Asrın çözüm planı mı, kurtarma operasyonu mu?

Trump Yönetiminin Filistin “Barış” Planı nihayet açıklandı. Epey uzun bir zamandan beri ABD’nin bu planı hazırladığı biliniyordu. Planın açıklanması daha önce birkaç kere ertelenmiş, Planla ilgili spekülasyonlar basında geniş şekilde yer almıştı.

Haberin Devamı

Başkan Trump iktidarda bulunduğu 3 yıl kadar süre içinde, arka arkaya, o kadar Filistin aleyhtarı karara imza attı ki, bu Plan’ın da Filistinliler aleyhine olacağı zaten biliniyordu. Beklendiği gibi oldu, spekülasyonlar doğru çıktı ve Planın tamamen İsrail Başbakanı Netanyahu’nun istediği, onun kabul edebileceği şekilde hazırlandığı ortaya çıktı.

Her şeyden önce Plan’da, Filistin tarafı bütün toprak kayıplarını kabul etse de, Filistin Devleti bugün kurulmuyor. Plan’da Filistinlilere yine devlet kurma vaadi yapılıyor, ama Filistin Devletinin kurulması fiilen 4 sene sonraya bırakılıyor, Filistinlilerin ağır şartları yerine getirmesine bağlanıyor. Bu 4 sene içinde İsrail ve ABD’nin Filistinlileri kontrol edeceği ve kurulacak Filistin Devleti’nin İsrail için bir “güvenlik” tehdidi olmayacağından tamamen emin olunmasının amaçlandığı anlaşılıyor.

Haberin Devamı

Zaten kurulması vaat edilen Filistin Devleti topraklarına da sahip olmayacak. Ordu kurma hakkı yok. Sınırlarını, ekonomisini, su kaynaklarını, elektrik üretimini kontrol edemeyen, hatta vergi toplama hakkı bile olmayan bir Filistin “Devleti” kurulması amaçlanıyor. Yani kurulacak “Devlet” tamamen İsrail’in kontrolünde olacak. İstenilenin bugünkü durumu resmileştirmek olduğu çok açık olarak görülüyor. Yani Filistin’deki mevcut durum “devlet” adı altında, ağır şartlar eklenerek, Filistinlilere kabul ettirilmek isteniyor.

Plan ayrıca Filistinlilerin önemli toprak kayıplarını kabul etmesini öngörüyor. Doğu Kudüs tamamen İsrail’e bırakıldığı gibi, Filistinlilerden şimdi Batı Şeria’daki uluslararası hukuka aykırı olarak kurulan Yahudi yerleşim birimlerinin olduğu tüm bölgelerden ve Batı Şeria’nın Ürdün’le sınırını oluşturan Şeria Nehri Vadisinin batı yakasından da vazgeçmesi isteniyor.

Planla İsrail’e bırakılan bölgelerin Batı Şeria’nın % 30 kadarını oluşturduğu ifade ediliyor. Böylece kurulması öngörülen ve “Filistin Devleti” adı verilen birimin Ürdün ile olan irtibatı da tamamen kesilmiş ve İsrail’le tamamen sarılmış olması sağlanıyor. İsrail buna karşılık Necef Çölünde çok küçük iki alanı Filistinlilere bırakıyor, ama buraları zaten yerleşime uygun değil, bölgedeki bütün su kaynakları da İsrail’in kontrolünde olacağı için bir işe yaramaları da söz konusu bile değil.

Haberin Devamı

Batı Şeria’daki Filistin toprakları büyük ölçüde bölündüğü ve yerleşim birimleri arasındaki irtibat ve ulaşım bile İsrail’in kontrolüne bırakıldığı gibi, kurulması vaat edilen Filistin “Devleti” toprakları da Batı Şeria, Gazze ve Necef Çölünde verileceği belirtilen 4 küçük alana bölünmektedir. Coğrafi bağlantıları koparılmış bu 4 toprak parçası arasında irtibat ve ulaşım (Batı Şeria ile Gazze arasında yapılacağından bahsedilen tünel dahil olmak üzere)  tamamen İsrail kontrolünde olup, böylece Filistin “Devleti” üzerindeki İsrail “hakimiyeti” tamamlanmaktadır.

Plan’da kurulacak Filistin Devleti’nin başkentinin Doğu Kudüs olarak isimlendirilmesi de Dünya kamuoyunun nasıl “aldatılmak” istendiğini yansıtmaktadır. Plan  (Haram-ı Şerif, eski Kudüs dahil olmak üzere) gerçek tüm Doğu Kudüs’ü İsrail’e bırakırken, Kudüs şehri dışında kalan Ebu Dis kasabasının Filistin Devletinin başkenti olmasını öngörmekte, böylece Filistinliler tarafından daha önce reddedilen bir öneriyi, tekrar gündeme getirmektedir.

Haberin Devamı

Planda dikkat çeken çok tehlikeli bir madde de Haram-ı Şerif’in tüm dinlerden ibadet etmek isteyenlere açılacağı yönünde yer alan maddedir. Bir yandan Kudüs’teki tüm kutsal mekanlarda şu andaki yönetim düzeninin korunmasının öngörüldüğü belirtilirken, diğer yandan Yahudilere Haram-ı Şerif içinde ibadet etmenin yolu açılmak istenmekte; böylece Haram-ı Şerifle ilgili şimdiye kadar uygulanan ibadet kurallarının da değiştirileceği işareti verilmektedir.

Plan’da İsrail-Filistin müzakerelerinde bugüne kadar en zor konulardan biri olan diasporada yaşamak zorunda bırakılan Filistinli mülteciler konusu da, Doğu Kudüs ve toprak konusu gibi, İsrail’in istediği şekilde çözümlenmektedir. 1948 ve 1867 Savaşlarında ev ve topraklarını terk etmek zorunda bırakılan Filistinli mültecilerin geri dönüş hakkı olmadığı belirtilmekte, Plan’da bu mültecilerin haklarının tazminat verilmesiyle halledilmesi gibi çözümlere bile yer verilmemektedir.      

Haberin Devamı

Plan’da önümüzdeki 10 yıl için bölgenin kalkınması için 50 milyar dolar harcanacağının öngörülmesi de fazla bir anlam ifade etmemektedir. Yarısından fazlasının Filistinliler için harcanacağı anlaşılan bu meblağın kimin tarafından sağlanacağı da açık değildir. Geçen sene Bahreyn’de yapılan donörler Konferansı başarısızlıkla bitmiş, bu Konferansa Filistinliler yanında, 50 milyar doları sağlayacağı ileri sürülen ülkelerin çoğu da (Rusya ve Çin dahil) katılmamıştır.

Planın ölü doğduğu açıktır. Zaten Trump Yönetimi ile Başbakan Netanyahu’nun Filistinlilerin Planı kabul edeceklerini düşünmeleri imkanı bile bulunmamaktadır. Filistin Yönetimi kendileri dışında Trump Yönetimi ve İsrail tarafından hazırlanan bu Planı kabul etmeyeceklerini daha önce zaten açıklamışlardır. Planın açıklanmasının zamanlaması (bir önceki yazım) zaten Planın Filistin sorununu çözmekten çok, Başbakan Netanyahu’yu kurtarmayı ve Başkan Trump’ın iç politikada elini güçlendirmeyi amaçladığına işaret etmektedir.

Haberin Devamı

Beklendiği gibi Filistinliler Trump Yönetimi Planı’nı reddetmişlerdir. Mısır, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi ABD Yönetimine çeşitli şekillerde bağımlı rejimlerden bile ancak cılız “destek” beyanları gelmesi çok dikkat çekicidir. Plan’a Ankara gibi açık bir şekilde karşı çıkan başkentlerin sayısının az olması da, Planın ne kadar yanlı olduğunun bilinmesine rağmen, birçok ülkenin Trump Yönetimi ile ters düşmemeye çalışmaları ile izah edilebilir.

Filistin sorunu 2. Dünya Savaşı’nın bitiminden, hatta Filistin’in İngiliz yönetimine geçtiği 1918 yılından bu yana devam etmektedir. Birçok Filistinlinin Trump Planı’nı 2. bir Balfour Deklarasyonu veya bu Deklarasyonun devamı olarak görmesi bu çerçevede ilginçtir. İngilizlerin Filistin’in kontrolünü ele geçirdiklerinden bu yana geçen 100 yılı aşan bir dönemde işler daima Yahudilerin lehine gitmiş, Araplar bugün Filistin’i tamamen kaybetmenin eşiğine kadar getirilmişlerdir.

Birinci ve İkinci Dünya Savaşı arasındaki dönemde Yahudilerin Filistin’e göçü ve Filistin’deki Yahudi nüfusunun arttırılması hedeflenmiş, bu İngiltere’nin yardımıyla gerçekleştirilmiştir. Ancak 30 yıla yakın süren yoğun bir Yahudi göçünden sonra bile Filistin’deki Yahudi nüfusu toplam nüfusun ancak % 30’larına ulaşabilmiştir.

Bu durum Filistin’de bir Yahudi Devleti kurulması konusundaki İngiliz planının uygulamaya konulmasını engellememiştir. Filistin’de bir Yahudi Devleti kurulması konusundaki İngiltere Planı yeni kurulan ve o dönemde tamamen Batılı ülkelerin kontrolündeki Birleşmiş Milletler aracılığıyla uygulamaya konulmuş, 1947 yılında BM Genel Kurulu’nda Filistin Taksim Planı kabul edilmiş, Filistin’de İsrail Devleti kurulması projesi böylece gerçekleştirilmiştir.

O tarihten sonra İsrail’in Filistin’de genişleme süreci başlatılmıştır. BM Taksim Planı Filistin’in sadece % 50 kadarını İsrail Devletine bırakırken sonradan patlak veren 3 savaş sonucu bugün İsrail, İngiliz Filistin mandası topraklarının tamamını kontrol etmektedir. 1948 Savaşı sonrası yeni kurulan İsrail Devleti Filistin topraklarının % 80 kadarını ele geçirmiş, 1967 Savaşı sonrasında tüm Filistin İsrail kontrolü altına girmiştir.

Mısır ve Suriye’nin, İsrail’in işgal ettiği kendi topraklarını kurtarmak amacıyla başlattıkları 1973 Savaşı’nı da İsrail’in kazanması, Arap-İsrail ilişkilerinde bir dönüm noktası olmuştur. Bundan sonra adım adım Araplar İsrail’le toprak karşılığı barış formülünü benimsemek zorunda kalmışlar, ilk önce Mısır, daha sonra Ürdün İsrail Devleti’ni tanımış ve Arap-İsrail çatışmasında sorunu çatışma ve askeri yöntemlerde çözme dönemi geride bırakılmıştır.

Filistinliler de 1993 yılında Oslo Barış Anlaşmalarını imzalayarak toprak karşılığı barış formülü çerçevesinde Filistin Sorununu barışçı yöntemlerle, görüşerek çözmeyi kabul ettiklerini Dünya’ya ilan etmişlerdir. 1993 yılından sonra ilk gelişmeler de barış yolunda olmuş, Filistin Sorununun barışçı bir şekilde çözülebileceği yönündeki ümit ve beklentiler artmıştır.

Ancak, Oslo Barış Sürecinin öngördüğü şekilde yan yana ve barış içinde yaşayacak iki (İsrail ve Filistin Devletleri) devletli çözüme ulaşılabileceği yönündeki beklentiler, İsrail Başbakanı İzhak Rabin’in 1995 yılında Ortodoks Yahudi bir terörist tarafından öldürülmesinden sonra, ortadan kalkmaya başlamıştır.  İsrail daha sonra adım adım tekrar genişleme ve tüm Filistin’e sahip çıkma politikasına dönmüştür. İsrail’de Filistinlilerle adil ve kalıcı bir çözüm isteyen cephenin zayıflaması ve güç kaybetmesi bölge barışı ve istikrarı için büyük bir talihsizliktir.

Oslo Sürecinin amacı Filistin Sorununu İki Devlet esası üzerinden çözmektir. Beklenti, kurulacak Filistin Devletinin 1967 Savaşı öncesi sınırları esas alması ve İsrail’in kalıcı barış karşılığı 1967 sınırlarına geri çekilmesidir. Buna İsrail’in 1967 Savaşında işgal ettiği Doğu Kudüs de dahildir. Filistinliler birçok kereler 1967 öncesi sınırlar dışında bir çözümü kabul etmeyeceklerini, Doğu Kudüs’ün Filistinlilere bırakılmasının çözümün olmazsa olmaz bir parçasını teşkil ettiğini açıklamışlar, tüm Arap ülkeleri de bu tutumu bugüne kadar desteklemişlerdir.

Bugün 1967 sınırları üzerinden bir çözüm olsa, bu Filistin’in % 80-% 20 oranında Yahudiler ve Filistinli Araplar arasında bölüşülmesi anlamına gelecektir. Ancak İsrail artık buna da rıza göstermemekte, Batı Şeria’nın önemli bir bölümünü ilhak etmek istemekte, gerçek bir Filistin Devleti kurulmasına da karşı çıkmaktadır. İsrail’in Filistin topraklarının tamamını ilhak etmesinin önündeki en büyük engel buralarda yaşayan 6,5 milyon Filistinli nüfustur. Bu nedenle Başbakan Netanyahu gibi politikacılar tamamen kontrolleri altında olacak ve devlet ismi verecekleri bir Filistin oluşumuna “izin” vermek zorunda kalmaktadır.

Filistinlilerin kabul etmeyeceğini gayet iyi bilmelerine rağmen Trump Yönetimi’nin, Filistinlilerle hiç konuşmadan ve Filistinlilerin arkasından, tamamen Başbakan Netanyahu’nun görüşleri paralelinde bu Planı hazırlayabilmesinin önemli bir nedeninin de bazı Arap ülkelerinin tutumu olduğu açıktır. Filistinlilerin Arap ülkelerinin “ihanetine” uğraması esasında ilk değildir. Başından beri birçok Arap ülkesi yönetimi Filistin Sorununda, Filistinli Arapların değil, kendilerinin menfaat ve isteklerini ön plana çıkartmışlardır.

Arap ülkelerinin İsrail’e karşı 3 savaşta yenilmesinin İsrail’in devamlı toprak kazanmasının bir nedeni de esasen budur. 1948 Savaşında Mısır ve Ürdün’ün Filistin Sorunu için değil, kendi toprak genişlemelerini sağlamak için savaşa katıldıkları ve Filistinlileri sürekli olarak yanlış kararlara sürükledikleri esasen bilinen bir husustur. Bugün de aynı şey gerçekleşmekte; Mısır, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri başta olmak üzere bazı Arap ülkeleri yönetimleri, kendi halklarından duydukları bütün korkuya rağmen, Trump Yönetimi ve İsrail’in Filistinliler aleyhindeki politikalarını desteklemekte, İsrail’in genişleme politikalarına arka çıkabilmektedir.

Arap Ligi’nin bu hafta sonu aldığı Trump Planının hiçbir şekilde dikkate alınmaması yönündeki karar önemlidir. Ancak bu karar sadece bazı Arap ülkelerinin kendi halklarının Plan’a gösterdiği tepkiye açıkça karşı çıkamadığını göstermekte, Arap Dünyasının İsrail’e karşı henüz bir Cephe oluşturduğu anlamına gelmemektedir. 3 Arap ülkesinin (BAE, Bahreyn ve Umman)  Planının açıklanması “töreninde” hazır bulundukları ve Mısır gibi Arap ülkelerin yönetimlerinden Plan’a cılız da olsa ikili alanda destek geldiği unutulmamaktadır.     

İsrail’in genişleme ve ilhak politikalarına geri dönmesi sonrasında Filistin sorununu gerçek iki devletli bir çözüm formülü çerçevesinde çözme imkanı da ortadan kalkmakta, Başbakan Netanyahu gibi İsrailli politikacılar gerçek anlamda bir Filistin Devleti’nin kurulmasına karşı olduklarını zaten açık bir şekilde dile getirmektedir. Trump Yönetiminin ortaya çıkarttığı Plan da esasen Filistin Sorununu adil ve kalıcı bir şekilde çözmeyi değil, Başbakan Netanyahu’yu kurtarmayı, İsrail’in genişleme politikasını desteklemeyi, Başkan Trump’ın elini ABD iç politikasında güçlendirmeyi amaçlamaktadır.

   

    

     

              

                      

      

Yazarın Tüm Yazıları