Berlin zirvesi

Libya giderek uluslararası toplumun dikkatlerini daha fazla üzerine topluyor. Libya’nın yeni bir Suriye olmasından endişe duyulduğu belirtiliyor. Ancak, Libya’daki iç savaş zaten Suriye’dekine benzer bir şekilde gelişmiş durumda.

Haberin Devamı

Libya’da çarpışan taraflar var. Bu çarpışan taraflar dış güçlerce açıkça destekleniyor. Baktığımızda dış güçlerin geçen yıl içinde General Haftar’ın Libya’da bir askeri “zafer” kazanmasını ve tüm Libya’yı kontrol altına almasını destekler bir tutum içine girdikleri görülüyor. Bu “dış güçler” içinde Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, Fransa başta geliyor.

General Haftar’ın Libya’yı ele geçirmesi bu ülkede demokratikleşme yönünde 2011’den bu yana beslenen bütün ümitlerin sonu anlamına geliyor. Eğer tüm Libya’yı ele geçirirse General Haftar’ın Kaddafi tipi totaliter bir rejim oluşturacağı, Libya’da yeni bir Kaddafi yönetiminin kurulacağı açık. Aynen Mısır’daki totaliter Sisi rejimi gibi dıştan destekli askeri bir yönetimin, şimdi General Haftar’la Libya’da kurulması amaçlanıyor.

Haberin Devamı

Fransa gibi Batılı ülkeler Libya’da yeni totaliter bir rejim kurulmasından endişeli değiller. Libya’da da, aynen Mısır’da yaptıkları gibi, totaliter askeri bir diktatörlük rejimini desteklemeye hazır görünüyorlar. Zaten akıllarında olan Arap ülkelerinde “demokrasi, çoğulculuk, halkın yönetime katılması, serbest seçimler” değil. Libya’da da kendilerine “bağlı” ve “bağımlı” bir diktatörün “istikrar” sağlamasını ve bu ülkedeki kendi çıkarlarının devam etmesini istiyorlar.

Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan’daki yönetimler zaten Arap Baharının ortaya çıkarttığı “fikirlerden” bir an önce kurtulmak, Arap Dünyası’ndaki statükonun devam etmesi taraftarı. Arap Baharı ile ortaya çıkan, Arap halklarının yönetime katılma ve demokrasi gibi taleplerini kendi ülkeleri için bir “tehdit” olarak algılıyorlar. Bu iki ülke baştan beri, Mısır’da Sisi yönetimi gibi, şimdi de Libya’da, Haftar askeri yönetimini ve diktatörlüğünü destekliyorlar.

Libya’da Haftar askeri yönetimini kurmak yönünde 2019 yılında ciddi adımlar atılıyor. Haftar geçen yılın Nisan ayından bu yana başkent Trablus’u ele geçirmeye çalışıyor. Güneyden ilerleyen Haftar güçleri Trablus’un dış banliyölerine kadar gelmiş durumda. Haftar Güçleri doğudan batıya doğru da ilerliyor. Kısa bir süre önce Sirte’nin Haftar güçlerinin eline geçmesi Trablus üzerindeki baskının büyüdüğü anlamına geliyor.

Haberin Devamı

Ancak her geçen gün bir adım daha General Haftar lehine gelişen bu tablo geçen sene Kasım ayında değişmeye başlıyor. İlk önce Türkiye ile Trablus’taki “Ulusal

Uzlaşı Hükümeti” arasında 2 mutabakat imzalandığı haberi geliyor. Bu mutabakatlardan birisinin Türkiye ile Libya arasındaki deniz yetki alanlarının sınırlandırılması konusunda olması Yunanistan ve Kıbrıs Rum Yönetiminde “büyük” tepkiyle karşılanıyor. Yunanistan Dışişleri Bakanı’nın General Haftar ile görüşmek üzere Bingazi’ye gittiği açıklanıyor.

Kasım ayından sonraki gelişmeler Türkiye’nin Trablus Hükümeti yanında yer almasını daha da hızlandırıyor ve Türkiye Trablus Hükümetinin düşmesine ve Libya’nın, Mısır’daki Sisi yönetimine benzer bir şekilde, General Haftar yönetiminin kontrolüne girmesine göz yummayacağını açıklıyor. 2 Ocak günü Türkiye Büyük Millet Meclis’in Hükümete Libya’ya asker gönderme yetkisi vermesi Ankara’nın bu konuda ne kadar ciddi olduğunu ortaya koyuyor.

Haberin Devamı

Daha önceki yazılarımda vurguladığım gibi, Ankara’nın Libya’ya asker gönderme yetkisi alması Türkiye’nin Libya’ya siyasi bir çözüm bulma konusundaki uluslararası gösterilen çabalarda elini oldukça güçlendiriyor. Suudi Arabistan ve Mısır’ın kontrolündeki Arap Ligi’nden Türkiye’nin Libya’ya asker gönderme kararına gelen tepki Kahire, Riyad ve Abu Dabi’deki Arap Baharının izlerini Arap ülkelerinden tamamen silme konusundaki tutumlarını yansıtıyor.

Ancak, Libya sorununu bu ülkede yeni bir askeri diktatörü (General Haftar’ı) iktidara getirerek çözmek isteyen başkentlerde esas “şaşkınlık” Türkiye ile Rusya’nın Libya konusunda birlikte hareket etmeleriyle daha da üst düzeye çıkıyor. Rusya Devlet Başkanı Putin’in 8 Ocak günü İstanbul’da Cumhurbaşkanı Erdoğan’la yaptığı görüşmeden Libya’da ateşkesin desteklenmesi kararı Libya’da General Haftar’la askeri bir çözüm arayan (ve buna çok yaklaştıklarını düşünen) başkentlerde (Kahire, Riyad, Abu Dabi ve Paris) büyük bir endişe yaratıyor.

Haberin Devamı

General Haftar destekçisi ülkeler 11 Ocak tarihinde Moskova’da Rusya ve Türkiye’nin bir ateşkes metni üzerinde anlaşmalarından da büyük bir rahatsızlık duyuyorlar. Rusya tarafından Moskova’ya davet edilen Trablus Hükümeti Başbakanı Sarrac ateşkes mutabakatı metnini imzalıyor, ancak General Haftar, çeşitli bahaneler bularak, metni imzalamadan Moskova’dan ayrılıyor. Ancak Rusya’nın Libya’da ateşkesten ve siyasi bir çözümden yana tavır alması Berlin Sürecine tekrar “hayat” kazandırıyor.

O noktaya kadar Berlin Sürecinin nasıl devam ettirileceği, hatta devam ettirilip ettirilmemesi konusunda “kararsız” duran Almanya, Moskova toplantısından sonra Berlin’de bir Libya Zirvesi toplanması konusunda harekete geçiyor ve davetiyeler 13 Ocak’ta gönderiliyor. O güne kadar Berlin Sürecine (31 Aralık

Haberin Devamı

tarihli yazım) teknik düzeyde (5+5 formülünde) katılan 10 ülkeye ilaveten Cezayir ve Kongo’nun da davet edildiği Zirve 19 Ocak günü Berlin’de toplanıyor. Berlin Zirvesine 12 ülke Devlet ve Hükümet Başkanları veya üst düzey yetkililer seviyesinde katılıyor. ABD’yi Zirvede Dışişleri Bakanı Mike Pompeo temsil ediyor.

Zirve’ye BM Genel Sekreteri Antonio Guterres ile Libya Özel Temsilcisi Gassan Salame’nin de katılması Zirve’nin Birleşmiş Milletler tarafından da desteklendiği anlamına geliyor. Zirveye ayrıca Avrupa Birliği, Arap Ligi ve Afrika Birliği temsilcileri de katılıyor. Zirveye davet edilmelerine ve Zirve sırasında Berlin’de bulunmalarına rağmen Libya’daki “rakip” iki tarafı temsil eden Başbakan Sarrac ve General Haftar, Zirve’nin 4 saat süren görüşmeler bölümünde hazır bulunmuyorlar. Başbakan Sarrac, General Haftar’ın meşruluğunu soruşturuyor ve General Haftar’la artık aynı masaya oturmayacağını ifade ediyor.

İşte Berlin Libya Zirvesi böyle bir ortamda toplanıyor ve önemli bazı kararlar almayı başarıyor. Zirve sonucu kabul edilen “Ortak Bildiri” önemli. Sonuç Bildirisi konusunda Almanya Dışişleri Bakanının yaptığı “anahtar” benzetmesi ve Berlin’de anahtarların ortaya çıkartıldığını, şimdi uluslararası toplumun Libya kilidini açması gerektiğini vurgulaması durumu bütün açıklığıyla ortaya koyuyor.

Uzun bir metinden oluşan Berlin Libya Sonuç Bildirisi her şeyden önce Libya sorununa askeri bir çözüm bulunamayacağını ve çözümün siyasi olması gerektiğini kabul ediyor. Bildiride ateşkese uyulması ve tüm askeri harekatların durdurulması çağrısı yapılıyor. Bildirinin diğer önemli maddeleri arasında tüm ülkelerin, BM Güvenlik Konseyi kararları hilafına Libya’daki taraflara silah ve askeri araç gereç sağlamamaları çağrısı bulunuyor. Libya’daki iki taraf siyasi çözüm sürecine dönmeye çağrılıyor ve 17 Aralık 2015 tarihinde imzalanan ve Libya’da birleşik bir yönetim kurulmasını hedefleyen Libya Siyasi (Skhirat) Anlaşması bunun için bir temel olarak gösteriliyor.

Berlin Zirvesi Sonuç Bildirisi, Libya’daki iki taraf arasında 10 kişiden (5+5) kurulacak bir Askeri Komite’nin ateşkesi izlemesini öngörüyor; Libya’daki durumu kontrol altında tutmak amacıyla bir Uluslararası İzleme Komitesi kurulmasını kararlaştırıyor. Uluslararası Komite’nin Zirvesi’ne katılan 12 ülkenin üst düzey temsilcilerinden oluşması, Komite’nin çalışmalarını 4 teknik alt komite ile sürdürmesi gerekiyor. Berlin Sonuç Bildirisi BM Güvenlik Konseyi’ni konuyu görüşmeye ve “Sonuç Bildirisini” (bir karar tasarısı ekinde) kabul etmeye de davet ediyor; böylece Bildirinin bağlayıcılığının arttırılması hedefleniyor.

Berlin Zirvesinin Libya’da siyasi çözüm sürecini yeniden başlatıp başlatmadığı, General Haftar’ın ateşkese uyup uymayacağı açık değil. Haftar’ın Sonuç Bildirisini imzalamadan (aynen Moskova’da yaptığı şekilde) Berlin’den ayrıldığı biliniyor. Bu doğal olarak iyi bir işaret olarak görülmüyor. Haftar’ın BM Güvenlik Konseyi kararı haline dönüştürülecek, Berlin Zirvesi kararlarına uyacağı ümit ediliyor.

BM Güvenlik Konseyi’nin 5 daimi üyesi Berlin Sürecinin üyesi olduklarından, BM yetkilileri zaten Berlin Zirvesine katıldıklarından ve Zirve’yi desteklediklerinden, BM’nin Berlin Zirvesi Sonuç Bildirisini aynen kabul etmesi bir sorun olarak görünmüyor. Burada sorun Libya’da askeri bir çözüme çok yaklaştığını düşünen General Haftar’ı ve onun destekleyicisi ülkeleri (Mısır, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Fransa başta olmak üzere) Berlin Zirvesi kararlarına uymaya zorlamak olarak ortaya çıkıyor.

Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri ve Fransa’nın Berlin’de olmaları ve Berlin Zirvesi kararını kabul etmiş gibi görünmeleri de durumu fazla değiştirmiyor. Geçmişte bu üç ülkenin BM kararlarına rağmen General Haftar’a silah ve paralı asker sağladıkları ve General Haftar’ı Libya’da askeri bir çözüm için teşvik ettikleri gayet iyi biliniyor. Eğer uluslararası toplum Libya’da gerçekten ateşkes ve siyasi bir çözüm istiyorsa General Haftar kadar, ona destek veren ve Libya’daki savaşı teşvik eden dört başkent (Kahire, Riyad, Abu Dabi ve Paris) üzerindeki baskısını arttırarak devam etmesi gerekiyor.

Türkiye açısından geçen haftaki gelişmelerin ilginç bir yanı da, Rusya ve Almanya’nın baskısı altındaki General Haftar’ın Berlin’e gitmeden önce Atina’ya uğramasıydı. General Haftar’ın Yunanistan Dışişleri Bakanı ve Başbakanı ile yaptığı görüşmeler ve Yunanistan’ın Libya konusunda ortaya attığı “tehditler” sadece Türkiye’de değil, uluslararası toplum tarafından da ilgi ve hayretle izlendi.

Berlin Zirve’sine davet edilmemesinin Atina’da büyük bir “kızgınlık” yarattığı ve Almanya’ya duyulan “öfkenin” Yunanistan’ı Berlin’i tehdit etmeye kadar götürdüğü görüldü. Atina Dünya’yı, eğer Avrupa Birliği Doğu Akdeniz’de kendi yanında yer almaz ve Türkiye-Libya Deniz Yetki Alanları Mutabakatına karşı çıkmazsa, AB içinde Berlin Zirvesi kararlarını veto etmekle tehdit etti.

Yunanistan’ın Libya konusuna sadece kendi menfaatleri açısından baktığını, Libya’daki durumla ilgisinin de sadece Doğu Akdeniz’e bağlı olduğunu bu şekilde Dünya’ya ilan etmesi, bir yandan Berlin Zirvesine davet edilmemesinin haklılığını ortaya koyarken, Yunanistan’ın AB içinde şimdiye kadar yürüttüğü “şantaj” politikasını da bir kere daha gözler önüne serdi. Yunanistan’ın Doğu Akdeniz ve

Libya konusunda giderek “hırçınlaşan” tutumunun bütün Dünya tarafından izlenmesine rağmen, Atina’ya tepki gösterilmemesi bu ülkenin Batı ülkeleri tarafından hala “şımartılmaya” devam ettiğinin yeni ve iyi bir işareti oldu.

Aynen Ege Denizi’nde olduğu gibi Akdeniz’de de tırmanmayı başlatan Yunanistan olmuştur. Atina, bölgesel sorunlardan faydalanarak Doğu Akdeniz’de Türkiye aleyhtarı bir “Cephe” yaratma girişimlerini başlatmış, Doğu Akdeniz’de kendi “tezlerinin” kabul gördüğü ve uluslararası hukuk tarafından desteklendiği algısını yaratmaya çalışarak, Türkiye aleyhtarı faaliyetlerini hızlandırmıştır.

Türkiye’nin, aynen Ege’de olduğu gibi, Akdeniz’de de Yunanistan’ın kendisini karasularına sıkıştırma ve deniz yetki alanlarına sahip çıkma girişimlerini kabul etmemesi ve şimdi de Akdeniz’de haklarını araması Atina’yı “kızdırmakta”, giderek “huysuzlaşan” Yunanistan yanlış kapıları çalmaya devam etmektedir. Yunanistan için çıkar yol, Ege Denizi’nde yapmak zorunda kaldığı gibi, şimdi de Akdeniz’i Türkiye ile görüşmek ve Ege Denizi ve Akdeniz’deki Türkiye haklarını tanımaktır. Barışçı yaklaşım ve işbirliği iki ülkenin de yararına olacaktır.

1975 yılında Yunanistan Ege sorunlarını “uluslararasılaştırmak” isteyerek, BM Güvenlik Konseyi ve Uluslararası Adalet Divanı’na gitmiş; ancak aldığı yanıtlar Atina’yı Türkiye ile masaya oturmak ve Ege Denizi’ni Türkiye ile görüşmek zorunda bırakmıştır. Türkiye ile Yunanistan 1976 yılında Bern Mutabakatını imzalamışlar; 1982 yılında bu Mutabakatı ortadan kaldırmak isteyen Yunanistan Başbakanı Andreas Papandreu, Davos’ta Türkiye Başbakanı ile masaya oturmak ve Bern Mutabakatını kabul ettiğini açıklamak zorunda kalmıştır.

Yunanistan Başbakanı Kyriakos Mitsotakis hızla yeni bir (Türkiye düşmanlığı ve karşıtlığını iç politikada kendi lehine kullanmasıyla tanınan) Andreas Papandreu olma yolundadır. Türkiye karşıtı politikaları Andreas Papandreu’ya bir şey kazandırmamış, gerginlikte kaybeden taraf Yunanistan olmuştur. Paris başta olmak üzere, Yunanistan’ın Batı’daki “filhelen” dostlarının yapabileceği en iyi şey Atina’ya yine yanlış yolda gittiğini hatırlatmaları olacaktır

Yazarın Tüm Yazıları