Paylaş
Başkan Trump’ın 2016 yılında yapılan Başkanlık seçimini kazanması bütün Dünya kadar, Vaşington’u da şaşırtmıştı. Başkan Trump’ın ilk önce Cumhuriyetçi Parti Başkan adaylığını alamayacağı, bir şekilde yarıştan ayrılacağı beklentisi içinde olan Vaşington’daki kurulu siyasi yapı, daha sonra Trump’ın Demokrat Parti Başkan adayı Hillary Clinton karşısında seçimi kaybedeceği beklentisi içine girmişti.
İş adamı olan ve daha önce Vaşington’da hiçbir hükümet görevi üstlenmemiş olan Donald Trump, bütün beklentilerin önüne geçerek, ilk önce Cumhuriyetçi Parti’nin Başkan adaylığını aldı ve 2016 Kasım Başkanlık seçimlerinde Demokrat Parti adayı Clinton’u (beklenmedik şekilde) yenerek, 20 Ocak 2017 tarihinde yemin etti ve ABD Başkanlığı koltuğuna oturdu.
Başkan Trump bu hafta başında ABD Başkanlık görevinde ilk 2 yılını tamamladı. Bu 2 yılın ne Trump ne de ABD için kolay geçtiğini söylemek mümkün değil. Başkan Trump’ın 4 yıllık Başkanlık süresinin (iki yıllık) 2. döneminin çok daha zor geçeceği görülüyor. Buna rağmen Başkan Trump 2020 yılında yapılacak Başkanlık seçimlerinde Cumhuriyetçi Parti’den yeniden aday olmayı istediğini ortaya koyuyor ve Vaşington’da 2020 Başkanlık seçim kampanyası başlamış gibi.
Buna karşılık Vaşington’daki bazı çevreler Başkan Trump’ı görevden alma veya Trump’ı (bir şekilde) istifaya zorlama niyetinden vazgeçmiş gibi görünmüyorlar. Bunlar arasında Demokrat Partinin önde gelen isimlerinin ve önemli basın-yayın organlarının da bulunduğu izleniyor. Hatta Cumhuriyetçi Parti içinde bile Başkan Trump’dan bu şekilde “kurtulmayı” umanların bulunduğuna işaret ediliyor. Başkan Trump’ın çevresinde yer alan kişiler hakkında, 2016 Başkanlık seçimlerine müdahale ettiği ileri sürülen Rusya ile işbirliği yaptıkları şüphesiyle, açılmış Kongre içi ve dışı soruşturmalar devam ediyor.
Bu soruşturmaların nereye gideceği, nasıl sonuçlanacağı veya Başkan Trump’a kadar ulaşıp ulaşamayacağı belli değil. Ama hemen her gün yeni bir iddia ortaya atılıyor ve Vaşington bu iddialarla çalkalanıyor. Son olarak Başkan Trump’ın eski avukatlarından Micheal Cohen’in Başkan Trump’ın kendisinden (Trump’ın) Rusya ile olan iş ilişkileri konusunda Kongre’ye yalan söylemesini istediği yönünde suçlamalarda bulunduğu şeklinde ABD basında yer alan haberler Vaşingtonu daha da karıştırmışa benziyor. Başkan Trump bu suçlamaları kesinlikle reddediyor ve bu iddiaların (kendisi aleyhine çalışan) “sahte basın” tarafından kastı olarak üretildiğini ve ortaya çıkartıldığını ileri sürüyor.
Ama bir ABD Başkana yöneltilen yabancı bir ülke (Rusya) lehine çalıştığı, seçimleri kazanmak için bu ülke ile (şu veya bu şekilde) işbirliği yaptığı, bu ülke ile iş bağlantılarını seçim kampanyası sırasında Amerikan halkından sakladığı suçlamaları son derece ağır ve geçmişte örneği görülmüş bir şey değil. Bu suçlamaların ABD Başkanını bir şekilde köşeye sıkıştırdığı, Vaşington’daki havayı büyük ölçüde bozduğu, ABD-Rusya ilişkileri başta olmak üzere ABD’nin dış politikasını da olumsuz bir şekilde etkilediği açık. Dünya’nın Vaşington’daki kaos havasını yakından izlediği, ABD’nin Dünya’daki “güvenilirliğinin” olumsuz şekilde etkilendiği ortada.
Başkan Trump’ın görevini yürütmedeki kendine özgü (kaba olarak nitelendirilen) stilinin de işleri karıştıran bir faktör olduğu sıklıkla işaret edilen bir konu. Başkan Trump’ın dış politikayı attığı fevri “twitlerle” yönlendirmek istemesinin, sıklıkla fikir değiştirmesinin Vaşington’a güveni azaltıcı bir etki yaptığı izleniyor. Başkan Trump’ın çevresindeki isimlerin (bunlar arasında Dışişleri Bakanı, Savunma Bakanı ve Milli Güvenlik Danışmanı da var) sıkla değişmesi de Vaşington’daki havaya istikrarsız bir görüntü kazandıran diğer bir husus olarak ortaya çıkıyor.
Vaşington’daki bütün bu olumsuzluklara rağmen Başkan Trump’ın oy tabanını kaybetmediği, muhafazakar-evanjalist tabanın hala Trump’ı desteklemeye devam ettiği, bu nedenle Trump’ın Cumhuriyetçi Parti üzerindeki etsinin de sürdüğü, Trump’ın Cumhuriyetçi Partinin Kongre’deki liderlik kadrosu üzerindeki kontrolünün de kaybolmadığı üzerinde durulan diğer bir husus. Bu durumda Trump’ın 2020 Başkanlık seçimlerini de kazanabileceğine, Trump’ın ABD seçmeninin bir bölümü üzerinde yarattığı etkinin (ve siyasi çekiciliğin) kesinlikle göz ardı edilmemesi gerektiğine işaret ediliyor.
Doğal olarak 2020 seçimlerine daha 2 yıl var. Bu 2 yılda çok şeyin değişebileceği açık. Ama bu 2 yılın ABD için hiç de kolay geçmeyeceği, Amerikan iç ve dış siyasetindeki kaotik tablonun devam edeceği görülüyor. Bunun önemli bir sebebi de bu yılın başından itibaren Kongrenin Temsilciler Meclisi kanadının (muhalefetteki) Demokrat Parti kontrolüne geçmesi, Temsilciler Meclisi Başkanlığına (Demokrat Parti Kaliforniya milletvekili) Nancy Pelosi’nin seçilmesi.
Temsilciler Meclisi Başkanlığı ABD sisteminde çok önemli bir görev. Siyasi protokol bakımından (ABD Başkanı ve Başkan Yardımcısından sonra) 3. sırada yer alıyor. Başkan ve Başkan Yardımcısının (herhangi bir sebeple) görevlerinden ayrılması durumunda, ABD Başkanlığı koltuğu Temsilciler Meclisi Başkanına geçiyor.
Nancy Pelosi Dünya’nın ve ABD’nin yakından tanıdığı bir siyasetçi. Ankara’da da çok iyi tanınıyor. Daha önceki dönemlerde Temsilciler Meclisi Başkanlığı görevinde bulunduğu hatırlanıyor. Başkan Trump ile ilişkileri hiç de iyi değil. Siyasi görüşleri kadar kişiliklerinin de uyuşmadığı ve birbirine zıt olduğuna işaret ediliyor. Hatta Başkan Trump ile Temsilciler Meclis Başkanı Nancy Pelosi arasındaki çatışmayı King Kong (Trump) Godzilla’ya (Pelosi) karşı olarak mizah yoluyla anlatanlar da var. Trump ve Pelosi arasındaki çatışmasının önümüzdeki dönemde Vaşington’u çok daha karıştırabileceğinden endişe ediliyor.
ABD’de bütçe çıkartılamaması sebebiyle bir ayı aşkın bir zamandan beri hükümet kısmen kapanmış, memurlara maaş ödenemez durumda. Federal bütçe krizinin nasıl aşılacağı konusunda şu anda bir açıklık yok. Trump, ABD-Meksika sınırına inşa edilecek duvar için 5,7 milyar doların bütçeye sokulmasında ısrar ederken, Pelosi duvara kesinlikle karşı. Konuyu konuşmak için bile ilk önce bütçenin çıkmasını, federal servislerin yeniden verilmeye başlamasını ve memur maaşlarının ödenmesini istiyor. Başkan Trump’ın son yaptığı duvar için paranın bütçeye sokulmasına karşılık, ABD’de bulunan bazı grup mültecilerin vizelerinin geçici olarak uzatılması teklifi de Pelosi tarafından kabul edilmedi.
Konuyla ilgili bundan önceki yazımda, Temsilciler Meclisi Başkanı “Nancy Pelosi ile Başkan Trump arasındaki gerginliğin önümüzdeki günlerde artacağı yönündeki beklenti giderek büyümüş durumda” ifadelerini kullanmıştım. Bu çatışma daha ilk ay içinde (beklentilerin de ötesine taşınarak) ciddi boyutlara ulaştı. Nancy Pelosi, Başkan Trump’ın Kongre’de (her sene geleneksel olarak Ocak ayının ortasında) yapılan “Birliğin Durumu” konuşmasını bütçe krizi nedeniyle erteledi. Bu Temsilciler Meclisi Başkanı Pelosi tarafından Başkan Trump’a yönelik ciddi bir engelleme olarak nitelendirildi.
Başkan Trump’ın Nancy Pelosi’ye yanıtı ise hemen bunun arkasından geldi. Başkan Trump, Temsilciler Meclisi Başkanı Pelosi’nin Belçika, Mısır ve Afganistan’a yapacağı ziyaretler için özel uçak tahsis edilmeyeceğini açıkladı ve Pelosi’ye bu ziyaretleri ticari uçaklarla yapma veya Vaşington’da kalarak bütçe krizini çözme çağrısında bulundu. Kendisi ve heyeti için uçak tahsis edilmeyen Temsilciler Meclisi Başkanı 3 ülkeye yapmayı planladığı ziyareti iptal etmek zorunda kaldı.
Başkan Trump, Temsilciler Meclisi Başkanı Pelosi’yi (uçak tahsis etmeyerek) Afganistan ziyaretini iptal etmeye zorlarken, Kongre’den önemli bir Senatör ABD devletinin tahsis ettiği özel uçakla Türkiye ziyaretini gerçekleştirdi. Lindsey Graham ABD Kongresi’nde önemli bir Senatör. Kongre’nin Senato kanadının Adalet Komitesi Başkanlığını yürütüyor. Cumhuriyetçi Parti içinde dış politika konusunda sözü dinlenen bir Kongre üyesi. Senatör Graham’ın Başkan Trump’la ilişkileri de (aynı partiden olmalarına karşılık) inişli çıkışlı. Senatör Graham her konuda Başkan Trump’a destek vermiyor.
Bu Senatör Graham’ın Türkiye’ye yaptığı ilk ziyaret değil. Ama Suriye konusuyla yakından ilgilenen Senatör Graham’ın son Türkiye ziyareti (zamanlama bakımından da) önemliydi ve Ankara’da üst düzeyde karşılandı; Cumhurbaşkanı Erdoğan, Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu ve Savunma Bakanı Akar’la görüştü. Senatör Graham’ın Fazıl Say konserini Cumhurbaşkanı Erdoğan ile birlikte izlerken gösteren fotoğrafları basında geniş şekilde yer aldı.
Senatör Graham’ın Ankara temaslarında ABD’nin Suriye’den çekilmesi ve bu çekilme sırasında Türkiye ile yakın işbirliği ve eşgüdüm içinde olması konusunun ağırlıklı olarak masada olduğu anlaşılıyor. Başlangıçta ABD’nin Suriye’den çekilmesine karşı olan Senatör Graham’ın şimdi bu çekilmenin yavaş ve Türkiye ile işbirliği içinde yapılması noktasına geldiği anlaşılıyor. Senatör Graham’ın YPG’nin PKK terör örgütünden farkı olmadığı yönündeki sözleri de Vaşington’da daha önce açıkladığı görüşlerden tamamen farklı. Senatörün yeni tutumunun Ankara’da memnuniyet yarattığı ise açık.
Senatör Graham’ın Menbiç mutabakatının aynen uygulanması gerektiği ve Güvenli Bölge’nin Türkiye’nin güvenlik ihtiyaçları için kurulduğu ve bunu sağlamasının lazım geldiği yönündeki sözleri de Ankara ile Vaşington arasında süren görüşmelerin yönünü göstermesi bakımından önem taşıyor. ABD Kongresi’nin Senato kanadı ABD dış politikasının oluşturulması ve uygulanmasında oldukça önemli bir rol oynuyor ve Türkiye-ABD ilişkilerinin hassas bir dönemden geçtiği bir süreçte Senatör Graham gibi önemli bir Kongre üyesinin dostluğu Türkiye için önem taşıyor.
Türkiye-ABD ilişkileri iki ülke için de önemli ve çok yönlü. NATO ittifakı içinde müttefik olana Türkiye ile ABD arasında 1950’lerden bu yana yakın bir askeri işbirliği var. Türkiye ve ABD İncirlik Hava Üssünü birlikte kullanıyorlar. Türkiye’deki askeri varlığı Vaşington için hala önemli. Balkanlar, Orta Doğu, Kafkaslar, Doğu Akdeniz ve Karadeniz’le çevrelenen geo-stratejik önemi Türkiye’yi Vaşington için vazgeçilemez bir müttefik ve ortak konumunda tutuyor. Ankara’dan bakıldığında ABD’nin bugün Dünya’daki en etkili küresel güç olduğu gerçeği ise değişmiyor.
Geçmişte ABD-Türkiye ilişkilerinin Vaşington’daki güçlü etnik lobilerin faaliyetlerinden olumsuz şekilde etkilendiği biliniyor. Ermeni ve Rum lobilerinin özellikle Kongre’ye yönelik etki ve isteklerinin geçmişte zaman zaman Ankara-Vaşington hattındaki gerginliği arttırdığı da malum. Vaşington’daki Türkiye karşıtı bu lobilere son zamanlarda yenilerinin eklendiği de izleniyor. Vaşington’un Suriye’de DEAŞ’la mücadele gerekçesiyle PKK’nin Suriye uzantılarıyla giriştiği işbirliği ise Türkiye’nin hayati çıkarlarını ve güvenliğini doğrudan hedef alıyor ve Türkiye’nin bu durumu görmemezlikten gelmesine imkan yok.
Başkan Trump’ın Suriye’den çekilme kararı Ankara-Vaşington ilişkilerinden Suriye “engelini” çıkartma konusunda önemli bir fırsatı ortaya koyuyor. Vaşington’un Doğu Suriye’den çekilmesini Türkiye ile işbirliği ve eşgüdüm içinde gerçekleştirilmesi, çekilmenin Türkiye’nin güvenlik ihtiyaçlarını karşılayarak ve Suriye sorununun tümüne ilişkin ülkedeki dengeleri daha da bozmadan yapılması önem taşıyor. Bu Türkiye kadar, eğer ABD Suriye’deki İran etkisinin artmaması konusunda ciddiyse, Vaşington için de önemli.
Paylaş