Paylaş
Avrupalı liderler Trump’dan duydukları endişeyi pek de gizlemiyorlar. Avrupa başkentlerinde önümüzdeki 2 yıl içinde Trump Yönetimi ile ilişkilerin, zararsız bir şekilde, nasıl sürdürüleceği hesaplarının yapıldığı muhakkak. Moskova’nın, her ne kadar Trump’ın Rusya’ya genel yaklaşımından memnun gözükse de, Vaşington’daki ABD-Rusya ilişkileri konusundaki belirsizlikten tedirgin olduğunu tahmin etmek zor değil. Pekin de Trump Yönetimi ile ilişkileri mümkün olan en az zararla kapatmayı bekleyen başkentler arasında.
Tahran’ın Başkan Trump’la ilgili gelişmeleri en yakın takip eden başkentler arasında olduğu söylenebilir. İran tekrar yoğun ABD ekonomik yaptırımlarına hedef oldu. Tahran’ın, giderek farklı şekiller alan Trump-Netanyahu-Prens Salman işbirliğinin gerçek hedefi olduğu çok açık. Vaşington’un “pes etmiş” bir Tahran’ı tekrar görüşme masasına sürüklemek istediğine, hatta Trump Yönetimi’nin İran’da artık doğrudan rejim değişikliğini hedef aldığına inananlar çok. Tahran, Trump Yönetimiyle masaya oturursa bu kez gündemde sadece nükleer konuların değil, İran’ın bölgesel politikaları ve İran’ın füze programı dahil askeri harcamaları gibi diğer konuların bulunacağını biliyor.
ABD ara seçimlerine yönelik uluslararası ilginin ilk sebebi seçim sonuçlarının Trump Yönetimi’nin ülkeyi önümüzdeki 2 yıl içinde yönetmesine nasıl bir etki yapacağıyla ilgili. Ancak ara seçimlerin atlatılmasından sonra ABD’de 2020 Başkanlık seçimlerinin hazırlıklarının başlayacağı, Cumhuriyetçi ve Demokrat Parti içinde aday seçim sürecine girileceği, ara seçim sonuçlarının 2020 Başkanlık seçimleri konusunda ipuçlarını da ortaya çıkartacağı da biliniyor. Başkan Trump’ın, kendisinden önceki hemen tüm Başkanlar tarafından yapıldığı şekilde, 2. dönem için (2020-2024) adaylığını koymak istediğine ve bu yönde hareket edeceğine kesin bir gözle bakılıyor.
Başkan Trump döneminde ülkeleriyle ABD arasındaki ilişkilerin 2 yıl daha nasıl “kazasız belasız” yürütüleceğini düşünen birçok başkent için, 2020 ile 2024 arasında 4 yıllık ikinci bir dönem Trump Yönetiminin çok daha endişe verici olduğu açık. Trump’ın 2020 Başkanlık seçimlerinde adaylığını koyması ve seçilmesi ihtimali ise oldukça yüksek. 2016 Başkanlık seçimlerinde Trump’ın adaylığının ilk başta nasıl “görmemezlikten” gelindiği, “küçümsendiği”, olmaz denildiği, ancak Trump’ın hem Cumhuriyetçi Parti adaylığını aldığı, hem de seçimi kazandığı hatırlarda.
Önümüzdeki (2020) Başkanlık seçiminde Trump’ın işi daha da kolay gözüküyor. Kendi Partisinin (Cumhuriyetçi Parti) başkan adaylığını alması bu kez çok daha kolay. 2020 Seçimlerini kazanması ise önümüzdeki 2 yıl içindeki gelişmelere ve Demokrat Partinin çıkartacağı adaya bağlı. Şu andaki kamuoyu yoklamaları Başkan Trump’ın Amerika içindeki popülaritesinin yüksek olduğunu ve Trump’ın 2016 yılında seçimi kazanmasını sağlayan seçmen tabanını hala elinde tuttuğunu gösteriyor.
6 Kasım ara seçimlerinin ortaya koyduğu tablo ise Trump için çok da kötü değil. Bazı yerlerde seçimlerin resmi sonuçları henüz açıklanmadı ama genel tablo ortaya çıkmış vaziyette. Kongre’ye bakıldığında seçimlerde Cumhuriyetçi Parti Temsilciler Meclisi’nde çoğunluğu kaybetmesine rağmen, Senato’da kanadındaki çoğunluğunu daha güçlendirdi. Valilik seçimlerinde ise Demokrat Partinin daha iyi bir performans gösterdiği anlaşılıyor.
Kongre’nin Temsilciler Meclis’i kanadında çoğunluğun Cumhuriyetçi Parti’den Demokrat Parti’ye geçmesi bir anlamda Vaşington’da tek parti yönetiminin bitmesi anlamına geliyor. Her şeyden önce Temsilciler Meclisi Başkanı ABD protokolünde (Başkan ve Başkan Yardımcısından sonra) 3’üncü sırada bulunuyor. Böylece Vaşington’da (devlet protokolünde) önemli bir pozisyon önümüzdeki Ocak ayından itibaren artık Demokrat Partiye geçmiş olacak.
Temsilciler Meclisi’nin bütçenin yapımı ve parasal konularda da yetkileri fazla. Başkan Trump iç ve dış politika konularında alacağı kararların uygulanabilmesi için bundan böyle Demokrat Parti ile daha fazla istişare etmek, politikalarının finansmanı için Temsilciler Meclisi’ni ikna etmek zorunda kalabilecek. Temsilciler Meclisi’nin ayrıca soruşturma açmak ve Trump Yönetimi yetkililerini ifade vermek üzere davet etmek yetkisi var. Temsilciler Meclisi’nde çoğunluğun el değiştirmesiyle Meclis Komitelerindeki başkanlıklar da Demokrat Partiye geçecek.
Rusya’nın 2016 seçimlerine müdahalesi ve Rusya ile Trump seçim kampanyası arasında işbirliği yapılıp yapılmadığı hususunda süren soruşturmalar konusunda yeni Temsilciler Meclis’inin nasıl bir rol oynayacağı, Temsilciler Meclis’inde Demokrat Parti çoğunluğunun bu soruşturmalar için ne anlama geldiği yoğun bir şekilde tartışılmaya başlandı bile. Trump ve Cumhuriyetçi Parti’den ise Demokrat Partiye, Başkanın bu şekilde (soruşturmalar ve üst düzey yöneticilerin ifade vermeye çağırmasıyla) “taciz” edilmemesi konusunda uyarılar geliyor. Bütün işaretler önümüzdeki 2 sene ve 2020 seçimlerine giden süreçte ABD içindeki bölünme ve çatışma ortamının büyüyeceğini gösteriyor.
Ara seçimlerden hemen sonra, Başkan Trump çevresinde kendisine çok daha bağlı bir yönetim kurmak amacıyla harekete geçmiş gözüküyor. Adalet Bakanı Jeff Sessions’ın Başkan Trump’ın isteği üzerine görevinden istifa etmesi bunu gösteriyor. Başkan Trump’ın Adalet Bakanı Sessions’ın Rusya’nın 2016 Başkanlık Seçimlerine müdahalesiyle ilgili özel bir savcı atanması süreci sırasındaki tutumunu hiçbir zaman affetmediği ve Sessions’ı görevden almak için uygun bir fırsat beklediğine işaret ediliyor. Vaşington’da Adalet Bakanı’nın görevden alınmasının Rusya soruşturması için ne anlama geldiği, Trump’ın soruşturmayı engellemeye mi çalıştığı, bundan sonraki gelişmelerin ne olacağı yoğun bir şekilde tartışılıyor.
Kongre’nin Senato kanadında Cumhuriyetçi Parti’nin çoğunluğunu sürdürmesi ve hatta arttırması Trump için mutlaka iyi bir haber. Senato her şeyden önce Başkanın yaptığı bütün önemli atamaları onaylıyor. ABD sisteminde Başkan tarafından üst düzey görevlere atananların Senato tarafından onaylanması gerekiyor. Başkan Trump’ın atayacağı yeni Adalet Bakanı’nın da mevcut şartlarda Senato tarafından onaylanmasına kesin gözüyle bakılıyor. Cumhuriyetçi Partinin Senato’daki çoğunluğu sebebiyle Başkan Trump’ın istemediği yasaların Kongre’den geçmesini engellemesi de kolay. Senato ayrıca Kongre’nin dış politika alanında geleneksel olarak daha önde bir rol oynayan kanadı. Senato ve komitelerindeki Cumhuriyetçi Parti çoğunluğu Başkan Trump’ın dış politika alanında elini oldukça rahatlatan bir durum.
Ara seçimlerden hemen sonra Başkan Trump 1. Dünya Savaşı’nın bitiminin 100. yıldönümü anma törenlerine katılmak için Fransa’ya gitti. Esasen bu törenlere katılmak üzere 1. Dünya Savaşı’na iştirak eden ülkelerden çok sayıda lider 10-11 Kasım tarihlerinde Fransa’da idi. Trump ile Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un arasının geçmişte (diğer Avrupa ülkeleri liderleriyle karşılaştırıldığında) “daha iyi” olduğu biliniyor. Bu Trump’ın 2 sene içinde Fransa’ya yaptığı 2. ziyaret. Buna rağmen Trump Fransa ziyaretini Paris’e inmeden attığı ve Macron’u eleştiren bir “twitle” başlattı.
Başkan Trump’ı kızdıran Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un kısa bir süre önce yaptığı Avrupa’nın “Rusya, Çin ve hatta ABD’ye karşı” kendi ordusunu kurma önerisiydi. Başkan Trump uçağı Paris’e inerken attığı “twitte” Macron’un bu önerisini “hakaret” olarak niteledi ve Avrupa’nın ordu kurmak yerine NATO’ya yaptığı katkıyı arttırması gerektiği görüşünü yineledi. Bununla beraber daha sonra gerçekleşen Trump-Macron ikili görüşmesinin olumlu geçtiği ve iki liderin görüştükleri konularda aynı noktalarda oldukları açıklandı. Macron ve Trump basına açık ifadelerinde Avrupa ülkelerinin NATO’ya sağladıkları katkıyı artırmaları gerektiği yönünde yaptıkları vurgular dikkat çekti.
Trump-Macron görüşmesinin “twitle” artan tansiyonu (bir ölçüde) düşürmesine rağmen, iki liderin görüşmedeki vücut dilleri başlangıçtaki Trump-Macron yakınlığının artık kalmadığını gösteriyor. Avrupa Birliği yönetiminde Trump Yönetimi’nin Avrupa’nın ekonomik ve siyasi birleşmesinden endişe duyduğu yönündeki görüşün giderek büyüdüğü görülüyor. Başkan Trump’ın, Rusya’dan daha fazla ve muhtemelen Çin kadar, Almanya liderliğinde birleşen Avrupa’yı ABD’nin Dünya’daki “hakimiyetine” ve “liderliğine” rakip olarak gördüğüne inanların sayısı oldukça fazla.
Birçok uzman Trump ile Macron arasında esasen dış politika konusunda temelde bir görüş ayrılığı bulunduğuna, Macron’un “çok ulusluluk” esasına dayanan dış politika ve uluslararası sistemi savunurken, Trump’ın “ABD ilk ” sloganında ifadesini bulan aşırı milliyetçi bir anlayışını ön plana çıkarttığına işaret ediyorlar. Bugünkü Avrupa’nın 2. Dünya Savaşı’ndan sonra ortaya çıkan Alman-Fransız uzlaşısına dayandığı açık. Avrupa Birliğini bugünkü haline getiren bu uzlaşının artık Başkan Trump tarafından ABD çıkarları için bir tehdit olarak gördüğü yönündeki görüş oldukça yaygın hale gelmiş durumda.
Paris’teki anma töreninde İngiliz Başbakanı Terasa May’ın olmaması da dikkat çekiciydi. İngiltere 1. Dünya Savaşı’nın en önemli ülkesi ve savaşın esas galibi. İngiltere’nin de en az ABD (ve de Rusya) kadar Avrupa’nın Almanya-Fransa uzlaşısı temelinde ve Almanya liderliğinde birleşmesinden memnun olmadığına, Macron’un Avrupa ordusu ifadelerinin Vaşington ve Moskova kadar Londra’da da hoş karşılanmadığını tahmin etmek zor değil. Macron’un Avrupa derken Avrupa Birliği Ordusunu kastettiği ise açık. AB’yi, ekonomik bir topluluk olmaktan çıkartıp, siyasi ve askeri bir birlik (muhtemelen bir konfederasyon) haline getirmek hayali bir Berlin-Paris projesi. Avrupa’da artan milliyetçiliğin bu projenin önündeki en büyük engeli oluşturduğu da ortada.
Fransa’daki anma törenlerine Cumhurbaşkanı Erdoğan da katıldı. 10 Kasım akşamı Cumhurbaşkanı Macron tarafından verilen yemekte Cumhurbaşkanı Erdoğan masada yanında oturan Başkan Trump ile masada karşısında oturan Cumhurbaşkanı Macron ve Başbakan Merkel ile görüştü ve sohbet etti. Aynı liderlerin bu ayın sonunda G-20 Zirvesi nedeniyle bu kez Arjantin’in başkenti Boenos Aires’te bulunmaları, G-20 Zirvesi marjında da önemli 2’li görüşmelerin yapılması bekleniyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Paris’te Başkan Trump ile görüşmesinden önce Türkiye ile ABD arasında Vaşington’un PYD/YPG bağlantıları nedeniyle yine Ankara’yı kızdıran gelişmeler yaşandı. Vaşington’dan 3 üst düzey PKK elebaşısının başına ödül konulduğu haberlerinin, Vaşington’un PYD/YPG’yi terörist örgüt saymadığı haberleriyle birlikte gelmesi Ankara’yı tepki göstermeye itti. Vaşington’un PKK/PYD/YPG’nin aynı örgüt olduğunu (bütün açık duruma rağmen) kabul etmemesi Ankara-Vaşington ilişkilerinde en önemli sorunlardan biri olmayı sürdürüyor.
Paylaş