Paylaş
Vaşington Büyükelçiliği’ndeki görevim Senatör Bryd’un ziyaretine katılarak Türkiye’ye dönmemle bitti. Senatör Byrd’un Türkiye ziyareti Ermeni “soykırım” iddiaları konusundaki karar tasarısını önleme konusunda gösterdiği başarı üzerine dönemin Cumhurbaşkanı Özal’ın daveti üzerine yapılmıştı. Senatör Bryd Türkiye’ye 1991 yılı Ağustos ayında geldi. Bu ziyaretten kısa bir süre önce Irak Ağustos ayı başında Kuveyt’i işgal etmişti. Bu Irak lideri Saddam Hüseyin’in yaptığı büyük bir hataydı.
Irak’ın İran’la başlattığı 8 yıl süren ve Irak’a büyük zarar veren savaştan sonra bu kez Kuveyt’e dönmesi ve Kuveyt’i işgali uluslararası toplumda büyük bir tepki doğurdu. Dönemin ABD Başkanı George Bush Kuveyt’i Irak işgalinden kurtarmakta kararlıydı. Ağustos 1990 ile Ocak 1991 tarihleri arasında Başkan Bush Irak’a karşı uluslararası bir koalisyon oluşturdu ve bu koalisyon içinde Türkiye önemli bir rol oynuyordu. Cumhurbaşkanı Özal ile Başkan Bush arasında yakın ilişkiler de bu dönemde kuruldu.
ABD’nin Irak’a askeri müdahalesi 1991 Ocak ayında geldi. Saddam Hüseyin’in Kuveyt’ten barışçı bir şekilde çekilmeyi kabul etmemesi üzerine ABD’nin Kuveyt’te askeri müdahalesi 17 Ocak tarihinde başladı. 28 Şubat tarihinde ABD ve koalisyon kuvvetleri tüm Kuveyt’i Irak işgalinden kurtarmış, Irak büyük bir yenilgiye uğramış, Kuveyt’teki Irak kuvvetleri Bağdat’a doğru çekilmeye zorlanmıştı.
Saddam Hüseyin’in İran’la 1980-1988 yılları arasında süren 8 yıllık yıkıcı bir savaştan sonra, bu kez İran savaşı sırasında Irak’ı destekleyen Arap ülkesi Kuveyt’e dönmesi ve Irak’ı yeni bir dış maceraya sürüklemesinin nedenleri bugün bile tartışılmaktadır. Saddam Hüseyin’in 25 Temmuz tarihinde, Kuveyt’i işgalinden sadece bir hafta kadar önce, ABD Büyükelçisi April Glaspie ile yaptığı görüşme de bu tartışmanın bir parçasıdır. Saddam Hüseyin’in bu görüşmede ABD Büyükelçisinin Irak’ın Kuveyt’e yapacağı askeri bir müdahalenin sonuçları konusundaki ifadelerini yanlış algıladığı ve ABD’nin Irak’ın Kuveyt’i işgaline tepkisinin farklı olacağını düşündüğü üzerinde durulan bir husustur.
Sonuç olarak Kuveyt’i işgali Irak’a çok pahalıya mal olmuş, ilk Körfez Savaşı’ndan sonra Irak Kuveyt’ten çekilmeye zorlanmış, Saddam Hüseyin’in askeri gücü büyük ölçüde yok edilmiştir. İlk Körfez Savaşı Irak ve Saddam Hüseyin rejimi için bir dönüm noktası olmuştur. ABD kuvvetleri Kuveyt’i Irak işgalinden kurtardıktan sonra Bağdat’a yönelmişler; ancak Başkan Bush, Körfez Arap ülkelerinin telkinleri doğrultusunda, Bağdat’a girmemiştir ve savaşı durdurmuştur. ABD’nin savaşı durdurmasının amacı Saddam Hüseyin rejimini yıkmamak ve bölgedeki İran-Irak dengesini bozmamak olarak ortaya çıkmıştır.
Başkan Bush’un savaşı Kuveyt’in Irak işgalinden kurtarılmasından hemen sonra durdurması nedeniyle Saddam Hüseyin rejimi Bağdat’ta devam etmiş, ancak Irak siyasi ve ekonomik bakımdan sıkı bir uluslararası denetim altına sokulmuştur. Irak, ABD’nin 2003 yılındaki işgaline kadar (2. Körfez Savaşı) 12 yıl kadar ağır uluslararası bir denetim altında tutulmuş, 2003 yılında ABD (başkent Bağdat dahil) tüm Irak’ı işgal etmiş, Saddam Hüseyin rejimini yıkmış, Irak’taki iç dengeleri tamamen değiştirmiştir.
Birinci Körfez Savaşından sonra ABD’nin ilk yaptığı iş Irak’ın petrol satışlarının uluslararası kontrol altına alınmasının sağlanması olmuştur. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi 1991 yılı Ağustos ayında Irak’ın petrol satışlarını ve elde ettiği para ile gıda ve ilaç maddeleri satın almasını düzenleyen bir karar çıkartmıştır. Daha sonra “Gıda Karşılığı Petrol” adını alan bu program, Irak’ın petrol ihracatı gelirlerinin uluslararası bir hesapta tutulmasını ve bu para ile Irak’ın gıda maddeleri ithalatı yapmasını düzenlemiştir.
Bu program çerçevesinde Irak 12 yıllık bu dönemde 53 milyar dolarlık bir geliş elde etmiş, BM bu paranın sadece gıda ve ilaç gibi temel maddelere harcanmasını denetlemiştir. “Gıda Karşılığı Petrol” programının birçok yönden istismar edildiği ve yolsuzluklara neden olduğu hususu bugün bile tartışılmaktadır. ABD, Irak’ın petrol gelirlerini kontrol altına alarak, Irak’ın silahlanmaya para harcamasını önlemeyi hedeflemiştir.
ABD, Irak’ın askeri faaliyetlerini kontrol edebilmek amacıyla ülkenin kuzey ve güneyinde “uçuşa yasak bölgeler” de ilan edilmesini sağlamıştır. Irak’taki ilk uçuşa yasak bölge 36. paralelin kuzeyinde Irak Kürtlerini Saddam Hüseyin rejiminden korumak amacıyla kurulmuştur. Kuzey’den Keşif Harekatı adı verilen bu operasyona ABD yanında İngiltere, Fransa ve Türkiye uçakları da katılmış, operasyona katılan uçaklar Türkiye’deki askeri üsleri kullanmıştır.
Uçuşa Yasak Bölge’nin amacı Irak uçak ve helikopterlerinin 36. paralelin kuzeyine geçmesini önlemekti. ABD Irak’ta uçuşa yasak bölgeler kurabilmek amacıyla BM Güvenlik Konseyi’nin Nisan 1991 yılında kabul ettiği 688 sayılı kararı temel olarak almıştı. Ancak BM Güvenlik Konseyi kararında uçuşa yasak bölge kurulması konusunda bir madde bulunmamaktadır. Bu çerçevede Irak’taki uçuşa yasak bölgelerin uluslararası hukuka uygun olarak kurulup kurulmadığı, yasal zemini bulunup bulunmadığı bugün bile tartışma konusudur.
ABD, Irak’ta 2. uçuşa yasak bölgeyi daha sonra 32. paralelin güneyinde Şii nüfusu Saddam Hüseyin rejiminden korumak amacıyla tesis etmiş, bu yasak bölgeyi denetleyen ABD, İngiliz ve Fransız savaş uçakları Körfez Arap ülkelerindeki ABD üslerine konuşlandırılmıştı. Fransa daha sonra 1998 yılında uçaklarını Kuzey’den ve Güney’den Keşif Harekatlarından çekmiştir.
Irak’ın Türk dış politikası için önemli bir sorun haline geldiği bu dönemlerde 1997 yılında Los Angeles Başkonsolosluğu görevim bitti ve Ankara’ya döndüm. Ankara’daki yeni görevim Orta Doğu Genel Müdür Yardımcılığıydı. Merkeze, Ankara’ya iç göreve döndüğümde Orta Doğu Dairesinin sorumluluğunun bana verilmesinden büyük bir memnuniyet duymuştum. Bu dönemde Irak’ın Türkiye için artan önemi dışında, Suriye ile ilişkiler de PKK sorunu sebebiyle hızlı bir bozulma dönemine girmekteydi.
Saddam Hüseyin rejiminin Irak’ın kuzeyindeki Kürtler ve ülkenin güneyindeki Şiiler ile ilişkileri hep sorunlu olmuştur. Saddam Hüseyin rejimi, Irak-İran savaşının bitiminde 1988 yılında, İran sınırına yakın Halepçe kentinde kimyasal silah kullanmış, bu saldırıda yüzlerce sivil hayatını kaybetmiştir. İlk Körfez Savaşı sırasında da Saddam Hüseyin’in yeni bir kimyasal silah saldırısına hedef olmaktan korkan 1 milyona yakın Iraklı Kürt, Türkiye ve İran sınırına yığılmış, o dönemde ciddi bir sığınmacı krizine sebep olmuştur.
Bu nedenle Türkiye, 1991-2003 yıllarında ABD’nin Iraklı Kürtleri Saddam Hüseyin rejiminden koruma gayretlerine sempati ile bakmış, ABD’ye yardımcı olmuş, Kuzeyden Keşif Harekatına katılmış, Kuzey Irak’taki uçuşa yasak bölgeyi denetleyen koalisyon uçaklarının Türkiye’de konuşlandırılmasına izin vermiştir. Türkiye, Vaşington’la Iraklı Kürtlerin merkezi Irak hükümetinden korunması amacıyla işbirliği yapmıştır.
Bu dönemde Kuzey Irak’taki tek sorun Saddam Hüseyin rejimi de değildir. Iraklı Kürtler 1990’lı yılların ilk yarısında kendi aralarında da ciddi bir çatışma içine girmişler, Kuzey Irak’ın kontrolü için iki en büyük Iraklı Kürt partisi (KDP ve KYP) arasındaki mücadele giderek alevlenmiştir. Türkiye bir yandan Saddam Hüseyin’in yeni bir sığınmacılar krizine yol açabilecek davranışlarını engellemeye çalışırken, öte yandan KDP ile KYP’nin çatışmasını da engellemeye gayret göstermiştir.
Mesut Barzani başkanlığındaki KDP ile Celal Talabani Başkanlığındaki KYP arasındaki ilişkilerin daha da gerginleşmesi üzerine Ankara Süreci başlatılmıştır. Ankara Sürecinde KDP ile KYP Ankara’da bir araya gelerek Türkiye, ABD ve İngiltere gözetiminde sorunlarını masa başında görüşme yoluyla çözmeye gayret göstermişlerdir. Bu dönemde Ankara Süreci benim başkanlığımda birçok toplantı yapmıştır. KDP ile KYP arasında çatışma çıkmaması için çoğunluğu Iraklı Türkmenlerden oluşan Ateşkes İzleme Gücü’nün kurulması da bu sıralarda gerçekleştirilmiştir. Bu dönemde Erbil şehir merkezinin kontrolü için KDP ile KYP arasında çatışmaya kadar giden bir mücadele patlak vermiş, sonuçta Erbil şehri KDP’nin kontrolünde kalmıştır.
Bu dönemde Orta Doğu Genel Müdür Yardımcılığı ve Ankara Süreci’nin yürütülmesindeki görevim nedeniyle birçok kez Kuzey Irak’a gitmem gerekmişti. Bu ziyaretlerden birinde de ABD Dışişleri Bakanlığında önemli görevler üstlenen Büyükelçi Elizabeth Jones başkanlığındaki ABD heyetiyle birlikte, Türk askeri helikopteriyle, KDP lideri Mesut Barzani’nin karargahının bulunduğu Erbil’e yakın Sarı Raşd’ a gitmiş, oradan arabalarla KYP lideri Celal Telabani ile görüşmek üzere Süleymaniye’ye geçmiştik.
O dönemde Vaşington Kuzey Irak’la temaslarını sadece Türkiye üzerinden gerçekleştirebiliyordu. Kuzey Irak’ın diğer komşuları ABD ile ilişkileri kötü olan İran ve Suriye’ydi. O bakımdan Vaşington Kuzey Irak politikalarını ve Iraklı Kürtlerle ilişkilerini de Ankara ile eşgüdüm halinde yürütmek zorunluluğunu duyuyordu. Bu durum 2003 yılında tamamen değişti. ABD, bu sefer oğul George Bush’un Başkan olduğu bir dönemde, 2003 yılında Irak’ı işgal etti ve Saddam Hüseyin’in Baas Partisi rejimini yıkarak, Irak’taki dengeleri kökten değiştirdi.
Bugün büyük bir hata olduğu hemen herkes tarafından kabul edilen ABD’nin ikinci Irak müdahalesinin arkasındaki sebepler hala tartışılmaktadır. Başkan Trump’ın birkaç gün önce söylediği “7 trilyon dolar harcadık, uçaklarımız Irak’a inerken ışıklarını söndürmek zorundalar” sözleri esasen bir gerçeği ifade etmektedir. Irak’a 2003 yılındaki ABD müdahalesinin sonuçta İran’ın işine yaradığı, Irak’ta büyük bir ABD-İran mücadelesini başlattığı ortadadır.
ABD’nin Irak’a müdahalesinin nedenlerini 11 Eylül 2001 saldırılarında arayanlar çoğunluktadır. 11 Eylül terörist saldırılarından sonra ABD “intikam” alacak birini aramaya başlamış, bu saldırılardan (alakası olmamasına rağmen) Saddam Hüseyin’i sorumlu tutmuş, Saddam Hüseyin’in kitle imha silahları ürettiği yönündeki (bugün gerçek olmadığı bilinen) gerekçeleri kullanarak Irak’ı işgal etmiştir. Dönemin Başkan Yardımcısı Dick Cheney’in büyük petrol şirketleriyle yakınlığına işaret edenler ise ABD’nin Irak’ı işgalinin arka planında ABD’nin petrol tutkusunun yattığına inanmaktadır.
Sebebi ne olursa olsun 2. Körfez savaşı hiçbir alanda istenilen sonuçları vermemiş, ABD’yi büyük mali külfetlere sürükleyen, bölgede dengelerin İran lehine dönmesine sebep olan ve hala devam eden bir savaşın, mücadelenin içine sürüklemiştir.
Ankara’da Orta Doğu Genel Müdür Yardımcılığı görevinde bulunduğum dönemde Türkiye için sorunlu komşu bir ülke de Suriye idi. Ankara-Şam ilişkileri Suriye’nin 1946 yılında bağımsızlığını kazandığından beri hiçbir dönemde iyi bir düzeye getirilememişti. Türkiye-Suriye ilişkileri ilk olarak Hatay sorunundan etkilenmiş, Suriye’nin bağımsızlığını kazanmasından sonra Hatay sorununun 1939 yılında çözümlendiğini ve gerçek durumu kabullenememesi ilişkileri olumsuz şekilde etkilemişti.
Türkiye ve Suriye’nin “Soğuk Savaş” yıllarında farklı kamplarda yer alması da Ankara-Şam ilişkilerinde ciddi bir sorundu ve iki ülkeyi 1957 yılında savaşın eşiğine kadar getirmişti. Türkiye 2. Dünya Savaşı’ndan sonra ABD ile yakın ilişkiler kurmuş, NATO’ya girmiş, bu durum Türkiye’nin Orta Doğu’ya bakışını da etkilemişti. Halbuki İsrail’in kurulmasından sonra Suriye giderek (siyasi ve askeri açıdan) Sovyetler Birliği’ne bağımlı hale gelmiş, bölgede Ankara’nın politikalarına en fazla karşı çıkan ülkeler içinde yer almıştı.
İki ülke arasındaki sorunlara 1970’lerden sonra yenileri eklenmiş, su sorunu ve Şam’ın Ankara’ya karşı terörizm kartını kullanması Türkiye-Suriye ilişkilerini daha da germişti. Türkiye’nin 1970’lerde Fırat nehri üzerinde baraj ve sulama projelerini başlatmasından sonra Suriye Türkiye menfaatlerini hedef alan terör örgütlerini desteklemeye başlamış, terörizm kartını kullanarak Türkiye’yi Fırat nehrinin sularını bölüşmek amacıyla uluslararası bir anlaşma yapmaya zorlamak istemişti. 1998 yılı geldiğinde Ankara’nın Şam’a karşı tutumu hızla sertleşti ve Adana Mutabakatının imzalanmasına giden süreç başladı. (Bu yazı dizime önümüzdeki haftalarda devam edeceğim).
Paylaş