Paylaş
Yine geçen hafta 15 Mayıs tarihinde İsrail kuruluşunun 70. yıldönümünü kutladı. Filistin sorunu esasen çok uzun bir zamandan beri devam ediyor. Başkan Trump’ın “Kudüs kararı” ve geçen hafta ABD’nin Tel Aviv’deki Büyükelçiliğini alelacele Kudüs’e taşıması, Filistin halkının İsrail işgaline karşı direniş kararlılığı uluslararası toplumu, Arap ve İslam Dünyası’nı Filistin’deki “gerçeklerle” tekrar karşı karşıya kalmak zorunda bıraktı.
Tarihi bir perspektiften Filistin sorununa baktığımızda, Filistin halkını bugünkü noktaya, topraklarını kaybeden, işgal altındaki bir ulus haline getiren tarihi gelişimde önemli dönüm noktaları olduğunu görürüz. Filistin sorunu Avrupa’da ortaya çıkan Zionist hareketin (19. yüzyılın başlarında) Filistin’i bir Yahudi Devleti kurmak için hedef (toprak parçası) olarak seçmesiyle başlamıştır. Ancak bu dönemde Filistin nüfusu içinde Yahudilerin çok küçük bir azınlık olması (toplam Filistin nüfusunun %4’ü) ilk önce Filistin’e yoğun bir Yahudi göçünü (Filistin’in kolonileştirilmesini) zorunlu hale getirmiştir.
Bu dönemde (19. yüzyılın başında) Filistin’in Osmanlı toprakları içinde olması da Zionist hareket için (Filistin’in Yahudi nüfusuyla kolonileştirilmesi yönünde) bir engel olarak ortaya çıkmıştır. Zionist liderler Osmanlı yönetimini Filistin’e yoğun bir Yahudi göçü konusunda ikna etmeye çalışmışlar, ancak Osmanlılardan olumsuz yanıt almışlardır. Filistin’de bir Yahudi Devleti kurulması yönünde en önemli dönüm noktası 1. Dünya Savaşı sırasında Filistin’in yönetiminin Osmanlılardan İngilizlere geçmesi olmuştur.
Daha Filistin bir İngiliz sömürgesi haline bile gelmeden (Filistin’de İngiliz manda yönetimi kurulmadan), İngiltere Filistin’de bir Yahudi “anayurdu” kurulmasını destekleyeceğini (o dönemin) İngiliz Dışişleri Bakanı’nın (İngiltere’deki Zionist bir lidere) yazdığı mektupta açıklamış, tarihe Balfour Deklerasyonu olarak geçen bu mektup Filistin sorununda bir dönüm noktası olmuştur. İki dünya savaşı ( 1. ve 2. Dünya Savaşları) arasındaki dönemde İngiliz yönetimi altındaki Filistin’e yoğun bir Yahudi göçü yaşandığı ve Filistin nüfusu içindeki Yahudi oranının hızla arttırıldığı görülmektedir.
İngiltere tarafından desteklenen ve Filistin’in Yahudileştirilmesini hedef alan bu yoğun göçe rağmen, 2. Dünya Savaşı sonrasında Filistin nüfusu içinde Yahudiler hala azınlıktadır. Buna rağmen savaşın hemen sonrasında Yahudiler Filistin’de devletlerini kurmak için harekete geçmişler, silahlı Yahudi kuruluşlarının hem Filistinli Araplara hem de Filistin’deki İngiliz sömürge (manda) yönetimine karşı silahlı saldırıları artmıştır. Yahudi silahlı kuruluşları tarafından yürütülen bu terör kampanyası arkasından İngiltere 1947 yılında Filistin sorununu ( o dönemde yeni kurulmuş ve tamamen Batılı ülkelerin kontrolü altındaki) Birleşmiş Milletlere (BM) taşımıştır.
Filistin sorununda önemli bir dönüm noktası da BM’nin 1947 yılında kabul ettiği Filistin’i taksim planıdır. Filistin’i topraklarını (%50’nın biraz üstünde) Yahudi ve (%50’ye yakın) Filistin Arap Devletleri olarak ikiye bölen ve Kudüs şehrine de uluslararası bir statü vererek yönetim kuran taksim planı BM’de (33 olumlu 13 olumsuz oyla) kabul edilmiştir. BM taksim planı Yahudiler tarafından kabul Araplar tarafından ise reddedilmiştir. BM taksim planını 1948 yılında patlak veren ilk Yahudi-Arap savaşı takip etmiş, savaşı Yahudiler kazanmış ve 15 Mayıs 1948 tarihinde İsrail devletinin kurulduğu ilan edilmiştir.
1948 Savaşı Filistinli Araplar için (her bakımdan) çok olumsuz sonuçlar doğurmuştur. Bu nedenle Araplar bu savaşı Arapça “ büyük felaket” anlamına gelen “Nakba” kelimesiyle anmaktadır. 1948 Savaşının ilk sonucu İsrail Devleti’nin kurulması olmuştur. Savaş sırasında Yahudiler 1947 BM taksim planında Araplara ayrılan toprakların önemli bir bölümünü de kontrolleri altına almışlar ve İsrail Devleti taksim planında Yahudilere ayrılan ve savaş sırasında Araplardan alınan topraklar üzerinde ilan edilmiştir. Savaş sırasında taksim planının Araplara ayırdığı topraklar içinde bulunan Batı Yakası Ürdün’ün, Gazze ise Mısır’ın kontrolü altına girmiştir.
1948 Savaşı sırasında Kudüs şehri ikiye bölünmüş, şehrin (Harami Şerif’in de bulunduğu) eski kısmı Ürdün’ün, Batı Kudüs ise İsrail’in kontrolünde kalmıştır. 1948 Savaşının diğer bir sonucu da (savaş öncesinde) Yahudilerin kontrolüne geçen (İsrail Devleti’nin kurulduğu) bölgelerde yaşayan Filistinli Arapların önemli bir bölümünün evlerini terk etmek zorunda kalmaları, (Ürdün’ün kontrolünde kalan) Batı Şeria ile (Mısır’ın kontrolünde kalan) Gazze ve komşu Arap ülkelerinde sığınmacı durumuna düşmeleri olmuştur. 1948 Savaşı sırasında evlerinden kaçmak zorunda kalan bu (700 binin üzerindeki) Filistinli Arap (bugün tarihi Filistin mandası toprakları dışında yaşayan ve 6 milyon civarında olduğu tahmin edilen) Filistin diasporasının da temelini teşkil etmiştir.
1947 Savaşı’ndan sonra İsrail ile Arap komşuları 2 büyük savaş daha yaşamışlardır. 1967 Savaşı Filistin Sorununda diğer bir dönüm noktasıdır. Bu savaş İsrail’le Arap komşuları arasında uzun süren bir gerginlikten ve Mısır’ın Tiran Boğazı’nı İsrail’e (Eylat limanına) giden gemilere kapatması üzerine İsrail’in komşularına saldırması sonucunda çıkmıştır. 1967 Savaşı Filistinliler için yine “felaketle” sonuçlanmış, İsrail bu kez (Ürdün’ün kontrolündeki) Doğu Kudüs ve Batı Şeria’nın tümünü ve (Mısır’ın kontrolündeki) Gazze’yi işgal etmiş ve tarihi Filistin (mandası) topraklarının tümü İsrail kontrolü altına girmiştir. 1967 Savaşı sırasında İsrail Kudüs şehrinin tümünü ele geçirmiş, Haram-i Şerif dahil eski şehir İsrail tarafından işgal edilmiştir.
1967 Savaşı sırasında Mısır’ın Sina Yarımadası ve Suriye’nin Golan Tepeleri de İsrail tarafından işgal edilmiş, İsrail topraklarını (komşusu Arap ülkeleri aleyhine) büyük ölçüde genişletmiştir. Mısır ve Suriye 1973 Savaşı’nda İsrail tarafından ele geçirilen topraklarını geri almaya çalışmışlar, ancak bu savaş da sonuçta İsrail tarafından kazanılmıştır.
İsrail’le 25 sene içinde 4 büyük savaş (1948, 1955,1967 ve 1973) yaşayan Mısır, 1977 yılında İsrail politikasını tamamen değiştirmiş, Mısır Cumhurbaşkanı Enver Sedat 1977 yılında İsrail’e giderek, İsrail Parlamentosu’nda bir konuşma yapmış, 1978 senesinde ABD’nin arabuluculuğuyla Vaşington’da sürdürülen görüşmelerden sonra, 1979 yılında Mısır-İsrail Barış Anlaşması imzalanmıştır. Bu Anlaşmayla Mısır İsrail’i tanıyan ilk Arap ülkesi olmuş, İsrail’le siyasi, diplomatik ve ekonomik ilişkiler kurmuş, buna karşılık 1967 Savaşı’nda İsrail’e kaybettiği topraklarını (Sina Yarımadası) geri almıştır.
Mısır’ı 1993 yılında Ürdün takip etmiş, Ürdün de Barış Anlaşması imzalayarak İsrail’le diplomatik, siyasi ve ekonomik ilişkiler kurmuştur. Diğer 2 Arap komşusu (Suriye ve Lübnan) ise bugüne kadar İsrail’le Barış Anlaşması imzalamamış ve İsrail’le ilişki kurmamışlardır. Suriye ile İsrail’in Barış Anlaşması imzalamak amacıyla (ilk önce ABD ve daha sonra Türkiye’nin arabuluculuğuyla) sürdürdükleri görüşmeler başarılı olmamıştır. Suriye topraklarının bir bölümü (Golan Tepeleri-Kunetra) halen İsrail işgali altındadır.
İsrail’in kuzey komşusu Lübnan (İsrail-Arap Savaşlarına katılmamakla beraber) geçmişte birkaç kez İsrail işgaline uğramıştır. 1980 ve 2006 yıllarındaki İsrail işgalleri (1980 yılında) İsrail ile FKÖ ve 2006 yılında İsrail ile Hizbullah arasında savaşa dönüşmüş, (özellikle) Güney Lübnan’da büyük yıkıma neden olmuştur. Geçmişe baktığımızda Lübnan’ın İsrail’le ilişkilerinin büyük ölçüde Suriye’nin İsrail’le ilişkilerinden etkilendiği görülmektedir.
Geçmişte kaybettikleri üç büyük savaşa rağmen, Filistinlilerin İsrail işgaline karşı direnişi çeşitli yollarla sürdürülmüştür. FKÖ’nün 1964 yılında kurulmasından sonra 1960, 70 ve 80’lı yıllarda Filistinlilerle İsrail arasında birçok şiddet olayı yaşanmış, İsrail (ABD ve Batı Avrupa ülkeleri) FKÖ’yü terörist örgüt olarak niteleyerek, FKÖ ile görüşmeyi ve temas kurmayı reddetmişlerdir. Ancak İsrail işgaline karşı mücadeleyi sürdüren FKÖ bu dönemde Arap ülkelerinden büyük bir destek almış ve uluslararası statü kazanmıştır.
İsrail’in 1980 yılında (1967 yılından beri işgali altında tuttuğu) Doğu Kudüs’ü ilhak etmesi, büyük bir uluslararası tepki yaratmış, BM Güvenlik Konseyi (ABD’nin de veto etmemesiyle) İsrail’in bu kararını reddeden ve yok sayan bir karar almıştır. Bu BM kararı bugün de geçerlidir ve uluslararası hukuka göre Doğu Kudüs dahil tüm Batı Şeria İsrail işgali altındaki Filistin topraklarıdır.
Filistin Sorununda önemli bir dönüm noktası 1988 yılında Tunus’ta Filistin Devleti’nin ilanıdır. Bu devlet bugüne kadar aralarında Türkiye’nin de bulunduğu çok sayıdaki ülke tarafından tanınmıştır. İsrail, ABD ve Batı Avrupa ülkeleri ise (sürgünde kurulan) bu Filistin Devletini tanımamaktadırlar. Esasen Filistin Devletini tanıyan ülke sayısı İsrail’i tanıyan devlet sayısından fazladır. Batı Avrupa ülkelerinin de Filistin Devleti’ni tanıyan ülkelere katılması İsrail üzerinde muhakkak ki önemli bir baskı yaratacaktır.
Filistin Sorununda başka bir dönüm noktası 1990’lı yılların başında (uluslararası ortamdaki değişimlerin de etkisiyle) FKÖ’nün İsrail’i tanıyarak, silahlı mücadeleden vazgeçmesi ve İsrail’in FKÖ’yü Filistin halkının temsilcisi olarak tanımalarıyla başlatılan Oslo süreci ve 1993 yılında varılan Oslo Anlaşmaları olmuştur. Oslo süreci bir yandan işgal altındaki topraklarda (Batı Şeria ve Gazze) bir Filistin (geçici) Yönetimi kurulmasını sağlarken, (masa başında İsrail’in tanıyacağı bir) Filistin Devleti kurulması yönündeki müzakereleri de başlatmıştır.
Ancak İsrail’in özellikle Netanyahu Başbakanlığındaki hükümetler döneminde gerçek bir “İki Devletli” çözümden uzaklaştığı, (zaten durmuş olan) İsrail-Filistin görüşmelerinin tam bir çıkmaza girdiği, İsrail’in sert ve uzlaşmaz tutumunun (Başkan Trump’ın Netanyahu’ya tam destek veren “yanlış” politikalarıyla birlikte) Filistinlileri ( geçmişteki intifadalar gibi) zor seçimlere ittiği izlenmektedir. İsrail’in “Yahudi yerleşim birimleriyle” Batı Şeria’daki kolonileştirme politikası, Batı Şeria’da inşa ettiği duvar, (2006’da çekildiği) Gazze’ye uyguladığı ablukayla Gazze’nin adeta bir “açık hava hapishanesine” dönüştürülmesi (zaten çıkmaza giren barış görüşmelerinin sonuçlandırılmasını ileriye dönük olarak da imkansız hale getirirken) Filistin halkının günlük hayatını da yaşanılmaz hale getirmektedir.
Paylaş