micheal Aoun’un (Maruni Hristiyan) Cumhurbaşkanı seçilmesi ve Saad Hariri’nin (Sünni Müslüman) geniş tabanlı (6 Sünni, 6 Şii, 6 Maruni, 4 Ortodoks, 3 Dürzi, 3 Katolik ve 2 Ermeni bakandan oluşan) bir koalisyon (ulusal uzlaşı) hükümeti kurmasıyla ülkedeki siyasi kriz aşılabilmiştir. Hariri Hükümetinin temel görevi Lübnan’ı Meclis seçimlerine hazırlamak olmuş, (uzun tartışmalardan sonra) kabul edilen yeni seçim yasasıyla 6 Mayıs tarihinde Meclis seçimi yapılabilmiştir. 2009 yılından bu yana üç defa ertelenen bu seçimlerin yapılabilmesi Lübnan için önemli bir gelişmedir.
6 Mayıs seçimlerine katılım oranı çok düşük (%50’nın biraz altında) kalmıştır. Özellikle (Beyrut, Sayda ve Trablus’ta) Başbakan Saad Hariri’nin Hizbullah’la işbirliğinden memnun olmayan Sünni seçmenin oy vermeye gitmediği anlaşılmaktadır. Sonuç olarak Hariri’nin “Gelecek Hareketi” Partisi oy ve Meclisteki sandalyelerinin üçte birini kaybetmiştir. 128 üyeli Lübnan Meclisi’nde Hizbullah (ile Amal) ve seçim müttefikleri (oy oranlarını ve) sandalye sayılarını arttırmışlar ve (29 milletvekili ile) Meclis’teki en büyük siyasi blok haline gelmişlerdir. Meclis’in Hristiyanlara ayrılan 64 sandalyenin 27’si Cumhurbaşkanı Micheal Aoun’nun (oy ve sandalye kaybeden) “FPM” Partisine gitmiş, (Aoun’un rakibi) Şamir Geagea’nın (Lübnan Kuvvetleri) partisi (oy ve sandalye sayısını arttırarak) 16 milletvekili çıkartmıştır. Hizbullah’ın desteğiyle Cumhurbaşkanlığına seçilen Aouna’la karşılaştırıldığında Geaga’nın Hizbullah’a bakışı daha olumsuzdur.
6 Mayıs seçimleri sonucu oluşan yeni Lübnan Meclisi’nde (daha önceki Meclis’teki) Suriye-İran yanlısı ve karşıtı blokların (8 Mart ve 18 Mart Blokları) devam edip etmeyeceği açık değildir. Partisi (oy ve sandalye kaybetmesine rağmen) Meclis’te en büyük Sünni parti olmaya devam eden Saad Hariri’nin (Başbakanın Sünni olması gerektiğinden) Başbakanlığının devam edeceği tahmin edilmektedir. Saad Hariri’nin önünde yine bir uzlaşı hükümeti oluşturmaktan başka bir seçenek yok gibi gözükmektedir.
Lübnan seçimlerinin İsrail, Suudi Arabistan ve İsrail tarafından çok yakından takip edildiği açıktır. (İsrail’den bir Bakandan gelen ilk olumsuz tepkileri saymazsak) İsrail, Suudi Arabistan ve İran’dan henüz resmi bir tepki gelmemesine rağmen, Tahran’ın seçim sonuçlarından memnun olduğunu, Suudi Arabistan ve İsrail’in ise (terörist örgüt olarak saydıkları) Hizbullah’ın Lübnan’da artan etkisinden ciddi rahatsızlık duyduklarını tahmin etmek zor değildir.
Paylaş