Paylaş
Devletlerin aralarındaki sorunların çözümünde sürtüşmelere, rekabete, siyasi ve askeri çatışmaya ve hatta savaşa sürüklenmeleri de oldukça sıklıkla görülen bir durumdur. Hatta bazı ülkeler arasında, silahlı çarpışmalar devam etmese de, (ateşkese rağmen) bugün bile savaş “durumu” devam etmektedir. Devletler birbirleriyle iyi ilişkiler kurdukları gibi birbirlerine karşı siyasi ve/veya ekonomik yaptırımlar uygulayabiliyorlar, aralarındaki ilişkileri tamamen kesebiliyorlar; tehdide, yaptırımlara ve şiddet başvurabiliyorlar.
Devletler yanında günümüzde uluslararası sistemde uluslararası örgütler de önemli birer “aktör” haline gelmiş durumdalar. Bugün Dünya’da devletler tarafından kurulmuş 300 civarında uluslararası örgüt var. Devletler çeşitli temellerde birbirleriyle işbirliğini yürütmek amacıyla aralarında başta siyasi, güvenlik ve ekonomik alanlar olmak üzere, işbirliğini hedef alan örgütler kurmuşlar.
Bu uluslararası örgütler içinde en önemlisi Birleşmiş Milletler(BM). BM, Dünya’da barış ve istikrarın korunması görevini üstlenmiş bir örgüt. BM yasası bu görevi (BM organı) Güvenlik Konseyi’ne bırakmış durumda. BM’lerin 3 temel organı var. BM üyesi tüm ülkeler BM “Genel Kurulu’nda” temsil ediliyorlar. Ama BM’nin en önemli organı (5’i daimi, 10 iki yıllık seçimle gelen) 15 üyeden oluşan “Güvenlik Konseyi”. Üç yıllık bir süre için seçimle gelen 54 üyeden oluşan “Ekonomik ve Sosyal Konsey” ise daha çok siyasi konular dışındaki alanlarla ve işbirliğiyle ilgileniyor.
BM uluslararası ilişkilerin, işbirliğinin hemen her alanını kapsayan bir sistem oluşturuyor. Bugün BM sistemini oluşturan, BM içinde çalışan çok sayıda ihtisas örgütü var. Bu örgütler kültürden (UNESCO) çevreye (UNEP), gıdadan (FAO ve WFP) sağlığa (WHO), turizmden (WTO) sivil havacılığa (ICAO), meteorolojiden (WMO) atom enerjisine (IAEA), ticaretten (WTO) kalkınmaya (UNDP) hemen her alanı kapsıyorlar. BM sistemi içinde çalışan bu uzmanlaşmış kuruluşlara “BM ailesi” de deniyor.
Devletlerin (BM dışında) kurdukları çok sayıda örgüt de bugün uluslararası ilişkilerde önemli roller oynuyorlar. Bunlar arasında Kuzey Atlantik İttifakı (NATO), Avrupa Birliği (AB) ilk akla gelenler. Bölgesel işbirliği arayan örgütler de var. Afrika Birliği, Amerika Devletleri Örgütü gibi kuruluşlar daha çok bölgesel siyasi işbirliğini teşvik etmek amacıyla kurulmuşlar.
AB’nin elde ettiği başarı devletlerin ekonomik işbirliğini sağlamak amacıyla kurudukları örgüt sayısında artışı tetiklemiş gibi görülüyor. Güney Doğu Asya Ülkeleri Birliği (ASEAN), Körfez İşbirliği Teşkilatı (KİK), Şanghay İşbirliği Örgütü bunlar arasında ön plana çıkıyor. Kuzey Amerika Serbest Ticaret Bölgesi (NAFTA) ve Asya Pasifik Ekonomik İşbirliği Örgütü (APEC) de isminden sıklıkla bahsedilen kuruluşlar arasında yer alıyorlar.
Ancak 2016 ABD Başkanlık seçimleri ve Trump’ın yönetime geçmesinden sonra uluslararası sistemde ve ilişkilerde ciddi sarsıntılar yaşandığı izleniyor. Trump’ın uluslararası ilişkilere yaklaşımı farklı, bu da ABD'nin, bırakın Rusya ve Çin’i, geleneksel dostları ve müttefikleri sayılan ülkelerle ilişkilerinde bile ciddi sorunlar ve ayrışımlar ortaya çıkmış durumda. Trump uluslararası ilişkilere farklı bakışını seçim kampanyası sırasında esasen ortaya koymuştu. Ama büyük ihtimalle kimse (Başkan seçildikten sonra) Trump’ın dış politikada bu kadar hırçınlaşacağını ve ABD’ni müttefiklerinden bu ölçüde ayrıştıracağını tahmin etmemişti.
Trump Başkan seçildikten sonra ABD’yi ilk önce APEC’ten, sonra İran Nükleer Anlaşması’ndan ayırmış, NAFTA’yı müzakereye açmış ve NAFTA’dan da ayrılma tehdidini bugüne kadar devam ettirmiştir. Trump’ın Kudüs’le ilgili kararları Vaşington’u kendisinden önceki bütün Başkanlar tarafından uygulanan Orta Doğu politikalarından ayırması anlamına gelmektedir. Trump’ın bu önemli kararları Avrupalı müttefikleri ile hiçbir istişarede bulunmadan alması Berlin, Londra ve Paris gibi önemli Avrupa başkentlerinde ciddi tedirginlik yaratmıştır.
Trump’ın Rusya’ya ve NATO ittifakına yaklaşımının da Avrupa’da tedirginliği arttırdığı izlenmektedir. İşaretler Trump’ın AB’yi bir tehdit olarak gördüğüne işaret etmekte, bu durum özellikle Berlin’de Trump yönetimine tepkiyi arttırmaktadır. Trump yönetiminin Çin ve AB ile ticaret savaşlarını başlatan yaklaşımları birçok kişi tarafından Dünya ekonomisi, uluslararası ekonomik istikrar ve büyüme için ciddi bir tehdit olarak değerlendirilmektedir.
Trump’ın çoğunlukla kaba ve anlaşılmaz olarak değerlendirilen davranışları, uluslararası toplantılardaki sert ve diplomatik kural ve geleneklere uymayan hareketleri, attığı “twittler”, söylediklerini ve tutumunu sıklıkla değiştirmesi hem uluslararası ilişkilerdeki istikrarsızlık ve sarsıntı havasını güçlendirmekte, hem de Dünya liderlerinde Trump’la görüşme ve sorunlara masada çözüm bulma isteğini azaltmaktadır.
Trump’ın geleneksel olarak ABD’nin en yakın müttefiki sayılan ülkelerin liderleriyle bile ilişkilerinde ciddi sorunlar yaşanmaktadır. Trump’ın aralarında Kanada Başbakanı Justin Trudeau, İngiltere Başbakanı Teresa May, Almanya Başbakanı Angela Merkel’in de bulunduğu Batılı liderlerle ilişkileri uzun bir süreden beri bozuktur. Trump Yönetimi sırasında ABD’nin güney komşusu Meksika gibi kuzey komşusu Kanada ile de ilişkileri hızla bozulmuştur. Trump ile Trudeau’nun son NATO Zirvesi sırasında yan yana bile gelmedikleri dikkat çekmiştir.
Trump’ın aralarında BM ve NATO’nun da bulunduğu uluslararası kuruluşları, uluslararası siyasi ve ekonomik sistemi sürekli olarak eleştirmesi ilgi çekicidir. Bu kuruluşlar ve (mevcut) uluslararası sistem 2. Dünya Savaşı’ndan sonra temelde ABD’nin görüş ve istekleri doğrultusunda kurulmuştur. Mevcut uluslararası sistem (2. Dünya Savaşı’nın esas galibi) ABD çıkarlarını gözetme temelinde oluşturulmuştur. Bugün Dünya’da ticaretinin (büyük ölçüde) ABD para birimiyle yapılması Vaşington’a uluslararası ilişkilerde büyük bir üstünlük sağlamaktadır.
ABD lehine çalışan bu sisteme rağmen başta AB ve Çin olmak üzere yeni güç merkezlerinin ortaya çıktığı ve ABD’nin uluslararası siyasi ve ekonomik üstünlük ve hegemonyasına rakip hale geldikleri ortadadır. Vaşington’un Dünya’daki siyasi ve özellikle ekonomik hegemonyasının tartışmalı haline gelmesinden ve yeni güç merkezlerinden gelen “meydan okumalardan” rahatsız duyduğu da görülmektedir. ABD’de birçok hususun (bir süreden beri) “iyi” gitmediği, ABD’de siyasi ve ekonomik alanda sorunların büyüdüğü de doğrudur.
Başkan Trump seçim kampanyası sırasında bu sorunlara sıklıkla temas etmiş, ABD’nin birçok alanda geri kaldığını, ABD’nin bazı bölgelerinde “üçüncü dünya ülkelerindekine” benzer şartların hakim olduğunu vurgulayarak, ABD’nin karşılaştığı sorunları dile getirmiştir. ABD’nin ekonomik alanda sorunlarının arttığı, ABD’nin Dünya’daki en büyük ekonomi olma statüsünü kaybetmekte olduğu, ABD’nin “üreten ve satan” değil “tüketen ve alan” bir ekonomiye dönüştüğü, ABD’de alt yapının “eskidiği” büyük ölçüde gerçektir. Ancak bu durumun nedenleri ABD’nin diğer ülkelerle ilişkilerinde değil, ABD’nin kendisini ve ekonomisini “yenileme” ve Amerikan toplumunda kontrolsüz şekilde büyüyen “tüketim” eğilimlerini kontrol altına almakta karşılaştığı zorluklardan kaynaklanmaktadır.
Trump yönetiminin ABD ekonomisinin karşılaştığı sorunların sebeplerini diğer ülkelere, mültecilere yükleyen tutum ve politikalarının ABD’yi birçok ülke ile karşı karşıya bıraktığı açıktır. Trump yönetiminin serbest ticareti engelleyici politikaları Dünya ekonomisini olumsuz yönde etkileyeceği ve sonuçta ABD’ye zarar vereceği için ağır şekilde eleştirilmektedir. Dış politikada da ABD’nin karşılaştığı sorunların temelinde Vaşington’un üst üste yaptığı büyük hatalar bulunmaktadır. Bu durumun en iyi örneği Irak’tır. Trump’ın kendisi seçim kampanyası sırasında bu dış politika hatalarına sıklıkla temas etmiş, ancak yönetime geldikten sonra Vaşington’un dış politikada yaptığı hatalar artarak devam etmiştir.
Bugün ABD’de Amerikan ekonomisi ve dış politikasının değil, Başkan Trump’ın “geleceğinin” tartışılması ilginçtir. Trump yönetime geldiğinden beri ABD’de iç çekişmeler ve bölünmeler hızla büyümüştür. Trump’ın Başkanlık seçimlerini dış müdahale ile kazandığı, Rusya’nın ABD seçimlerine müdahale ettiği ve (daha da vahimi) Trump seçim kampanyasının (seçimleri kazanmak için) Rusya ile işbirliği yaptığı iddiaları Vaşington’daki “krizi” çok ciddi bir boyuta getirmektedir.
Bugün Vaşington’da Trump Yönetiminin geleceğini etkileyecek soruşturmalar devam etmekte, seçim kampanyası sırasında Trump seçim kampanyası ile Rusya arasındaki ilişki ve temaslar (her yönüyle) incelenmektedir. Trump’ın geçmişten gelen özel hayatıyla ilgili soru işaretleri de soruşturma konusu olmakta, basının büyük ilgisini çekmektedir. Geçen hafta Başkan Trump için özellikle zor geçmiş, eskiden seçim kampanyasını yürüten kişi ile eski avukatının suçlu bulunarak, yüksek cezalara çarptırılması, Trump çevresindeki çemberin daralmakta olduğu yorumlarını arttırmış, Trump’ın Başkanlıktan “azil sürecinin” yakında başlayabileceği, Trump’ın (Başkanlıkta) kalan 2 yıllık süresini tamamlayamayacağı söylentilerine hız kazandırmıştır.
Trump çevresindeki iddia ve tartışmalar hızla büyürken, ABD Kasım ayında çok önemli bir seçime gitmektedir. Kongre’deki dengeleri etkileyecek bu seçimlerden Temsilciler Meclisinin tamamı ve Senato’nun üçte biri etkilenecektir. Kasım’da Trump’ın partisinin (Cumhuriyetçi Parti) Kongredeki sayısal üstünlüğünü kaybetmesi Trump’ın “geleceğiyle” ilgili gelişmelerde önemli bir rol oynayabilecektir. Vaşington bu çalkantılardan geçerken ve Trump yönetimi aldığı kararlarla uluslararası sistemi sarsıntı içine sokarken, birçok başkentte bu dönemde Trump Yönetimiyle ilişkilerin nasıl sürdürüleceği hesapları yapılmakta, birçok ülke, bugün Dünya’daki en büyük (siyasi, askeri ve ekonomik) güç olan, ABD ile (Vaşington’daki bu zor durumda) ilişkilerin nasıl sürdürüleceğini düşünmektedir.
Paylaş