Paylaş
Türkiye-Rusya ilişkilerinin temelini iki ülke arasındaki ticari ve ekonomik işbirliğinin oluşturduğu çok açık bir şekilde görülüyor. İki ülke ekonomileri birbirlerini tamamlıyor. Türkiye’nin enerji ihtiyacının karşılanmasında Rusya’dan ithal edilen doğal gazın büyük bir payı var. Türk Akım boru hattının bitmesiyle Türkiye’nin enerji güvenliği daha iyi bir şekilde sağlanmış olacak. Rusya da Türk Akım boru hattıyla Balkanlar ve Güney Doğu Avrupa doğal gaz pazarına ulaşımda önemli bir üstünlük sağlayacak.
Rusya, Türkiye sanayi ve gıda ürünleri ihracatı için önemli bir Pazar. İki ülke arasındaki dış ticaret hacmi 2018 yılında 26 milyar dolar seviyesine gelmiş durumda. Rusya uzun bir dönemden beri Türkiye’nin 2. büyük ticaret ortağı. Enerji ve ekonomik işbirliği turizm alanındaki hızlı gelişmeyle destekleniyor. Geçen yıl Türkiye’yi ziyaret eden Rus turist sayısı 6 milyonu bularak, rekor bir düzeye ulaştı. Bu rakam Türkiye’yi Rus turistlerin tercih ettiği ilk ülke duruma getiriyor.
Türkiye ile Rusya arasındaki enerji alanındaki işbirliği doğal gazla sınırlı kalmıyor. Türkiye’nin ilk nükleer enerji santralı Akkuyu’da Ruslar tarafından (Rus teknolojisiyle) inşa ediyor. Akkuyu Nükleer Enerji Santralının ilk ünitesinin (Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasının 100. yılı olan) 2023 senesinde hizmete girmesine çalışılıyor. Türk müteahhitlik firmalarının Rusya’daki faaliyetleri önemli bir seviyede. Bütün bu yönleriyle iki ülke birbirleri için vazgeçilemez birer ekonomik ortak durumuna gelmiş vaziyette.
Türkiye-Rusya ikili ekonomik ilişkilerinin 2015 uçak düşürme krizini başarıyla atlatmış ve 2015 yılı öncesinin de önüne geçmiş olması çok önemli. 2015 uçak krizinden kalan bazı pürüzlerin de çözümlenmesine çalışıldığı anlaşılıyor. Türkiye açısından Rusya’nın Türk vatandaşlarına uyguladığı vize muafiyetlerinin genişletilmesi ve kriz öncesi vize rejimine dönülmesi önem taşıyor.
İki ülke liderinin son Moskova görüşmesinde ekonomik ilişkilerin daha da geliştirilmesi yollarının bulunması konusunun masada olduğu biliniyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Rusya Devlet Başkanı Putin esasen sık sık görüşüyorlar. Basında iki liderin 2018 yılı içinde 7 kez yüz yüze 18 kez de telefonda görüştükleri bilgisi yer alıyor. Ankara ile Moskova arasında bu en üst düzeyde gerçekleşen görüşme trafiği bile Türkiye-Rusya ilişkilerinin iki taraf için de önemini açıkça ortaya koyuyor.
Türkiye ile Rusya arasında Suriye’de yürütülen işbirliği bütün Dünya’nın ilgisini çeken bir durum. Esasında Rusya Şam rejimini destekliyor ve Suriye politikasını Şam rejiminin güçlendirilmesi üzerine kurmuş vaziyette. Türkiye ise Suriye ılımlı muhalefetini destekliyor ve muhalefetin güçlendirilmesine çalışıyor. Temelde bakıldığında Türkiye ile Rusya’nın Suriye’de siyasi çözüm için işbirliğini gerekli kılan durum da bu. Suriye’de (siyasi çözüm için) Şam rejimiyle Muhalefetin bir şekilde anlaşması gerekiyor; Rusya ve Türkiye de bunu sağlamaya çalışıyor.
Türkiye ile Rusya’nın (Astana Süreci içinde) Suriye’de çözüm için buldukları yol ise bir Anayasa Komitesi’nin öncelikle kurulması ve Suriye’de normalleşmeyi sağlayacak, ülkeyi tekrar birleştirecek bir Suriye Anayasasının ivedilikle yapılması. Bunun kolay bir iş olmadığı Anayasa Komitesinin daha kurulması safhasında karşılaşılan zorluklardan da açıkça görülüyor.
İki liderin son Moskova görüşmesinde Anayasa Komitesi konusunun ağırlıklı olarak masada olduğu izlendi. Putin’in, Moskova Zirvesi sonrasında yapılan basın toplantısında, Anayasa Komitesinin (bir türlü) kurulamamasından Batılı ülkeleri suçlaması ise ilgi çekiciydi. Putin İstanbul’da yapılan 4’lü (Türkiye, Rusya, Almanya ve Fransa) Zirve’de liderlerin Anayasa Komitesinin kurulmasını onayladıklarını, ama şimdi Batılı ülkelerin BM Suriye Özel Temsilcisi üzerine baskı oluşturarak Komite’nin kurulmasını engellediklerini ifade etti.
İki liderin masasında Suriye bağlamında gündemdeki diğer önemli konunun İdlib’teki durum olduğu, İdlib çatışmasızlık bölgesinin büyük bölümünün bir terör örgütünün (Heyet-i Tahriri Şam) kontrolüne girmesinin Moskova’yı rahatsız ettiği görülüyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Rusya Devlet Başkanı Putin’in İdlib’te varılan Türkiye-Rusya mutabakatını sürdürerek, terörist unsurların bu bölgeden temizlenmesi konusunda işbirliğinin nasıl yapılacağını ele aldıkları, konunun ayrıntılarının ise iki ülke Savunma Bakanlıkları tarafından görüşülmeye devam edileceği anlaşılıyor.
Başkan Trump’ın Suriye’den çekilme kararının Suriye’deki durumu önemli ölçüde etkileyebileceği ve dengeleri değiştirebileceği açık. Bu konunun da Moskova görüşmelerinde gündemde olduğu izleniyor. Türkiye konuyu esasen ABD ile görüşüyor. ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi Büyükelçi James Jeffrey’nin bu hafta Ankara’ya geleceği açıklanmış durumda. ABD’nin Doğu Suriye’den çekilirken Türkiye ile işbirliği yapması (Suriye’deki dengeler açısından) büyük önem taşıyor. Türkiye, ABD Doğu Suriye’den çekilirken ve PYD/YPG’ye verdiği desteği keserken bu bölgelerin, Türkiye ve ABD’nin kontrolünde, yerel halka bırakılmasını istiyor. Afrin, Azez, Cerablus ve El Bab’daki yönetimi Doğu Suriye için de örnek olarak gösteriyor.
Türkiye ile ABD arasında süren görüşmelerde öncelikli olarak Menbiç Mutabakatının uygulanması ve Türkiye-Suriye sınırına (Fırat Nehri’nden Suriye-Irak sınırına kadar) derinliği yer yer değişecek olmakla birlikte, genelde 32 kilometre kadar bir “Güvenli Bölgenin “ oluşturulmasının ele alındığı anlaşılıyor. Türkiye Güvenli Bölgenin kendi kontrolünde kurulmasını, yönetimin ise gerçek yerel halka bırakılmasını istiyor.
Rusya bu bölgelerde etkinliğinin olmadığının farkında ve Moskova’nın ABD’nin bölgeden tamamen çekileceği konusuna oldukça şüpheli şekilde yaklaştığı görülüyor. Rusya, eğer ABD gerçekten Doğu Suriye’den çekilirse bu bölgenin Şam rejiminin kontrolüne girmesini istiyor. Türkiye’nin güvenlik ihtiyaçları için Moskova’nın işaret ettiği çözümün temelinde ise “Adana Mutabakatının” olduğu anlaşılıyor. Rusya Cumhurbaşkanı Putin’in Moskova görüşmesi sonu yapılan basın toplantısında Adana Mutabakatını gündeme getirmesi bu duruma işaret ediyor.
Türkiye ile Suriye arasında güvenlik ve terörizm ile mücadele alanında işbirliğinin yolunu açan Adana Mutabakatının nasıl imzalandığı, Türkiye’nin Şam’ın PKK’ya verdiği desteği kesmesini ve bu terör örgütünün elebaşısı Öcalan’ın Suriye’den çıkarılmasını nasıl sağladığı hala hatırlarda. Bu dönemde Dışişleri Bakanlığında Suriye’ye de bakan Orta Doğu Bölümü’nün Genel Müdür Yardımcısıydım. 2000 yılı başında da Suriye’de Büyükelçilik görevine atandım. Suriye’de 2004 yılı Kasım ayına kadar bu görevi yürüttüm. Adana Mutabakatının uygulanması bu dönemde Türkiye-Suriye ilişkilerinin yürütülmesi ve geliştirilmesinde çok önemli bir rol oynamaktaydı.
Adana Mutabakatını, Türkiye’nin Suriye’deki Hafız Esad rejimini bu mutabakatı imzalamaya zorlayan başarılı politikasını ve Adana Mutabakatının işleyişini 2015 yılında çıkan “ İçimizdeki Komşu Suriye” başlıklı kitabımda anlatmıştım. Suriye’de Büyükelçilik dönemimde, iki ülke arasında terörizmle mücadele alanındaki işbirliğini yürütmek amacıyla Adana Mutabakatıyla kurulan ve yılda 2 kez toplanan “Ortak Güvenlik Komitesi” toplantılarının hepsine de katıldım.
Suriye’de 2011 yılında başlayan iç savaş nedeniyle “Ortak Güvenlik Komitesi” toplantılarının artık yapılmıyor olmasına rağmen, Adana Mutabakatı hala bağlayıcı ve yürürlüktedir. Adana Mutabakatının imzalanma sebebinin Suriye’nin PKK terörizmiyle mücadele etmesi olduğu ve bu mutabakatla Şam’ın ülkesinde PKK varlığına ve uzantılarına göz yummama taahhüdü altına girdiği de açıktır. Bu taahhüt Suriye’yi bugün için de bağlamaktadır.
Suriye’deki mevcut durumda Şam’da uluslararası toplum tarafından meşru olarak kabul edilen ve Suriye’nin tümünü yönetebilecek, Suriye halkını birleştirebilecek bir rejimin (yönetimin) bulunmadığı açık olduğuna göre; Adana Mutabakatının Türkiye’ye Suriye topraklarında terörizmle mücadele için harekete geçmede gerekli uluslararası hukuki zemini sağladığı da ortadadır. İlerde Suriye’de tüm Suriye halkının kabul edeceği meşru bir yönetim kurulduğu taktirde, Adana Mutabakatının Türkiye-Suriye arasındaki terörizm alanında işbirliğinin yürütülmesi için gerekli zemini sağlayacağına ve “Ortak Güvenlik Komitesi” toplantılarına yeniden başlanmasının mümkün olacağına da işaret edilmektedir.
Zaten bugün yapılmaya çalışılan da Suriye sorununun siyasi çözümünün sağlanmasıdır. Suriye’de ülkeyi birleştirici, Suriye halkının tümü tarafından kabul edilecek meşru bir yönetim kurulmasına olanak sağlayacak anahtar da yeni bir Suriye Anayasasının yapılması ve Şam yönetiminin bu yeni daha özgürlükçü Anayasa çerçevesinde oluşturulmasıdır. Astana Sürecinin amacı da ülkede ateşkesin sağlanarak yeni Anayasa yapılması için gerekli ortamın ön plana çıkartılması ve Suriye’yi birleştirici bir Anayasanın ve ülkede genel seçimlerin yapılmasıdır.
Türkiye, Rusya ve İran liderleri bu amaçla bu hafta sonunda Moskova’da tekrar bir araya gelecekler ve Suriye’de ateşkesin sağlanması ve kalıcı hale getirilmesi önündeki engelleri ve Anayasa yapım sürecinin hızlandırılması konularını ele alacaklardır. Astana süreci çerçevesinde bu kez Moskova’da yapılacak Türkiye, Rusya, İran üçlü Zirvesi Suriye’nin geleceği için önemlidir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Moskova’ya bu kez gidişinde iki ülke siyasi ve ekonomik ilişkilerinin ele alındığı Türkiye-Rusya Üst Düzey İşbirliği Konseyi toplantısının 8incisi de gerçekleştirilecektir. Bu toplantıda iki ülke liderleri ve toplantıya katılan bakanlar ekonomik ilişkilerin mevcut durumuna bakacaklar ve ikili ilişkilerin siyasi, ekonomik ve kültürel alanda daha nasıl geliştirilebileceği üzerinde duracaklardır.
Sırf siyasi olarak dış politika perspektifinden bakıldığında, Türkiye ile Rusya arasında birçok uluslararası soruna yaklaşım açısından önemli görüş ayrılıkları bulunduğu görülmektedir. Ukrayna, Kıbrıs, Ermenistan-Azerbaycan çatışması bu uluslararası sorunlar arasındadır. Sonuçta Türkiye bir NATO üyesidir ve Ankara Rusya ile (çok önemli de olsa) ilişkilerini Batı’yla olan bağlarına bir alternatif olarak görmemektedir. Tabii Türkiye ve Rusya’nın görüşlerinin benzer olduğu uluslararası konular da bulunmaktadır. Karadeniz’in istikrarı, Montrö Anlaşmasının devamının önemi bu konular arasında yer almaktadır.
Son olarak Avrasya bölgesinden çok uzakta bir Güney Amerika ülkesi olan Venezuela’da yaşanan kriz, çok ilginç bir şekilde, Ankara ile Moskova’yı aynı cephede buluşturmuştur. Türkiye (aynen Rusya ve Çin gibi) Venezuela’da meydana gelen iktidar çatışmasında Devlet Başkanı Nicolas Maduro’yu desteklemektedir. ABD, AB ülkeleri ve Kanada ise Ulusal Meclis Başkanı ve muhalif lider Juan Guaido’yu desteklemekte, ABD ve Kanada Guaido’yu Venezuela Devlet Başkanı olarak tanımaktadır.
Önemli bir petrol ülkesi olan ve Dünya bilinen petrol rezervlerinin büyük bir bölümüne sahip olan Venezuela’daki siyasi kriz Dünya’yı bölmüş; Maduro ve Guaido arasındaki iktidar mücadelesi uluslararası kamuoyunun dikkatini üzerine toplamış gibi görünmektedir. Dünya ülkeleri Maduro’yu ve Guaido’yu destekleyenler olarak ikiye bölünmüştür. Venezuela krizinin Latin Amerika’yı da ikiye böldüğü izlenmektedir. ABD’nin etkisinde olan (aralarında Brezilya, Arjantin ve Şili’nin de bulunduğu) Güney ve Orta Amerika ülkeleri Juan Guaido’yu Venezuela Devlet Başkanı olarak tanırken, aralarında Meksika, Küba ve Bolivya’nın bulunduğu daha az sayıdaki Latin Amerika ülkesi ise Maduro’yu Devlet Başkanı olarak tanımaya devam etmektedir.
Paylaş