Paylaş
Türkiye Barış Pınarı Harekatına ABD ile Güvenli Bölge oluşturulması için yürütülen müzakerelerin sonuç vermemesi üzerine Tel Abyad ile Rasulayn bölgesinde askeri bir operasyona başlamıştı. Türkiye’nin sınır güvenliğini sağlama konusundaki kararlılığı göstermesi üzerine Trump Yönetimi Türkiye’ye üst düzey bir heyet göndermeye karar verdi.
Geçen hafta Ankara’ya gelen heyette ABD Başkan Yardımcısı Mike Pence, Dışişleri Bakanı Pompeo, Beyaz Saray Milli Güvenlik Danışmanı O’Brien ve ABD’nin DEAŞ ile Mücadele ve Suriye Özel Temsilcisi Jeffrey bulunuyordu. O’Brien ve Jeffrey Türkiye’ye bir gün önce geldiler ve Ankara’da yoğun müzakereler gerçekleşti.
Sonuçta ortak bir metin üzerinde anlaşıldı ve PYD/YPG’nin Türkiye sınırından Suriye’nin içine doğru, ağır silahlarını ABD’ye teslim ederek, 32 km çekilmesi üzerinde mutabakat sağlandı. PYD/YPG’nin bu çekilmeyi sağlaması ABD’nin sorumluluğundadır.
Türk güçleri Barış Pınarı Harekatı sırasında PYD/YPG’den temizlediği Tel Abyad ve Resulayn şehir merkezlerinin de içinde bulunduğu 1300 km2 kadar bir alanda kalmaya devam etmektedir. Türk yetkililer çok açık bir şekilde 13 maddelik metin uygulanmadığı takdirde Barış Pınarı Harekatına tekrar başlanacağını vurgulamaya özen göstermektedir.
Türkiye ile ABD arasında varılan mutabakatta Barış Pınarı Harekatına 120 saat (5 gün) ara verilmiştir. Bu beş günlük süre bugün akşam sona ermektedir. Mutabakata göre Salı akşam saatlerine kadar PYD/YPG’nin Fırat Nehrinden Irak sınırına kadar sınır bölgesinde Türkiye-Suriye sınırının 32 km güneyine çekilmemesi halinde Türkiye’nin Barış Pınarı Harekatını başlatma hakkı bulunmaktadır.
Türkiye’nin üst düzey ABD heyeti ile varılan mutabakat uyarınca, PYD/YPG’nin Türkiye’nin kurmak konusunda kararlı olduğunu gösterdiği Güvenli Bölge’den çekilmesini sağlamak için, Barış Pınarı Harekatına ara vermesi diplomasiye hız kazandırmıştır. Unutulmaması gereken husus zaten Ankara’nın ilk önceliğinin, Türkiye’nin ihtiyaçlarını karşılayacak bir Güvenli Bölge’yi görüşmeler yoluyla
kurmak olduğudur. ABD ile Ankara’da geçen hafta varılan mutabakat bunun yolunu açmıştır.
Doğal olarak Vaşington’un Suriye’de Ankara’ya verdiği sözleri yerine getirmeme gibi bir geçmişinin olması yine Güvenli Bölge’nin bu kez de görüşmeler yoluyla kurulup kurulamayacağı konusunda şüpheleri arttırmaktadır. Ancak bunu görmek için çok beklemeye de gerek bulunmamakta; varılan mutabakat gereği Türkiye’nin askeri operasyonu durdurma konusunda tanıdığı müddet bugün akşam saatlerinde sona ermektedir.
Suriye bağlamında bugün Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Soçi’de Rusya Devlet Başkanı Putin ile gerçekleştireceği görüşmeler de büyük önem taşımaktadır. Türkiye’nin istediği, ihtiyaçlarına karşılık verecek bir Güvenli Bölge’nin kurması konusunda Moskova’nın sağlayacağı destek önemli olacaktır.
Şimdi Ankara, Rusya’nın Münbiç’i PYD/YPG’den temizlemesini ve Münbiç’te terörist kalmamasını beklemektedir. Bugün Soçi’de yapılacak görüşmelerde Ankara’nın kurmakta kararlı olduğunu gösterdiği Güvenli Bölgenin ağırlıklı bir şekilde masada olacağı ortadadır. Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Rusya Devlet Başkanı Putin’in Suriye konusunun her yönünü ele almaları beklenmekte, bu çerçevede 31 Ekim’de Cenevre’de çalışmalarına başlayacak olan Suriye Anayasa Komitesi’nin çalışmaları ön plana çıkmaktadır.
Rusya’nın kurulmasında karar verici rol oynadığı Anayasa Komitesi’nin çalışmalarını ne ölçüde desteklemeye; Şam rejimini, Suriye’nin daha demokratik bir Anayasa’ya sahip olması ve Suriye’de halkın ülkenin yönetimine katılmasını sağlayacak siyasi reformların gerçekleştirmesi yönünde, ne ölçüde itmeye hazır olduğu henüz açık değildir. Moskova’nın Suriye’de siyasi çözümden ne anladığı ve nasıl bir siyasi çözümü gözünde canlandırdığı henüz tam olarak ortaya çıkmamıştır.
Rusya’nın Esad rejimini desteklediği ve güçlenmesini istediği açıktır. Rusya’nın şu ana kadar Suriye’deki politikası ve askeri, siyasi girişimleri Şam rejiminin güçlendirilmesi yönünde olmuştur. Ancak Rusya Devlet Başkanı Putin’in Şam’daki rejimin meşruiyet kazanması, Suriye’nin yeniden birleşmesi, siyasi birliği ve toprak bütünlüğünü koruyabilmesi için yeni bir anayasa ile Suriye’de siyasi ve ekonomik reformların gerçekleştirilmesine ihtiyaç bulunduğunu gördüğü ve anladığı; bu yönde Şam rejimi üzerindeki baskısını bu yönde kullanacağı ümit edilmektedir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 13 Kasım tarihinde ABD’yi ziyaret etmesi ve Vaşington’da Başkan Trump ile görüşmesi de beklenmektedir. Eğer 13 maddelik mutabakat hayata geçirilebilir ve yeni bir askeri operasyona gerek olmadan Güvenli Bölge oluşturulabilirse Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Vaşington ziyaretinin başarılı geçmesi için gerekli şartlar da oluşmuş olacaktır.
Barış Pınarı Harekatı’na Batı’da bazı çevrelerin ve bu çevrelerce yanlış ve çarpıtılmış bilgilerle beslenen Batı medyasının gösterdiği tepkinin bir Türkiye karşıtlığına dönüştürülmesi Türkiye’den büyük bir kırgınlık ve tepki ile izlenmiştir. Barış Pınarı Harekatı’na özellikle Avrupa ülkeleri ve Avrupa basını tarafından oluşturulan “akıl dışı” tepkinin bir Türkiye karşıtlığı halini almasının kaçınılmaz olarak Türkiye’nin Avrupa ile ilişkilerinde uzun süreli sonuçları olacaktır.
Türkiye’de hemen herkes Batı’da oluşturulan Türkiye karşıtı havanın temelinde nelerin yattığını artık daha iyi anlamaktadır. Türkiye’nin haklı gerekçelerle istediği Güvenli Bölge fikrine bu ölçüde karşı çıkan Batı ülkelerinin aklında( aksi yönde yapılan yoğun propagandaya rağmen) ne DEAŞ ile mücadele ne insani mülahazaların bulunmadığı apaçık ortaya çıkan bir gerçektir. Türkiye karşıtlığına dönüşen bu tepkinin altında yatan esas sebep, Suriye’deki siyasi oyun ve projelerin şimdi bozulmuş olması kadar, Türkiye’nin bölgesinde oynamak istediği etkili rolü önleme isteği ve kaynağını tarihten alan Batı’daki “içgüdüsel” dürtülerdir.
Başkan Trump Barış Pınarı Harekatı başladığından bu yana çok sayıda “tweet” atmış, kısa açıklamalar yapmıştır. Bazı zamanlarda birbirleri ile çelişkili olan ve değişik amaçlarla atıldığı anlaşılan bu “tweetler” arasında en çarpıcılarından biri Obama Yönetimi’nin Suriye’de PKK ile girdiği işbirliğinin büyük bir hata olduğunu vurgulayanıdır.
Gerçekten de Vaşington’da bazı çevreler, PKK’nin Suriye kolu olduğunu çok iyi bilmelerine rağmen, PYD/YPG ile Suriye’de işbirliğine girmekle, ABD ve Türkiye’yi Suriye’de adım adım karşı karşıya getirecek bir yolu açmışlar ve bugün Suriye’de karşılaşılan durumun mimarı olmuşlardır. Başkan Trump’ın 2014’den bu yana ortaya çıkarılan bu tabloyu gördüğü ve (Türkiye ile ABD’yi silahlı bir çatışmaya sürüklemeden) sürdürülmesinin imkansızlığını anladığı ortaya çıkmaktadır.
ABD’nin PKK’nin Suriye kolu ile ortaklığının ABD Savunma ve Dışişleri Bakanlıklarındaki mimarlarının geçen haftaya kadar direnişi, Vaşington’un bu yanlış ve giderek Suriye’nin toprak bütünlüğü ve siyasi birliğini hedef alan politikasından vazgeçmesini engellemiştir. PKK’yi Suriye’de ABD’nin “yerel
müttefiki” yapan bu politikanın Vaşington’daki mimarlarının bu politikalarının Türkiye’nin hayati çıkarları ile taban tabana ters düştüğünü görmemeleri, görmek istememeleri veya görüp aldırış etmemeleri Türkiye-ABD ilişkileri için büyük bir talihsizlik olmuştur.
Esasen ABD’nin ilk önce Irak ve (çok daha sonra) Suriye’de Kürtlerle kurdukları yakın temaslarının geçmişi epey eskiye İran’da Şah yönetiminin bulunduğu ve İran-Irak ilişkilerinin gerginleşmeye başladığı dönemlere, 1970’lı yılların başlarına gitmektedir. ABD’nin Irak Kürtleriyle kurduğu yakın ilişkiler, Saddam Hüseyin’in arka arkaya yaptığı hatalar nedeniyle, 1990’larda ve 2003 yılında Irak’ın işgali sırasında ve sonrasında Vaşington’un “epey” işine yaramıştır.
Vaşington’un Irak’ta Iraklı Kürtlerle kuruduğu ilişkileri Suriyeli Kürtlerle kurma politikasının başlangıcı ise Irak’ın işgalinden hemen sonra başlatılmıştır. Irak’a yerleşen ABD, 2003 yılından sonra Suriye’de Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı bölgelere “komşu” durumuna gelmiş ve ABD ile Suriye Kürtleri arasında doğrudan temaslar bu tarihte başlamıştır.
Suriye’de 2004 yılında Haseke ve Kamışlı’da başlayan olaylarda ABD’nin (ve İsrail’in) rolü olduğu o dönemde Suriye yetkililerince açıkça beyan edilmiştir. Haseke ve Kamışlı’da yerel Kürt ve Arap futbol takımları arasında yapılan bir maç sırasında başlayan ve sonra yayılan gösterilerde, Kürtlerin Bush (o zamanki ABD Başkanı) ve İsrail Başbakanı Netanyahu’nun resimlerini taşıdıkları ve ABD lehinde sloganlar attıkları, bu durumun Şam rejiminde alarm zilleri çaldırdığı gayet iyi hatırlardadır.
ABD’nin ilk önce Irak ve daha sonra Suriye’de Kürtleri kullanmak isteyen politikalarının Vaşington’daki mimarlarının, Türkiye’nin Irak ile Suriye Kürtlerine yaklaşımı ile bu iki ülkedeki Kürt azınlığın farklarını bilmemeleri imkanı bulunmamaktadır. Esad rejiminin PKK’ya 20 sene kadar bir süre verdiği doğrudan desteğin (1980’lerden 1998’e kadar) Suriye’de PKK’nin yerleşmesini sağladığı ve PYD/YPG’nin doğrudan PKK’nın Suriye uzantısı olduğunun konuyla ilgilenen ABD yetkilileri tarafından başlangıçtan itibaren bilinmemesi imkanı yoktur.
ABD’nin Suriye’de PKK ile kurduğu bu ilişki başlangıçtan itibaren Ankara’yı rahatsız etmiş, DEAŞ ile mücadele kisvesi altında, bu ilişkinin arttırılması ve PKK’nın Suriye uzantısı PYD/YPG’nin Suriye’de izlenen ABD politikasının odak noktasına oturtulması Ankara’daki tepkileri büyütmüştür. ABD’nin tüm Doğu Suriye’de yaydığı PYD/YPG kontrolünü Suriye Demokratik Güçleri gibi isimler altında saklama girişimleri de Ankara’da olumlu karşılanmamıştır.
Daha sonra Vaşington, Ankara’yı oyalamak için girilen müzakerelerde verilen sözleri ve varılan mutabakatları sahada uygulamamış; bu durum Ankara’da ABD’nin Doğu Suriye’de ne yapmak istediği konusunda var olan kuşkuları daha da arttırmıştır. Vaşington’un uygulamaya koymadığı sözler arasında Münbiç Mutabakatı da bulunmaktadır. Bu durum haklı olarak Vaşington, PYD/YPG’ye söz mü geçiremiyor sorusunu ortaya çıkartmaktadır.
Vaşington’un bölgeden çekilirken Münbiç’i Ruslara ve rejim güçlerine “devretmesi” Türkiye’de “hayretle” karşılanmıştır. ABD’nin Suriye politikasını değiştirdiği 2014 yılından sonra Suriye’de Rusya ile “yakın” bir işbirliği içinde olduğunu hatırlayanlar ise bu durumun sebeplerini daha iyi kavramaktadır. Geçen hafta meydana gelen gelişmeler bir anlamda Suriye’de oynanan oyunları açığa çıkartmış, kimin neyi niçin istediğinin de daha açık şekilde görülmesini sağlamıştır.
Suriye, Türkiye için dış politikada en önemli sorun olmayı sürdürmektedir. Türkiye’nin Suriye ile çok uzun bir sınırı paylaşması, 8 yıldır bölgesel ve küresel güçlerin doğrudan karıştıkları bu savaşı Türkiye için bir güvenlik sorunu haline getirmiştir. Türkiye’de 3,7 milyon Suriyeli bulunması Türkiye için Suriye sorununun çözümünü Suriyeli sığınmacıların önemli bir bölümünün ülkelerine dönmesi için de zorunlu hale getirmektedir.
Suriye’nin Türkiye için kazandığı büyük hayati öneme rağmen, Suriye’nin ABD ve Rusya ile ilişkilerimizde tek sorun ve konu olmadığını ve Ankara’nın bu iki ülke ile ilişkilerini yürütürken çok daha fazlasını düşünmek ve dikkate almak zorunda olduğunu ortaya koyanlar haklıdır. Her şeyden önce Türkiye’nin hem Rusya hem de ABD ile ilişkilerinin büyük öneme haiz ekonomik bir yönü bulunmaktadır.
Ankara, Vaşington ve Moskova ile yürüttüğü görüşme ve müzakerelerde hem Suriye’deki menfaatlerini korumak zorundayken hem de ABD ve Rusya ile ilişkilerinin normal yönde gelişmesini, bu iki ülkeyle ilişkilerinde olumlu gündemin kaybolmamasını sağlamaya çalışmak durumundadır. Bu dikkatli bir diplomasiyi, akılcı hareket etmeyi gerektirmekte; gerekirse bazı sorunları zaman içinde çözme zorunluluğunu ortaya çıkartmaktadır.
Paylaş