Paylaş
Golan Tepeleriyle ilgili “Başkanlık Kararı” 25 Mart Pazartesi günü Beyaz Saray’da, Başkan Trump’ın İsrail Başbakanı Netanyahu’yla yaptığı görüşmeden sonra düzenlenen törenle imzalandı. Başkan Trump kararı imzaladığı kalemi Başbakan Netanyahu’ya hediye etti.
Başbakan Netanyahu törende Başkan Trump’a övgüler yağdırdı, Başkan Trump’ın tarihteki üç önemli şahsiyetle birlikte Yahudilerin ve İsrail’in en büyük “dostları” arasında şimdiden yer aldığını vurguladı.
Başbakan Netanyahu’nun bahsettiği tarihi şahsiyetlerden birisi Lord Balfour’du. Arthur Balfour 1916-1919 yılları arasında İngiltere Dışişleri Bakanlığı yapmıştı. Lord Balfour 1917 yılında İngiltere’deki Zionist hareketin lideri Lord Rothschild’a o dönemki İngiltere hükümetinin Filistin’de bir Yahudi anavatanı kurulmasını onayladığını belirten mektubu göndermişti. Daha sonra Balfour Deklarasyonu olarak tanınan bu mektup 1948’de İsrail Devleti’nin kurulmasına giden süreçte bir dönüm noktasıydı.
Başbakan Netanyahu’nun bahsettiği ikinci isim Başkan Truman’dı. Başkan Truman 2. Dünya Savaşı’ndan sonra İsrail Devleti’nin kurulmasında önemli bir rol oynamış, Başkan Truman yönetimindeki ABD 1948 yılında kurulan İsrail Devletini tanıyan ilk ülke olmuştu.
İngiliz Dışişleri Bakanı Balfour ve ABD Başkanı Truman’ın İsrail Devletinin kurulmasındaki rol ve destekleri iyi bilindiği için Başbakan Netanyahu’nun Başkan Trump’ı bu şahsiyetlere benzetmesi, Trump’ın adını bu şahsiyetlerle birlikte sayması normal karşılandı. Ancak esas ilgi Başbakan Netanyahu’nun ismini andığı 3. tarihi şahsiyet üzerinde toplandı.
Başbakan Netanyahu’nun Yahudilerin tarihteki en büyük “dostları” arasında saydığı 3. kişi 2.500 yıl önce yaşamış olan Pers Kralı Büyük Cyrus (2.Kiros) idi. Yahudiler Büyük Cyrus’un kendilerini esaretten kurtardığına, Büyük Cyrus döneminde Filistin’e geri dönmelerine izin verildiğine ve Kudüs’teki 2. büyük Yahudi Mabedinin bu dönemde kurulduğuna, bu Mabedin daha sonra Roma İmparatorluğu döneminde yıkıldığına inanıyorlar.
Büyük Cyrus’un bugünkü önemi ise Başkan Trump’ın Evangelist seçmen tabanının Hıristiyanların kutsal kitabı olan İncil’de de yer alan bu tarihi hikayeye inanması, Başkan Trump’ın bugünkü Büyük Cyrus olduğu yönündeki görüşün Amerikan Evangalist seçmen tabanında yayılmak istenmesi.
Başbakan Netanyahu’nun Beyaz Saray’daki imza “töreninde” Pers Kralı Büyük Cyrus’dan bahsetmesinin ve Başkan Trump ile Kral Cyrus arasında (Yahudilerin dostları olarak) benzerlik kurmasının esas hedefinin 2020 Amerikan seçimleri olduğuna işaret ediliyor. Golan’la ilgili son gelişmelerin Başbakan Netanyahu’nun İsrail’de 9 Nisan’da ve Başkan Trump’ın ABD’de 2020 yılı Kasım ayında yapılacak seçimlerde ellerinin kuvvetlenmesine hizmet etmek amacını taşıdığına inanların sayısı oldukça çok.
Başbakan Netanyahu 9 Nisan’da önemli bir seçime giriyor. Bu seçimde İsrail Parlamentosu Knettset’in 120 üyesi seçilecek. Seçime çok sayıda partinin girmesi yanında, seçimden sonra Netanyahu’nun Başbakan adayı olup olamayacağı da belli değil. Netanyahu’nun bir süreden beri yolsuzluk suçlamalarıyla başı dertte. Seçimden sonra hakkında dava açılabileceği, bunun da tekrar Başbakan olmasını engelleyebileceği konuşuluyor.
Başkan Trump ise 2. dönem için adaylığını açıklamış gibi. ABD’de 2020 Başkanlık seçim kampanyasına girilmiş durumda. Özel Savcı Robert Mueller’in raporunun hazırlanmasından ve ABD Adalet Bakanına vermesinden sonra, Başkan Trump’ın önündeki, 2016 seçim kampanyasından kalan sorunların büyük ölçüde ve Trump’ın görevden alınması tehlikesinin tamamen ortadan kalktığı görülüyor. Bu durumda Trump’ın 2020 Başkanlık seçimlerinde Cumhuriyetçi Parti adayı olacağına kesin gözüyle bakılıyor. Başkan Trump kendisine 2016 seçimini kazandıran seçmen tabanını kaybetmemek için her şeyi yapacak gibi hareket ediyor.
ABD ve İsrail’deki bu iç tabloda Golan Tepeleri’yle ilgili gelişmeler, Beyaz Saray’da 25 Mart’ta yapılan “imza töreni” hem Başbakan Netanyahu’nun hem de Başkan Trump’ın işine yaramış, ikisinin de iç politikada ellerini kuvvetlendirmelerine yardımcı olmuş gibi görünüyor.
Amacı ne olursa olsun Başkan Trump’ın Golan Tepeleri ile ilgili ABD tutumunu tamamen ve uluslararası hukuka aykırı olarak değiştirdiği ortada. İsrail’in Golan Tepeleri’ni 1981 yılında ilhak ettiği, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin kabul ettiği bir kararla bu ilhakı geçersiz ve yok saydığı, Güvenlik Konseyi’nin bu kararının ABD tarafından da desteklendiği biliniyor. BM’in Golan Tepeleri’yle ilgili olarak aldığı birçok karar var. BM Yasası kuvvet kullanarak toprak ele geçirmenin uluslararası hukuka aykırı olduğunu çok açık bir şekilde belirtiyor.
Ayrıca Trump Yönetimi’nin Golan Tepeleri’nde İsrail’in egemenliğini tanımasının uluslararası ilişkilerde kötü bir örnek yaratacağından, başkaları için emsal olacağından da endişe ediliyor. Bugün ABD’nin İsrail’in işgali altında bulundurduğu Batı Şeria’da (Doğu Kudüs) ve Golan Tepeleri’ndeki egemenlik iddialarını destekleyen ABD’nin benzeri olaylarda ilhak girişimlerinde elinin çok daha zorlaşacağı açık.
Ancak ortaya çıkan durum 9 Nisan seçimlerinden sonra Netanyahu’nun İsrail’de Başbakan olarak kalması halinde Orta Doğu’da işlerin çok daha kötüleşebileceğine işaret ediyor. ABD Başkanı Trump’ın desteğiyle Başbakan Netanyahu’nun yeni “maceralara” girişebileceği endişesi yaygın. 9 Nisan seçimlerinden sonra İsrail’de kurulacak yeni hükümetin Haram-i Şerif üzerindeki baskıları arttırmasının, Haram-i Şerif’in statüsünde değişikliklere gitmek istemesinin yaratacağı son derece olumsuz sonuçlar şimdiden görülüyor.
Başbakan Netanyahu Vaşington ziyaretindeyken İsrail Ordusu’nun Gazze’de başlattığı askeri operasyon daha da büyümeden, sivil halka ve Gazze’nin alt yapısına daha fazla zarar vermeden durdurulabilmiş gözüküyor. Ama 2008 ve 2014 yıllarında İsrail’in Gazze’de yarattığı yıkım hala hatırlarda. İsrail’in son dönemlerde sadece Gazze’de değil Batı Şeria’daki uygulamalarındaki aşırı sertleşme de ortada.
Trump Yönetimi’nin İsrail’in işgali altındaki Batı Şeria’da uluslararası hukuka aykırı olarak uyguladığı yerleşim birimleri politikalarını, yani Batı Şeria’nın kolonileştirilmesini ve gasp edilmesini destekleyen tutumu sadece bugün için değil, “iki devletli çözümü” gelecek için de tehlikeye sokması bakımından son derece endişe vericidir. Başbakan Netanyahu koalisyon hükümetleri döneminde bir yandan “iki devletli çözümden” uzaklaşılmış, diğer yandan iki devletli çözümü ileriki dönemlerde imkansız kılacak Batı Şeria’da yerleşim birimleri kurulması politikalarına da hız verilmiştir.
Başbakan Netanyahu’nun Başbakanlığının devam etmesi durumunda önümüzdeki dönemde İsrail-İran ilişkilerinde kötüleşmenin devam etmesini beklemek de gerekmektedir. Suriye’de, Rusya faktörünün İsrail için bir fren rolünü oynamasına rağmen, İsrail-İran çatışmasının hızlanabileceğini tahmin etmek zor değildir. Lübnan’da artan Hizbullah etkisi ile Suriye’deki İran varlığının İsrail’i son derece rahatsız ettiği açıktır.
9 Nisan seçimlerinden sonra Başbakanlığını devam ettirmesi durumunda Trump Yönetimi’nin Netanyahu’ya destek olacağı, Başkan Trump ile Başbakan Netanyahu arasındaki yakın ilişkilerin devam edeceği ortadadır. İktidara geldiğinden beri Başbakan Netanyahu’yu desteklemek için arka arkaya kararlar alan ve Filistinlilerle ilişkilerini kopma noktasına getiren Trump Yönetimi’nin yeni “sürprizlerini” önümüzdeki dönemde beklemek gerekmektedir.
Trump Yönetimi henüz Filistin sorunu çözüm planını açıklamamıştır. Başkan Trump’ın damadı ve Orta Doğu danışmanı Jared Kushner tarafından hazırlandığı bilinen bu planın İsrail seçimlerinden sonra açıklanabileceği yönündeki beklenti artmıştır. Trump Yönetimi’nin “Asrın Çözümü” adını verdiği “barış” planı şimdiden Filistinliler tarafından reddedilmiştir. Planla ilgili basında bir çok spekülasyon ve bilgi yer almakla beraber, planın ne getireceği resmi olarak bilinmemektedir.
“Asrın Çözüm” Planının açıklanmasının Orta Doğu’da tansiyon ve karışıklığı daha da arttırmasından endişe edenlerin sayısı oldukça fazladır. Vaşington’un “çözüm” planının Filistinlilere kabul ettirilmesi için Mısır ve Suudi Arabistan gibi Arap rejimlerine, bu ülkelerin Filistinliler üzerine yapacağı baskıya güvendiği yönündeki söylentiler gelecek için beklentileri daha da “olumsuz” yapmaktadır.
ABD Dışişleri Bakanı Pompeo Orta Doğu bölgesine yaptığı son ziyaretler sırasında Vaşington’un bölgede “NATO benzeri” bir güvenlik paktı kurma niyetlerini de gündeme getirmiştir. Vaşington’un bölge için nasıl bir güvenlik ittifakı oluşturmak istediği de çok açık değildir. İşaretler ABD’nin böyle bir güvenlik ittifakını İran’a karşı düşündüğünü, İsrail ile (Mısır, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi) Arap ülkelerini bir çatı altında toplamayı tasarladığını ortaya koymaktadır.
Doğal olarak İsrail’in içinde bulunduğu bir ittifaka bölgeden tepkiler geleceği açıktır. ABD Dışişleri Bakanı Pompeo kısa bir süre önce İsrail’e yaptığı ziyaret sırasında bir yandan İsrail, Kıbrıs Rum Yönetimi ve Yunanistan doğaz gaz 3lü görüşmelerine katılırken, Doğu Akdeniz’in güvenliğiyle ilgili bir yapılanmadan da bahsetmiştir. Vaşington’da bu konuların düşünüldüğü, ancak düşüncelerin daha somutlaşmadığı anlaşılmaktadır. Vaşington’un bölgedeki hassasiyetleri ve ittifak girişimlerinin geçmişte Orta Doğu’yu nasıl böldüğünü ve istenmeyen sonuçlar yarattığını dikkate aldığını gösteren bir işaret ise görülmemektedir.
Bu hafta başında Türkiye-ABD ilişkileri bağlamında olumlu sayılabilecek bir haber Vaşington’dan gelmiştir. ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi Büyükelçi James Jeffrey yaptığı bir konuşmada Türkiye ile ABD arasındaki Doğu Suriye görüşmelerinin devam ettiğini ifade etmiş, bu görüşmelerde Menbiç mutabakatının uygulanması ve Suriye’de Türkiye sınırı boyunca Fırat Nehri’nden Irak sınırına kadar bir güvenli bölge kurulması konularının ele alındığını belirtmiştir.
Büyükelçi Jeffrey’in ifade ettiği önemli husus kurulacak güvenli bölge içinde PYD/YPG unsurlarının bulunmayacağı olmuştur. Bu Türkiye’nin güvenli bölge kurulması fikri tekrar ortaya atıldığından bu yana önemle üzerinde durduğu bir husustur. Türkiye, ayrıca, kurulacak Güvenli Bölge’nin kendi kontrolü altında olmasını da ısrarla talep etmektedir. Doğu Suriye konusundaki Türkiye-ABD görüşmelerinin nasıl gittiği, ne zaman sonuçlanacağı henüz açıklık kazanmamıştır.
ABD Başkanı Trump’ın Suriye’den çekiliyoruz açıklamasına rağmen bu çekilme henüz başlamamıştır. Son gelen haberler DEAŞ’ın elindeki son köyün de alındığını, Suriye’de DEAŞ’ın kontrolünde bir bölge kalmadığını göstermektedir. Buna rağmen Suriye’den ABD askerlerinin çekilmeye başlamadığı izlenmekte, hatta son gelen haberler ABD’nin Suriye’de bir miktar asker bırakabileceğine işaret etmektedir.
Türkiye, esasen, Ankara-Vaşington görüşmeleri tamamlanmadan ABD’nin acele bir şekilde Doğu Suriye’den çekilmesini ve bu bölgenin Şam rejimi yönetimine girmesini de istememekte, ABD’nin Suriye’den çekilmesinin Türkiye ile eşgüdüm ve işbirliği içinde gerçekleştirilmesini tercih etmektedir. Menbiç Mutabakatı’nın aradan geçen bunca zamana rağmen uygulanamaması gibi hususların Ankara’yı büyük ölçüde rahatsız ettiği de açıktır.
Yine bu hafta başında Türkiye-ABD ilişkileri için “ iyi” bir haber de ABD Savunma Bakan Vekili Patrick Shanahan’dan gelmiştir. Shanahan yaptığı açıklamada Türkiye’nin F-35 savaş uçakları projesindeki katkısının sürmesine (Türkiye’ye F-35 uçaklarının teslimine devam edilmesine) taraftar olduğunu, Türkiye’nin ABD’den Patriot füzeleri alması gerektiğini ifade etmiştir. Bakan vekili Shanahan açıklamasında S-400 konusuna ise değinmemiştir. Türkiye’nin F-35 savaş uçakları yapımındaki katkısı, satın aldığı F-35 uçaklarının Türkiye’ye teslim süreci ve Patriot hava savunma sistemi alımı konusundaki Türkiye-ABD görüşmeleri esasen kesintisiz sürmektedir.
Paylaş