Paylaş
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Hükümeti’nin Lefkoşe ile Magosa arasında yer alan Geçitkale Havaalanını İnsansız Hava Araçları (İHA) üssü haline getirme kararı önemli bir gelişme. Türkiye şimdi Geçitkale Havaalanında ilk aşamada 5 İHA konuşlandıracak. Böylece Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de deniz alanlarındaki gelişmelere müdahale imkanı büyük ölçüde artmış oluyor.
Esasında Türkiye ve Kıbrıs Türklerinin İHA konusunda attıkları adım bir anlamda Kıbrıs Rum Yönetimi’nin İsrail’den 4 İHA alması ve bunların Ada’da Rum kesiminde konuşlandırılmasına bir cevap niteliği de taşıyor. Basında Kıbrıs Rumlarının İsrail’den 4 tane daha İHA aldığı ve elindeki İHA sayısını 8’e çıkartacağı bilgisi yer alıyor.
Türkiye ve Kıbrıs Türklerinin Kıbrıs Rum Kesimine yanıtının bu kadar hızlı gelmesi Türk tarafının Doğu Akdeniz’deki haklarını koruma kararlılığını ortaya koyuyor. Kıbrıs Adası Doğu Akdeniz’de deniz yetki alanları konusunda önemli gelişmelere sahne oluyor ve Türkiye bu bölgede hem kendi hem de Kıbrıs Türklerinin denizdeki haklarını korumak için kararlı olduğunu her fırsatta açıklıyor ve gerektiğinde harekete geçiyor.
Türkiye’nin Ada’da Geçitkale Havaalanını askeri bir üs haline getirmesi ve Ada’ya İHA konuşlandırması, Türkiye’ye Doğu Akdeniz’de deniz yetki alanlarına zamanında müdahale etme konusunda önemli bir fırsat getirmektedir. Türkiye’den kalkan ilk (Bayraktar TB2 tipi) İHA Geçitkale Havaalanına varmış ve burada göreve başlamıştır.
Geçitkale Havaalanı ile ilgili bu son gelişmeler doğal olarak akla bu havaalanının geçmişini de getirmektedir. 1990’lı yılların sonunda Yunanistan’ın Paphos Havaalanına askeri uçak konuşlandırması üzerine Türkiye’nin bu duruma hemen yanıt verdiği ve Geçitkale Havaalanına F-16 savaş uçaklarının konuşlandırıldığı hatırlanmaktadır. Bu askeri uçaklar Kıbrıs’tan ancak Yunanistan’ın uçaklarını geri çekmesinden sonra ayrılmıştır.
Doğal olarak konunun Kıbrıs sorununu ilgilendiren bir yönü de bulunmaktadır. Kıbrıs Rumları her fırsatta Ada’da Kıbrıs Türklerinin siyasi eşitliğini kabul etmediklerini ortaya koymakta, bu şekilde hareket etmeyi adet haline getirmiş bulunmaktadır. Geçitkale Havaalanı ile ilgili gelişmeler akıllara Ada’daki diğer havaalanlarını getirmiştir.
Bugün Ada’da sivil havacılığa hizmet veren 3 uluslararası havaalanı bulunmaktadır. Bunlardan birisi (Ercan Uluslararası Havaalanı) Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde diğer ikisi ise (Larnaka Uluslararası Havaalanı ve Paphos Havaalanı) Rum Kesiminde bulunmaktadır.
Türk Kesimine uygulanan ağır siyasi ve ekonomik ambargolar sebebiyle Ercan Uluslararası Havaalanına uçuşlar kısıtlıdır. Türk Kesimi ile Dünya arasındaki hava bağlantısı ancak Türkiye üzerinden sağlanabilmektedir. Ercan Havaalanına uçan uçaklar ancak Türkiye’de bir havaalanına indikten sonra Kıbrıs Türk Kesimine gidebilmektedir. Bu durum Türk Kesiminin başta turizm olmak üzere ekonomik hayatı üzerinde çok olumsuz etkiler yapmaktadır.
Uluslararası bazı hava yolları Kıbrıs Rum Kesimi’ndeki 2 havaalanına (Larnaka ve Paphos) düzenli seferler yapmakta, ancak Kuzey Kıbrıs’a uygulanan hava ambargosu ve sınırlamalar nedeniyle Ercan Havaalanı ayrımcılığa uğramaktadır. Ercan’a sadece Türkiye’deki havaalanlarından doğrudan uçulabilmesi sebebiyle, Türk şirketleri dışında sadece çok az sayıda üçüncü ülke “charter” şirketleri Ercan’a, Türkiye’de bir havaalanına inerek, “charter” seferleri düzenlemektedir.
Kıbrıs’taki Lefkoşe Uluslararası Havaalanı ise 1974’ten beri kapalı olup, adeta Ada’nın bölünmüşlüğünün bir sembolü haline gelmiştir. Türkiye’nin 1974 Kıbrıs Askeri Harekatı sırasında yoğun çarpışmalara sahne olan Lefkoşe Havaalanı şimdi Kıbrıs Türk ve Rum Kesimlerini ayıran tampon bölgede kalmıştır. Halen Ada’da bulunan Birleşmiş Milletler Barış Gücü kontrolündeki Havaalanı bu Gücün bazı faaliyetleri için kullanılabilmekte, Havaalanında BM helikopterleri de konuşlandırılabilmektedir.
Türkiye’nin 1974 Kıbrıs Askeri Harekatı’ndan sonra Lefkoşe Havaalanının Kıbrıs Türk ve Rum Kesimlerinin ortak bir operasyonu ile yeniden açılması konusunda Denktaş ile Makaryos arasında görüşmeler sürdürülmüş, ancak Kıbrıs Rum Kesimi Havaalanının açılmasına yanaşmamıştır. Daha sonra Lefkoşe Havaalanının iki toplumun da yararlanacağı bir şekilde yeniden açılması konusu Türk Toplumu tarafından, güven attırıcı önlemler çerçevesinde, masaya getirilmişse de Kıbrıs Rumlarının Havaalanı konusundaki uzlaşmaz ve olumsuz tutumu sürmüştür.
Kıbrıs Rumlarının Lefkoşe Havaalanını açarak, Türk Kesiminin Dünya ile doğrudan hava bağlantısının sağlanmasını kabul etmeye niyeti bulunmadığı açıktır. Bu çerçevede Lefkoşe Havaalanı, Kıbrıs Adasının bölünmüşlüğü kadar, Kıbrıs Türklerine uygulanan (belki Dünya’da başka bir örneği olmayan) ağır siyasi ve ekonomik yaptırımların da bir sembolü olarak görülmelidir. 1975 Denktaş-Makaryos görüşmelerinden bu yana geçen zaman Kıbrıs Rumlarının, Kıbrıs Türklerinin siyasi eşitliği üzerinden, Kıbrıs sorununu görüşmeler yoluyla masada çözmek istemediklerini açık bir şekilde ortaya koymaktadır.
Kıbrıs Türk Kesimi üzerindeki siyasi ve ekonomik ambargolar Avrupa Birliği ve ABD (ve bütün Dünya) tarafından desteklenmeye devam edildiği sürece Kıbrıs Rumlarının (ve Yunanistan’ın) katı ve uzlaşmaz tutumundan vazgeçeceğini düşünmek gerçekçi değildir. Konuyla ilgili daha önceki yazılarımda da altını çizmeye çalıştığım gibi, Kıbrıs Rum Kesimi ve Yunanistan Enosis’in (Adanın Yunanistan’la birleşmesinin) Avrupa Birliği içinde gerçekleştiğini ve Ada’da zamanın artık kendileri lehine işlediğini düşünmektedir.
Bu çerçevede, mevcut şartlar altında, ABD ve AB’nin Kıbrıs Türk Kesimini dışlayan tutumları devam ettiği sürece, Kıbrıs Rum Kesimi (ve Yunanistan da) katı ve uzlaşmaz tutumunu değiştirmeyecek; Türkiye’nin etkin garantisi altında, Kıbrıs Türk Toplumunun tam siyasi eşitliği temelinde Kıbrıs sorununu çözümü imkanı ortaya çıkmayacaktır. Kıbrıs Rum Kesimi (ve Yunanistan) aynen Annan Planının Ada’da referanduma konulmasından önce yaptıkları gibi, Kıbrıs’ta şimdi de Kıbrıs Türk Toplumu ile barıştan yana olduğu izlenimini Dünya’ya vermeye çalışmaktadır.
Kıbrıs Rum Kesiminin Avrupa Birliği’ni Annan Planı konusunda nasıl aldattığı AB’nin Genişlemeden Sorumlu eski Komiseri Gunter Verheugen tarafından açıklanmıştır. Verheugen, Kıbrıs Rum Kesimi eski Cumhurbaşkanı Papadapulos’un Annan Planını destekledikleri konusunda kendilerine açıkça yalan söylediğini ifade etmiş; Papadapulos gerçekten Kıbrıs Rum Kesimi’nin AB üyeliği kesinleştiğinde, Annan Planı aleyhine dönmüş ve Annan Planı Kıbrıs Rum Kesimindeki referandumda reddedilmiştir.
Her ne kadar Kıbrıs Rum Yönetiminin bu davranışının, Gunter Verheugen için bir sürpriz olsa da, AB içindeki Fransa ve Almanya gibi ülkeler için pek de beklenmedik bir tutum olmadığı ortaya çıkmaktadır. Fransa ve Almanya, Kıbrıs sorunu çözülmeden Kıbrıs Rum Yönetimini AB’ye alarak, Kıbrıs Rumlarını çözümsüzlüğe daha fazla itmiş; Kıbrıs Rumlarını çözüm konusunda en fazla etkileyebilecek bir “ödülü”, çözüm olmadan Kıbrıs Rum Kesimine vermişlerdir.
Ne ABD ne de Fransa ve Almanya gibi ülkelerin Kıbrıs sorununun çözümünü istediklerini ve çözüm yönünde Kıbrıs Rum Kesimi üzerinde gerekli baskıyı kuracaklarını bugün de düşünmek yanlıştır. Geçen ay Berlin’de yapılan Akıncı-Anastasiades toplantısından sonra BM Genel Sekreteri Guterres Ada’da toplumlararası görüşmeleri başlatıp başlatmama konusundaki kararını henüz açıklamamıştır. Guterres, Kıbrıs Türk ve Rum Toplumları arasındaki çözüm müzakerelerini yeniden başlatma kararı alsa da iyimser olmak çok zor görülmektedir.
Bugün, sonuç üzerinde etkili olabilecek ABD, AB ve Rusya Kıbrıs’ta, farklı sebeplerden dolayı, çözüm istememekte, çözüm için Kıbrıs Rum Kesimi ve Yunanistan üzerinde baskı yapmaya hazır görünmemektedir. Bu durumu gayet iyi değerlendiren Kıbrıs Rum Kesimi ve Yunanistan ise (2004 öncesinde olduğu gibi) görüşmelerle çözüm istediği konusunda Dünya’yı kandırma ve algı operasyonu peşinde görülmekte; bu arada Doğu Akdeniz’de Türkiye ve Kıbrıs Türk Toplumunun haklarını ve çıkarlarını görmezden gelerek, yeni oyun ve tehlikeli girişimler peşinde koşmaktadır.
Kıbrıs’ta ve Doğu Akdeniz’de zamanın kendileri lehine işlediği yönünde Yunanistan ve Kıbrıs Rum Kesiminde olan algıyı değiştirme görevi Türkiye’ye ve Kıbrıs Türk Kesimine düşmektedir. Bu yönde son dönemde atılan adımlar olumludur. Maraş’ın mülkiyet hakları dikkate alınarak iskana açılması, Geçitkale Havaalanının İHA askeri üssü haline getirilmesi bu kararlar arasındadır. Basında yer alan Türkiye’nin Gazimağusa Körfezi’nde (Mağusa veya İskele de) bir deniz üssü kurulacağı yönündeki haberler de dikkat çekicidir.
Türkiye’nin önünde Kıbrıs’ta atmayı ciddi şekilde düşünebileceği adımlar bulunmaktadır. Bu adımlar içinde BM Barış Gücünün süresinin uzatılması konusunda bu kez (Kıbrıs Rum Yönetimi yanında) KKTC Hükümetinin izninin alınmasının talep edilmesi ve şart koşulması da vardır. UNIFIL’ in süresinin BM Güvenlik Konseyi tarafından uzatılması için tarih yaklaşmaktadır. 1960 Kıbrıs Cumhuriyetini yıkan Kıbrıs Rum Yönetiminin, Ada’nın uluslararası temsilcisi gibi kabul edilmesinde UNIFIL’ in 1965 yılında kurulması önemli bir rol oynamıştır. Şimdi Kıbrıs Türk Toplumunun UNIFIL’ e ihtiyacı bulunmamakta; oyunun kurallarını değiştirme zamanı gelmiş gibi görünmektedir.
Türk tarafının atacağı diğer adım da, BM Genel Sekreteri Guterres’in toplumlararası görüşmelerin başlatılması için gerekli zeminin olmadığına karar vermesi veya (zaman sınırlaması içinde) başlatılacak toplumlararası görüşmelerin yine başarısızlıkla bitmesi halinde, Türkiye ile KKTC arasında Konfederasyon görüşmelerinin başlatılmasının ciddi bir şekilde düşünülmesidir. Dünyanın Kıbrıs’ta çözümü desteklemediği ve Kıbrıs Türklerin izole etmeye devam ettiği bir ortamda, Ada’da yaşanan çözümsüzlük karşısında, Kıbrıs Türk Kesimi’nin uygulanan ağır siyasi ve ekonomik ambargo ve yaptırımlardan kurtulması için tek yol olarak bu kalmaktadır.
Doğal olarak Kıbrıs’ta en iyi çözüm toplumlararası müzakerelerin başarılı bir şekilde sonuçlandırılması, kalıcı ve adil bir çözüme ulaşılarak; iki toplumlu, iki kesimli federal bir sistemle iki toplum arasındaki siyasi eşitliğin sağlanması ve Kıbrıs sorununun masa başında çözümlenmesidir. Ancak, bu hedefe ulaşılması konusunda Türk ve Rum tarafları arasında görünüşte fikir birliği varmış gibi görünse de, masada bulunan bütün bu unsurların nasıl uygulanacağı konusundaki görüş ayrılıkları çok derindir ve kapatılması imkansız gibidir.
Kıbrıs Rum tarafı Kıbrıs Türklerini eşit siyasi bir ortak değil, zaman içinde şu veya bu şekilde ortadan kaldırılacak bir azınlık olarak görmeye devam ettiği müddetçe Kıbrıs sorununu masada görüşme yoluyla çözme imkanı bulunmamaktadır. Kıbrıs Rumları 1950, 60 ve 70’ler de Kıbrıs Türkleri hakkında ne düşünüyorlar ve Kıbrıs sorununu nasıl halletmeyi planlıyorlarsa, Ada’da meydana gelen onca olay ve gelişmelere rağmen, bu düşünce ve planlarında fazla bir değişiklik olmamışa benzemektedir.
Kıbrıs sorununun hallinin, Türkiye-Yunanistan ilişkilerinde ve Doğu Akdeniz’deki gerginliklerin azaltılmasında olumlu bir etki yapacağı kesindir. Ancak Kıbrıs sorununun masa başında, görüşmeler yoluyla çözümlenmesi çok uzak, gerçekleşmesi imkansız bir olasılık olarak ortaya çıkmaktadır. Bu durumda Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de Yunanistan-Kıbrıs Rum Yönetimi’nin oldubittilerine karşı çıkması, kendisinin ve Kıbrıs Türklerinin Doğu Akdeniz’deki haklarını korumak için gerekli her adımı atması zorunluluğu bulunmaktadır.
Bu çerçevede Ankara, Libya ile vardığı 2 Anlaşmayı önemsemekte; Birleşik Arap Emirlikleri ve Mısır’ın doğrudan desteklediği General Haftar kuvvetlerinin, Trablus’taki “Ulusal Uzlaşı Hükümetini” devirmesini bölgedeki çıkarları açısından kabul edilemez bulmaktadır. Mustafa Kemal’in 1908’de İtalyan işgaline karşı çarpışmaya gittiği Libya, aradan geçen 110 yıl sonra bir kez daha bizim için önem kazanmakta, Doğu Akdeniz politikalarımızın uygulanmasında ön plana çıkmaktadır.
Paylaş