Paylaş
Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan, Rusya Devlet Başkanı Putin, Fransa Cumhurbaşkanı Macron ve Almanya Başbakanı Merkel’in katıldığı toplantı sonunda yayınlanan Zirve Ortak Bildirisi’nde Suriye’nin toprak bütünlüğü ve birliği teyit edildi, Suriye’de sürdürülebilir ateşkesin sağlanmasına, İdlib Mutabakatının devam etmesine verilen önem vurgulandı, Suriye’de siyasi çözümün gerçekleştirilmesi gerektiği konusunda birleşildiği açıklandı.
Suriye’de siyasi çözümün nasıl gerçekleştirileceği konusunda uluslararası bir anlayış, yol haritası, zaten ortaya çıkmış durumda. Suriye’de yeni bir Anayasa yapılması, bu Anayasanın Suriye halkı tarafından onaylanması, bu yeni Anayasa çerçevesinde seçimlerin gerçekleştirilmesi ve Suriye’yi birleştirici, halkın güvenine sahip bir yönetimin ortaya çıkartılması isteniyor. Anayasanın halkın yönetime katılmasını sağlayıcı, çoğulcu ve hürriyetçi olması, seçimlerin ise uluslararası standartlarda, uluslararası denetim altında yapılması gerekiyor. Esasında yeni Suriye Anayasasını yapacak bir Anayasa Komitesi kurulması konusundaki karar bu yılın başında Ocak ayında Soçi Zirvesi sırasında alınmıştı.
Ancak aradan geçen 10 ay kadar zamana rağmen bu Komitenin kurulması hala mümkün olamadı. Anayasa Komitesinin 100 üyesinin (50/50) Şam Rejimi ve Muhalefet tarafından tespit edilmesi, 50 üyenin de Birleşmiş Milletler tarafından seçilmesi öngörülüyor. Anayasa Komitesi’nin kurulması çalışmalarını BM Genel Sekreterinin Suriye Özel Temsilcisi Steffan de Mistura yönetiyor. Komiteye girecek isimler üzerinde olan anlaşmazlıklar hala sürüyor.
Steffan de Mistura da 4’lü Zirve için İstanbul’daydı ve Zirveye katılan liderlere Anayasa Komitesi’nin kurulması çalışmaları ve karşılaşılan zorluklar konusunda bilgi verdi. İstanbul 4’lü Zirvesinde üzerinde anlaşmaya varılan en önemli hususun Anayasa Komitesi’nin kurulması çalışmalarının bu yılın sonuna kadar tamamlanması ve yeni Suriye Anayasası üzerindeki çalışmaların biran önce başlaması yönündeki çağrı olduğu görülüyor.
Steffan de Mistura’nın, ailevi sebeplerle, Suriye Özel Temsilciliği görevinden Kasım ayı sonunda ayrılacağını açıkladığı biliniyor. BM Genel Sekreteri’nin Anayasa Komitesi çalışmalarının aksamaması için en kısa zamanda yeni bir Özel Temsilci ataması önem kazanıyor.
İstanbul Zirvesinde İdlib’deki durumun da yoğun olarak masada olduğu anlaşılıyor. Gerek Cumhurbaşkanı Macron’un gerek Başbakan Merkel’in Zirvenin sonunda düzenlenen basın toplantısında yaptıkları konuşmalarda İdlib’de ateşkesin sürmesine ve Türkiye ile Rusya’nın üzerinde anlaştıkları mutabakatın tam olarak uygulanmasına ağırlıkla değinmelerini, bu iki ülkenin Türkiye’ye verdikleri bir destek olarak görmek gerekiyor.
İdlib’de ateşkesin sürmesi, Suriye sorununa siyasi çözüm bulunması çalışmalarının kesintisiz olarak devam ettirilebilmesi kadar, Suriye’den Türkiye’ye yeni bir sığınmacı dalgasının ortaya çıkmaması için de gerekli. Zirve’de Türkiye, Almanya ve Fransa’nın İdlib’deki ateşkesin bozmamasını ve İdlib sorununu askeri olarak çözmeye kalkışmaması konusunda Şam rejimi üzerindeki baskısını sürdürmesini Rusya’dan istedikleri görülüyor.
İstanbul 4’lü Zirvesinin Suriye’de siyasi çözüm arama çalışmalarını hızlandırmayı destekleyen bir tutum alması ve Zirveye katılan 4 liderin de Suriye sorununa çözüm bulunması yolunun diplomasiden geçtiğini vurgulamaları doğal olarak önemli. Diğer yandan Zirveye katılan 4 ülkenin Suriye konusundaki tutumlarında benzerlikler olduğu kadar farklılıklar bulunduğu da ortada. Benzer noktalar Zirve sonunda yayınlanan ortak bildiride esasen yer alıyor.
Zirveye katılan 4 ülke arasındaki görüş farklılıkları ise liderlerin Zirve sonunda düzenlenen basın toplantısında yaptıkları konuşmaların satır aralarında kendilerini ortaya koyuyor. Rusya Devlet Başkanı Putin’in konuşmasında, ateşkes ihlalleri olması halinde, Rusya’nın Şam rejiminin İdlib’e yönelik askeri bir operasyonunu destekleme hakkını saklı tuttuğu şeklindeki ifadelere yer vermesinin diğer katılımcı ülke liderlerinde endişe yarattığını düşünmek mümkün. Putin’in Şam rejiminin meşruluğunu savunan ifadelerinin de Zirveye katılan diğer ülkelerce paylaşılmadığı ortada.
İstanbul Zirvesi’nin diğer dikkat çekici bir yanının da Suriye sorununda önemli rol oynayan (diğer) 2 ülkenin Zirve’de olmaması olduğu açık. ABD ve İran’ın Zirve’ye katılmamasının birçok sebebi bulunuyor. Her şeyden önce mevcut şartlarda bu iki ülkenin, en üst düzeyde, aynı masada bulunması da imkansız gibi görülüyor. ABD’nin PYD/YPG, İran’ın ise mezhep odaklı Suriye politikalarının Ankara’da sıkıntı ve tedirginlik yarattığına da sıklıkla işaret ediliyor. Ankara’nın bu yöndeki görüşlerinin Moskova tarafından da paylaşılmaya başlandığını gösteren belirtiler de var.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın basın toplantısındaki konuşmasında Zirve sonuçlarından İran’ın bilgilendirileceğini belirtmesi, ancak ABD’den söz etmemesi, buna karşılık Ankara’nın PYD/YPG faaliyetlerinden duyduğu sıkıntıyı açıkça vurgulaması da dikkat çekici.
Menbiç Anlaşmasının bir türlü (tam) uygulanmaması ve PYD/YPG’nin Menbiç’te mevcudiyetini sürdürmesinin Ankara’daki sıkıntıyı arttırdığı açık. Ankara’dan gelen açıklamalar PYD/YPG’nin Menbiç’ten tam olarak çekilmesinin sağlanmaması halinde, Türkiye’nin fazla beklemek ve Menbiç Anlaşmasının bir oyalama taktiği haline sokulmasına izin vermek niyetinde olmadığını gösteriyor.
Rusya’nın Suriye’de savaşın sonuna gelinmekte olduğunu, ülkede “yeniden inşa” çalışmalarının nasıl başlatılacağını (şimdiden) düşündüğü anlaşılıyor. Savaş sırasında büyük yıkıma uğrayan Suriye’nin yeniden inşası için büyük mali kaynaklara ve fonlara ihtiyaç duyulacak. Bu çerçevede AB ülkelerinin ve Suudi Arabistan’ın devreye sokulmak istendiği görülüyor.
Ancak, Suriye’nin yeniden inşasının konuşulabilmesi için bile Suriye’de (her şeyden önce) siyasi bir çözüme ihtiyaç duyulduğu ortada. Suriye sorununa siyasi bir çözüm üretilmeden ve Suriye halkını birleştirici, Suriyelilerin evlerine geri dönüşü için gerekli ortamı yaratacak, güvenilebilir meşru bir yönetim Şam’da iş başına gelmeden Suriye’nin yeniden inşasını konuşmak bile mümkün değil.
Suriye’de gelinen mevcut kritik aşamada, her konuda ilerleme sağlanmasının ülkedeki rejim sorununa siyasi çözüm getirilmesine doğrudan bağlandığı açıkça görülüyor. Bu gerçeğin Moskova tarafından biran önce görülmesi ve Rusya’nın gerekli adımları atması uluslararası toplumun büyük bölümünün bir beklentisi olarak ortaya çıkmış vaziyette.
İstanbul Zirvesi’nde Suriyeli göçmenler konusunun hem insanı yardım boyutuyla, hem de ülkelerinden kaçmak zorunda kalan Suriyelilerin ev ve vatanlarına geri dönmeleri yönüyle gündeme geldiği anlaşılıyor. Bu hususun da Suriye sorununa siyasi bir çözüm bulunması konusuyla doğrudan bağlantılı olduğu açık. Suriye sorununa siyasi bir çözüm getirilmeden ülke dışında yaşayan Suriyelilerin vatanlarına geri dönmeyi düşünmeyecekleri bile ortada.
Suriyeli sığınmacılar konusu yine bu hafta sonu Kocaeli, Kartepe’de düzenlenen bir toplantıda da ele alındı. 26-28 Ekim Kartepe toplantısının konusu “Göç, Mültecilik ve İnsanlık“ teması üzerine kurulmuştu. Toplantıya katılanlar arasında Türkiye İç ve Dışişleri Bakanları yanında Yunanistan Eski Başbakanı Bakanı Yorgo Papandreu ve Yunanistan Göç Politikaları Bakanı Dimitris Vitsos da vardı.
Kartepe toplantısında göç konusu bütün yönleriyle ele alındı. Toplantıda Yunanistan’ın üst düzeyde temsil edilmesi göç konusunun Türkiye kadar komşumuzu da ilgilendirdiğinin açık bir göstergesi. Suriye başta olmak üzere Orta Doğu’daki iç savaşlar ve istikrarsızlığın Türkiye ile Yunanistan ve Türkiye ile Avrupa Birliği arasında yakın işbirliğini gerektiren bir sığınmacılar krizini ortaya çıkarttığı çok açık.
Kartepe toplantısında verilen rakam ve bilgiler sığınmacılar konusunun aldığı büyük boyutu ortaya koyuyor. Türkiye bugün Dünya’da en fazla sığınmacıya ev sahipliği yapan ülke durumunda. Türkiye’de 4 milyonun üzerinde sığınmacı bulunuyor. Bunların 3,5 milyona yaklaşan büyük bir bölümünü Suriye’den kaçmak durumunda kalanlar oluşturuyor. Irak’tan kaçarak Türkiye’ye sığınanlar ise 2. büyük grup. Verilen bilgilere göre sığınmacı krizi henüz bitmiş değil. Son yıl içinde kaçarak Türkiye’ye gelen ve yakalanarak ülkelerine iade edilen Afganlıların sayısında önemli bir artış görülüyor.
Yunanistan ve Avrupa ülkelerinin Türkiye’nin işbirliği olmadan ve Türkiye-Avrupa Birliği Geri Kabul Anlaşması işlemeden sığınmacı krizi ile baş edebilmelerinin çok zorlaşacağı görülüyor. Türkiye’nin aktif işbirliği sayesinde sığınmacılar için Balkan yolunun önemli ölçüde kapandığı anlaşılıyor.
Yapılan bütün araştırmalar Türkiye’de bulunan sığınmacıların önemli bir bölümünün, ülkelerinde barış ve istikrar sağlansa da, geri dönmek istemediklerini gösteriyor. Ancak Kartepe Zirvesinde verilen bilgiler Batı Kalkanı ve Zeytin Dalı askeri operasyonlarından sonra DEAŞ ve PYG’den temizlenen bölgelere 250 binin üzerinde Suriyelinin geri döndüğüne işaret ediyor. Bu durum Suriye’de kalıcı barışın sağlanması ve istikrar getirecek bir yönetim kurulması halinde Türkiye’deki sığınmacıların (en azından) önemli bir bölümünün vatanlarına geri gidebilecekleri anlamına geliyor.
Mülteci konusu Dünya tarihinde yeni bir gelişme değil. Çeşitli sebeplerle kitlesel insan hareketleri tarihin her döneminde görülüyor. Türklerin tarih boyunca göç konusuna insani yönüyle yaklaştığı zaten biliniyor. Son dönemlerde Batı ülkelerinde artan göç aleyhtarı akımların yabancı düşmanlığı, ırkçılık, Müslüman düşmanlığı gibi unsurlarla desteklenmesi ve bazı Batılı politikacıların popülist tutumları konunun küresel bir sorun olma özelliğini güçlendiriyor.
BM Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin verilerine göre bugün Dünya’da karşılaştıkları şiddet sonucu evlerinden kaçmak zorunda kalan insan sayısı 68 bin 500 civarında. Bu insanların sığındıkları ülkeler listesinin başında Türkiye, Bangladeş, Ürdün, Lübnan ve İran yer alıyor. Bangladeş Myanmar’dan kaçmaya zorlanan 1 milyona yakın Rohingaya ev sahipliği yapıyor, Suriye’den kaçarak Lübnan’a sığınanların sayısı bu ülkenin toplam nüfusunun %30’unu geçmiş vaziyette. Batı’ya bakıldığında ise (bütün yönleriyle) sığınmacılar sorunu AB içinde birliği ve dayanışmayı tehlikeye sokacak, ABD’de iç politikayı etkileyecek bir konu haline gelmiş durumda.
Paylaş