ABD ve 'kuzey kuşağı' ülkeleri

ABD 2,5 seneyi aşan bir süre sonra İran’a yeniden ekonomik yaptırımlar uygulamaya başlıyor. Trump Yönetimi’nin İran’a getirdiği yaptırımların ilk bölümü 7 Ağustos tarihinde yürürlüğe girdi. ABD ekonomik yaptırımlarının ikinci bölümü ise Kasım ayında uygulanmaya başlanacak. İlk grup ABD yaptırımları daha çok İran’ın Amerikan doları ile ticaret yapmasını önlemeyi ve İran bankacılık sistemini hedef alıyor. ABD yaptırımlarının İran’ın demir-çelik, kömür, alüminyum ticaretini ve otomotiv sanayisini de hedef aldığı; Trump Yönetimi’nin İran’ın Dünya ile yürüttüğü dış ticareti kesmeyi amaçladığı izleniyor. Yaptırım rejimi İran’ın yolcu uçakları ve uçak parçaları ithalatına, halı ile gıda maddeleri ihracatına da engellemeler getiriyor.

Haberin Devamı

Trump Yönetimi’nin İran’a yeniden getirdiği yaptırımların, İran ekonomisine esas darbeyi vurması beklenen ikinci bölümü üç ay sonra yürürlüğe girecek. İkinci dalga ABD yaptırımları İran petrol sanayisini, İran’ın petrol ihraç etme kapasitesini ve İran gemicilik sektörünü hedef alıyor. İkinci bölüm yaptırımların petrole dayanan İran ekonomisini çökertmeyi hedeflediği anlaşılıyor.

Başkan Trump’ın İran karşıtı politikaları 2016 ABD seçimleri sırasında şekillenmeye başlamıştır. Trump seçim kampanyası sırasında Başkan Obama döneminde imzalanan İran Nükleer Anlaşmasını ön plana çıkartmış, Anlaşmanın ABD’nin çıkarlarına hizmet etmediğini, Başkan seçilmesi durumunda ABD’yi Anlaşmadan çekeceğini açıklamıştır. Trump Yönetimi, Avrupalı ülkelerden gelen bütün uyarı ve eleştirilere rağmen, Trump’ın Başkan seçilmesinden 1,5 sene sonra İran Nükleer Anlaşması’ndan çekilmiş ve İran’a (birinci bölümü salı günü uygulanmaya giren) iki aşamalı ikili ekonomik yaptırımları getirmiştir.

Haberin Devamı

İran Nükleer Anlaşması, ABD’nin çekilmesine rağmen, diğer imzacı ülkeler (İngiltere, Fransa, Almanya, Rusya, Çin ve İran) kendilerini Anlaşmayla bağlı gördükleri için hukuki olarak hala yürürlüktedir. Avrupa Birliği de Anlaşmanın yürürlükte kalmasını savunmaktadır. İran Nükleer Anlaşması imzalandıktan sonra Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi İran’a uygulanan ekonomik yaptırımları kaldırdığı için bugün İran’a uygulanan ve tüm BM üyeleri için bağlayıcı bir BM yaptırımlar rejimi artık yoktur. İran’ın Nükleer Anlaşmayı uymaya devam etmesi ve Nükleer programına askeri bir yön verecek şüpheli davranışlara (tekrar) girmemesi durumunda Trump Yönetiminin BM Güvenlik Konseyi’nden (bütün BM üyeleri için bağlayıcı olacak) yeni bir İran yaptırımlar rejimi geçirtmesi de (mevcut şartlarda) imkansız görünmektedir.

Vaşington’un İran’a karşı uygulanmaya başladığı yaptırım rejimi uluslararası hukuka göre ABD’nin ikili plandaki yaptırımlarıdır. Ancak Vaşington Dünya’da Amerikan dolarıyla yapılan tüm ticareti ve dolarla yapılan bütün ödemeleri kontrol etmektedir. Bu çercevede yaptırımların İran bankacılık sistemini ve İran’ın ABD dolarıyla yaptığı bütün dış ticareti etkilemesi (her halükarda) kaçınılmaz gözükmektedir. Trump Yönetimi ABD’nin getirdiği yaptırımlara uyması konusunda Avrupa ülkelerini ve İran’la ticaret yapan Avrupalı firmaları da zorlamaktadır. Başkan Trump’ın İran’la ticaret yapacak Avrupalı firmaları da yaptırım uygulamalarıyla tehdit ettiği izlenmektedir.

Haberin Devamı

ABD yaptırımlarının İran ve İran ekonomisi üzerindeki olumsuz etkilerinin ne ölçüde olacağı (Avrupa ülkelerinin ve Avrupalı firmaların tutumu kadar) İran’ın dış ticaretinde önemli bir rol oynayan Rusya, Çin ve Hindistan gibi ülkelerin nasıl davranacaklarına bağlı olacaktır. İran petrolünün büyük bir bölümü Çin ve Hindistan tarafından satın alınmaktadır. Bu üç ülkenin de İran’la ticaretlerini sınırlayacakları yönünde bir işaret henüz görülmemektedir.

İran’ın, kendisi petrolünü satamadığı takdirde diğer Körfez ülkelerinin petrol satmasına izin vermeyeceği ve Dünya petrol ticaretinin %20 kadarının geçtiği Hürmüz Boğazı’nı kapatacağı yönündeki tehditlerini uygulamaya koymak yönünde hareket etmesi ise daha ciddi gelişmelere neden olabilecektir. Trump Yönetimi’nin İran konusunda (giderek artan ölçülerde) İsrail ve Körfez Arap ülkelerine (Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri) kulak verdiği görülmektedir. İsrail ve Suudi Arabistan’ın İran’a karşı askeri güç kullanılmasına taraftar oldukları bilinmekte, bu durum Tahran’ın yapacağı yanlış bir değerlendirme ve hareketin bölgede daha ciddi gelişmelere yol açacağı yönündeki endişeleri arttırmaktadır.

Haberin Devamı

Trump Yönetimi’nin İran’daki hedefinin Tahran’ın Nükleer programının askeri bir şekil almasının, yani İran’ın nükleer silah üretmesinin önlenmesinin; hatta İran’ın bölgesel “maceralarının” (Suriye, Yemen, Irak, Bahreyn ve Lübnan) veya Vaşington’un gördüğü şekilde İran’ın bölgesel Arap ülkelerinin iç sorunlarına müdahalesinin engellenmesinin çok ötesine gittiğine inanların sayısı her geçen gün artmaktadır. Tablo Vaşington’un İran’da rejim değişikliğinin “peşinde koştuğunu” ve bunun için İran üzerindeki siyasi, ekonomik baskının arttırıldığını, bunlar işlemediği takdirde Trump Yönetiminin askeri tedbirleri de düşünebileceğini göstermektedir.

ABD’nin İran’a müdahaleleri siyasi tarih incelendiğinde sıklıkla görülmektedir. ABD’nin 1953 yılında Musaddık hükümetini deviren darbedeki rolü, Vaşington’un Şah Rıza Pehlevi’ye (ve aşırılıklarına) verdiği iç ve dış destek, buna rağmen 1979’da İran’da rejim değişikliğinin ve Şah’ın düşerek Hümeyni’nin dini rejiminin İran’da hakim olmasının Vaşington tarafından engellenememesi, Tahran’daki ABD Büyükelçiliğinin basılması ve uzun bir süre devam eden diplomat rehineler krizi (Vaşington-Tahran ilişkilerinin tüm “türbülanslı” ve “çalkantılı” geçmişi) bugünkü İran-ABD ilişkilerinin arka planında yer almaktadır.
ABD’nin Orta Doğu bölgesi ile ilişkileri bakımından ortaya çıkan çok ilginç bir tablo Vaşington’un, Soğuk Savaş yıllarında çok önem verdiği ve güçlendirmek için her yola başvurduğu, “ Kuzey Kuşağı” ülkeleriyle (Türkiye, İran ve Pakistan) bağlarının bugün içinde bulunduğu durumdur. Vaşington 1980’lere kadar Dünya ve özellikle Orta Doğu ABD stratejisi içinde ön planda çok önemli rol oynayan bu üç “Kuzey Kuşağı” ülkesiyle de bağlarında ve ilişkilerinde ciddi sorunlar yaşamaktadır.

Haberin Devamı

ABD’nin Dünya ve Orta Doğu stratejisi içinde (Şah döneminde) merkezi bir yer alan İran’la bağları Tahran’daki 1979 rejim değişikliğinden sonra tamamen kopmuştur. Vaşington için (bir zamanlar) en yakın “dost” ve “ortak” ülkeler grubunda yer alan İran (bugün) “düşman” ülke ve rejimler grubu içinde yer almaktadır. İran’ın ABD çıkarları için (Vaşington’da) yarattığı tehdit algılaması Tahran’ın askeri nükleer bir güç olma ihtimali ile daha da büyümüştür. ABD’nin ilk önce Irak ve daha sonra Suriye’deki yanlış ve hatalı politikaları (ironik bir şekilde) bölgedeki ABD çıkarları bakımından İran tehdidini daha da arttırmıştır. Bugün Trump Yönetimi’nin yapmak istediği (bir zamanlar en yakın bölgesel ortağı saydığı) İran’ın şimdi ortaya çıkarttığını düşündüğü tehditle (Obama Yönetimi’nin uzlaşma yönteminden ayrılarak, bölgesel müttefikleri İsrail ve Suudi Arabistan’ın istediği şekilde) başa çıkmaya çalışmaktır.
Vaşington, Soğuk Savaş yıllarında büyük önem verdiği ve diğer bir “Kuzey Kuşağı” ülkesi olarak desteklediği, Pakistan’la ilişkilerinde de ciddi sorunlar yaşamaktadır. Başkan Trump çok kısa bir süre önce Pakistan’ı, Vaşington’dan aldığı bütün yardımlara karşılık ABD’ye sadece “yalan ve hile” geri vermekle suçlamıştır. Trump Yönetimi, Pakistan’a yönettiği “hilekarlık” suçlamasından sonra, bu ülkeye sağladığı askeri güvenlik yardımlarını da askıya aldığını açıklamıştır.

Haberin Devamı

Bugün Trump Yönetiminin ABD’nin Afganistan Savaşı’nda istediği sonuçları alamamasından Pakistan’ı sorumlu tutmaya çalıştığı, Afganistan savaşının Pakistan için ortaya çıkarttığı karmaşık durumu, problemleri ve güvenlik endişelerini dikkate almadığı izlenmektedir. Önümüzdeki dönemde Trump Yönetiminin Pakistan’ı “NATO dışı müttefik” statüsünden çıkartma gibi “cezalandırıcı” davranışları ABD-Pakistan ilişkilerinin daha da kötüleşmesine ve gerilmesine sebep olabilecek ve Pakistan’ı (zaten en önemli müttefik ve ortağı haline gelen) Çin’le daha yakın ilişkiler kurmaya itebilecektir.
ABD, Soğuk Savaş yıllarında Vaşington tarafından diğer önemli bir “Kuzey Kuşağı” ülkesi sayılan, Türkiye ile ilişkilerinde de ciddi sorunlar ve gerginlikler yaşanmaktadır. Bakıldığında NATO üyesi olan Türkiye Vaşington için “NATO içi müttefik” statüsü taşımaktadır. Ancak aralarındaki bu müttefiklik ilişkisine rağmen, Vaşington’un Ankara’nın iç ve dış güvenlik endişelerini dikkate almadığı ve (tam tersine) bu endişeleri körükleyici davranışlar içine girdiği izlenmektedir.

Ankara-Vaşington hattında geçmişte de sorunlar ve krizler yaşandığı bir gerçektir. Türkiye ABD’nin (1975-1978 yılları arasında) silah ambargosu uyguladığı tek NATO müttefikidir. Bununla birlikte son dönemde Türkiye’ye Vaşington’dan yöneltilen yaptırım tehditleri ve uygulamalarının ABD Yönetiminden gelmesi iki ülke arasındaki gerginliği daha tehlikeli bir duruma sokmakta ve krizin tırmanma tehlikesini arttırmaktadır.

ABD-Türkiye ilişkilerindeki gerginliğin, kontrol altına alınmadığı takdirde, büyüme tehlikesi taşıdığı açıktır. Türkiye aleyhtarı çeşitli lobilerin (daha fazla) etkisi altında bulunduğu bilinen ABD Kongresinin, ABD Yönetimi tarafından dengelenmediği (frenlenmediği) takdirde, Türkiye-ABD ilişkilerine ciddi ve daha kalıcı zarar vermesi tehlikesi her zaman vardır. Ankara-Vaşington hattında son dönemde yaşanan gerginlik Vaşington’un (geçmişteki gibi) Türkiye’nin içişlerine karışma alışkanlıklarını sürdürmek istediğini göstermesi bakımından dikkat çekicidir ve iki ülke arasında ortaya çıkan “güvenlik” eksikliği krizini kalıcı hale getirme tehlikesini beraberinde getirmektedir.

Vaşington’un bir zamanların “önemli” 3 “Kuzey Kuşak” ülkesiyle de bozulan (İran’la tamamen kopan) ilişkilerini ve bu durumun nedenlerini “gerçekçi” bir şekilde değerlendirilmesine gerek olduğu şüphesizdir. Ankara-Vaşington hattında ilişkileri hala “yoluna döndürme” imkanı bulunmaktadır. Türkiye ile ilişkiler konusunda Vaşington’dan hala “sağduyulu” sesler de gelmektedir. Yaptırım tehditleri ve uygulamalarıyla tırmanmaya giren gerginliğin biran önce “kontrol altına” alınması iki ülkenin de çıkarınadır. İki ülke Dışişleri Bakanlarının Singapur’da yaptıkları “yapıcı” görüşmeden sonra şimdi diplomasinin tekrar işlemeye başladığı izlenmekte, (Rusya ve İran’la Astana sürecinin yürütülmesinde de önemli bir rol oynayan) Türkiye Dışişleri Bakan Yardımcısı başkanlığındaki Türk heyetinin Vaşington ziyareti sırasında gerginliğin düşürülmesi, “yaptırım krizinin” daha kalıcı etkiler bırakmadan diplomasi yoluyla çözülmesi yönünde hızlı adımlar atılması önem kazanmaktadır.

Yazarın Tüm Yazıları