Dünya Mülteciler Günü

Dünya geçen hafta “Mülteciler Gününü” kutladı. 20 Haziran Dünya Mülteciler Günü’ydü. Ancak birçok ülkede mültecilere (sığınmacılara) yönelik tepkiler artıyor. Mülteci konusu birçok ülkede iç politikada tartışmalara ve çekişmelere yol açıyor. Geçen hafta Trump Yönetimi’nin uygulamaya koyduğu bazı kararlar sığınmacılar konusunun ABD’de tekrar gündemin ön planına gelmesine ve tartışılmasına neden oldu.

Haberin Devamı

ABD yanında sığınmacılar konusu Avrupa’da da ciddi tartışmalara sebep oluyor. Sığınmacılar konusuna nasıl yaklaşılacağı konusunda Avrupa ülkeleri içinde farklı görüşlerin ortaya çıktığı izleniyor. ABD’de olduğu gibi AB ülkelerinde de sığınmacılara yönelik tepkilerin büyüdüğü, konunun birçok Avrupa ülkesinde en fazla tartışılan ve (çoğunlukla) istismar edilen sorun haline dönüştüğü görülüyor.

Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksel Komiserliği’nin (UNHCR) verileri iç çatışmalar ve savaşlar nedeniyle evlerini terk etmek zorunda kalan ve mülteci durumuna düşen insan sayısının 68,5 milyona yükseldiğine işaret ediyor. Bu sayı Dünya’nın İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana karşılaşılan en büyük insanı krizle karşı karşıya olduğunu gösteriyor.

Dünya Mülteciler Günü, 2000 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun aldığı bir kararla ilan edilmiştir. BM Genel Kurulu, 2001 yılının Mültecilerin Statüsüne İlişkin 1951 tarihli Sözleşme’nin imzalanmasının 50. yıldönümü olduğunu dikkate alarak, her yıl 20 Haziran tarihinin Mülteciler Günü olarak kutlanmasını kararlaştırmıştır. Amaç Dünya kamuoyunun dikkatinin mültecilerin durumuna çevrilmesi, mültecilerin sorunlarının uluslararası kamuoyuyla paylaşılması ve bu sorunların çözümü konusunda uluslararası bir bilinç oluşturulmasıdır.

Haberin Devamı

Ancak 2000’lı yıllardaki gelişmeler ise sığınmacı (mülteciler) konusunda (özellikle) Batı dünyasında farklı görüşlerin ortaya çıktığı, sığınmacı karşıtlığının arttığı, konunun iç politikada farklı yönleriyle tartışıldığı ve (çoğunlukla aşırı sağcı ve ırkçı gruplar ve partiler tarafından) istismar edildiği bir döneme işaret etmektedir. Batı ülkelerinde artan sığınmacı karşıtlığının bu ülkelerde yükselen “yabancı düşmanlığı”, “İslam karşıtlığı” ve “ırkçılık” gibi sosyal sorunlarla iç içe büyüdüğü, Avrupalı popülist politikacıların ülkelerinin karşılaştığı sorunların nedenlerini yabancılar üzerine yıkarak oy kazanmaya çalıştıkları izlenmektedir.

Dünya’da büyüyen sığınmacı sorununun temelinde (çoğunlukla) Orta Doğu’da ve Afrika’da yaşanan iç çatışmalar, iç savaşlar bulunmaktadır. Suriye, Afganistan, Irak, Libya, Yemen ve Somali’de yaşanan iç çatışmalar bu ülkelerde büyük bir insani krize neden olmuş, bu ülkelerde büyük insan kitlelerinin evlerinden kaçmalarına, ülke içinde ve dışında mülteci durumuna düşmelerine neden olmuştur. Bugün sadece Suriye’de ülke nüfusunun (yaklaşık 23 milyon) yarısına yakınının ülke içinde (6 ila 7 milyon) ve dışında  (5 milyon) sığınmacı durumuna düştüğü hesaplanmaktadır.

Haberin Devamı

İç çatışmalar ve savaş yaşayan diğer ülkelerdeki durum da bundan (Suriye’dekinden) çok farklı değildir. Özellikle çok uzun bir zamandan beri iç savaşlar ve dış müdahalelerle karşı karşıya olan Afganistan ve Somali Dünya’daki mülteci krizinin (Suriye ile birlikte) başta gelen “ kaynak” ülkeleri durumundadır. Myanmar’da Rohingalar’a uygulanan “ etnik temizlik” de Güney Doğu Asya’da çok ciddi bir sığınmacı krizinin ortaya çıkmasına neden olmuştur.

İç çatışmalar ve savaş yaşanan bu ülkelerin komşuları Dünya’da yaşanan bu mülteci (sığınmacı) krizinin “transit” ve “hedef” ülkeleri durumuna gelmiştir. Bugün Türkiye Dünya’da en fazla sığınmacıya ev sahipliği yapan ülkedir. Türkiye’de 3,5 milyonu Suriyeli olmak üzere 4 milyonun üzerinde sığınmacı bulunmaktadır. İran çok sayıda Afganistanlı, Bangladeş Myanmarlı, Uganda Somalili mülteciye ev sahipliliği yapmak durumundadır.

Haberin Devamı

Büyüyen mülteci (sığınmacı) krizi (bir aşamada) kaçınılmaz olarak Avrupa’yı da etkilemiştir. Ege Denizi ve Balkanlar yoluyla 2015 yılı başından itibaren Avrupa ülkelerine doğru meydana gelen sığınmacı akımı Avrupa ülkelerinde büyük bir kriz yaratmış, bu sığınmacı krizi ancak 2016 yılı Mart ayında AB ile Türkiye arasında imzalanan Mülteci Anlaşmasıyla sonlandırılabilmiştir. Ocak 2015 ve Mart 2016 ayları arasında Ege Denizi ve Balkanlar yolu üzerinden Avrupa’da varmaya çalışan sığınmacıların sayısının 1,5 milyona yaklaştığı, bu sığınmacıların önemli bir bölümünü Suriyelilerin (%48 kadarı), Afganlıların (%21 kadarı) ve Iraklıların (%10) oluşturduğu hesaplanmaktadır.

Haberin Devamı

Ege Denizi ve Balkanlar üzerinden Avrupa’ya olan bu sığınmacı akımı Avrupa ülkeleri arasında ciddi ve hala devam eden görüş ayrılıklarına neden olmuştur. Başbakan Merkel’in sığınmacılara daha sıcak bakan tutumu Almanya içinde olduğu kadar bazı (Macaristan ve Avusturya başta olmak üzere) Avrupa ülkelerinde de yoğun eleştirilere sebep olmuş, 2015 sığınmacı krizi AB içindeki dayanışma ve işbirliğini zorlama noktasına kadar gelmiştir. Macaristan gibi bazı ülkelerde sığınmacılara karşı gösterilen (çoğunlukla ırkçı olarak nitendirilen) tepkiler hala hatırlardadır. Bu ülkelerin sığınmacı karşıtı tutumları bugün de devam etmektedir. Macaristan Parlamentosu daha geçen hafta sığınmacılara yardım etmeyi suç sayan bir kanunu kabul etmiştir.

Haberin Devamı

Avrupa, İspanya (Fas üzerinden) ve Ege Denizi ve Balkanlar yollarını (Türkiye’ye ile yapılan Anlaşmayla) sığınmacılara kapayabilmiş, ancak Akdeniz üzerinden (Libya yoluyla) İtalya’ya sığınmacı akımını durdurmada başarılı olamamıştır. Akdeniz üzerinden Avrupa’ya (İtalya yoluyla) devam eden (çoğunluğu Eritre, Nijerya ve Somali gibi Afrika ülkelerinden kaynaklanan) sığınmacı akımı Avrupa ülkeleri arasında sorunlara, tırmanan gerginliklere neden olmaktadır. Aşırı sağ hükümetlerin iktidarda olduğu İtalya ile Avusturya arasında ortak bir tutum ortaya çıkartılmaya çalışıldığı, İtalya-Fransa ilişkilerinin (sığınmacı sorunu üzerinden) gerginleştiği bir ortamda, Almanya Başbakanı Merkel AB içinde (sığınmacı konusunda) ortak bir tutum ortaya çıkartmaya çalışmakta, ancak (AB içinde olduğu kadar) Almanya (kendi partisi) içinde bile Merkel’e muhalefet artmaktadır.

Sığınmacılar konusunda yoğun tartışmaların yaşandığı bir ülke de ABD’dir. Başkan Trump seçim kampanyası sırasında sığınmacılar konusunu ön plana çıkartmış, Meksika sınırına “duvar” önerisi ülkede ciddi tartışmaların yapılmasına yol açmıştır. Trump’ın “duvarın” masraflarını Meksika’ya ödettireceği ifadeleri ABD ile Meksika arasında da çekişmelere sebep olmuştur. Bu Kasım ayında önemli Kongre ve yerel seçimlerin yaklaştığı bir dönemde, Trump’ın “güneyden gelen” sığınmacı “sorununu” (tekrar) ön plana ittiği izlenmektedir.

Trump Yönetimi geçen hafta “0 tolerans” adı verilen bir politikayı uygulamaya koymuş, ancak bu uygulamaların sınırı yasadışı olarak geçen sığınmacıların 18 yaşından küçük çocuklarından ayrılmaları, bu çocukların “alıkoyma merkezlerinde” tutulmaları yoğun eleştirilere neden olmuştur. Eleştirilerin artması üzerine Başkan Trump sınırdan “yaşa dışı geçişlerin” engellenmesi amacını güden uygulamaların bu bölümünden vazgeçmek zorunda kalmıştır.

ABD ve Avrupa’da artan sığınmacı karşıtlığının birbirini etkilediği ve sığınmacı karşıtı (aynı zamanda yabancı düşmanlığını körükleyen) çevreler arasında bir bağ ve etkileşim olduğu açıktır. Başkan Trump geçmişte Almanya Başbakanı Merkel’in sığınmacılara yakın politikalarını sıklıkla eleştirmiştir. Başkan Trump geçen hafta attığı bir twitte de sığınmacılar nedeniyle Almanya’da suç oranının arttığını ileri sürmüş, bu konuda sığınmacıları suçlayan tutuma destek vermiştir.

Avrupa ülkelerinde sığınmacılar nedeniyle suç oranlarının arttığını gösteren hiçbir bilimsel çalışma yoktur. Başbakan Merkel’in ofisinden yapılan açıklamada da 2015’ten bu yana Almanya’da suç oranında artma değil düşme olduğu (istatistikler verilerek) açıklanmıştır. Başkan Trump’ın ABD’ye güney sınırından gelen sığınmacı sorununu anlatırken (fare, böcek ve parazitlerle sarılma, istila edilme anlamına gelen) “infested”  kelimesini kullanması da eleştirilere neden olmuştur.

Bu yıl 20 Haziran “Dünya Mülteciler Günü “ Batı ülkelerinde mültecilere ve gelen sığınmacılara karşı yükselen “karşıtlığın” yeni (ve bazılarına göre tehlikeli) boyutlara ulaştığı işte böyle bir ortamda kutlanmıştır. Batı ülkelerinin önümüzdeki dönemde göçmen ve mülteci politikalarını daha da sertleşmeleri kaçınılmaz gibi görünmektedir. Böyle bir ortamda mültecilerle ilgili uluslararası işbirliğini arttırma, sığınmacıların yaşam koşullarını (insan onuruna uygun şekilde) iyileştirme yönündeki gayretlerde başarılı olunmasını beklemek de gerçekçi olmayacaktır.

Göç ve mülteci hareketleri bakımından uluslararası hukuk esasen yetersizdir. Bu konudaki en önemli uluslararası belge 1951 yılında imzalanan Mültecilerin Statüsü Konusundaki BM Sözleşmesi’dir. BM bünyesinde hazırlıkları bir süreden beri süren bir “Mültecilere İlişkin Küresel Mutabakat” çalışması bulunmaktadır. Mülteciler konusunda uluslararasında en aktif kuruluşlar da (iki defa Nobel barış ödülü alan) “BM Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR)” ve (yine BM’lere bağlı) “Uluslararası Göç Örgütü (IOM)’dür.

Uluslararası kitlesel insan (göç ve mülteci) hareketlerini tarif etmek için kullanılan mülteci, göçmen, sığınmacı gibi kelimeler de (çoğunlukla) birbirleri yerine kullanılabilmekte, bu gruplar arasında ayrım yapılmasında da zorluklarla karşılaşılmaktadır. Mülteci kelimesi genelde ırk, din, tabiiyet, belirli bir siyasi ve sosyal gruba mensubiyet gibi sebeplerle baskı ve zulüm gören ve vatandaşı olduğu ülkeden ayrılmak zorunda kalan kişileri tanımlamak için kullanılmaktadır. Göçmen ise herhangi zorlayıcı bir sebep olamadan ve çoğunlukla ekonomik nedenlerle, daha iyi bir yaşam sağlamak amacıyla ülkesini terk eden kişileri tanımlamaktadır. Ancak bu iki grup arasındaki çizgiler (çoğunlukla) sanıldığı kadar belirgin değildir ve (iki grup arasında) ayrım kolaylıkla yapılamamaktadır.

Uluslararası hukuk daha çok mültecilere haklar getirmekte, son dönemlerde (ayrım yapmadaki zorluklar nedeniyle) ülkemizde daha genel ve kapsayıcı “sığınmacı” kelimesinin sıklıkla kullanıldığı izlenmektedir. Her ülke “mülteci” statüsünün tanınmasında ve “iltica” hakkının verilmesinde kendi hukuk sistemini yürürlüğe sokmaktadır. Ülkeler bu çerçevede (dış karışmaların önünü kapatmak amacıyla) UNHRC’nin topraklarındaki faaliyetlerine de kısıtlamalar getirebilmektedir. Resmi mülteci statüsü olmayan milyonlarca kişi bugün kendi ülkeleri içinde, komşu ülke sınırlarında veya sığındıkları ülkelerde (çoğu kez insani olmayan zor şartlarda) yaşam mücadelesi vermek durumunda kalmaktadır.              

 

Yazarın Tüm Yazıları