Paylaş
Rusya ve ABD varlığı artık Suriye’de sürekli bir hale gelmiş gözüküyor. Hatta Rusya’nın ve ABD’nin güneyde komşumuz haline geldiğinden bile bahsetmek mümkün. Ankara, bu durumda Suriye politikasının oluşturulmasında hem Moskova hem de Vaşington’u dikkate almak zorunluluğunu hissediyor; bu iki başkent ile görüşmeler önem kazanıyor.
Türkiye’nin artık Suriye’de iki amacı var. Ankara bir yandan Suriye ile olan sınırının güvenliğini sağlamaya ve sınırın güneyinde, Suriye toprak bütünlüğünü de bozacak, Türkiye için terör tehdidini arttıracak gelişmeleri önlemeye gayret gösteriyor. Türk yetkililer bu durumu sınırın hemen güneyinde bir “terör koridoru” oluşmasının ve bir “PKK devleti” kurulmasının önlenmesi olarak açıklıyorlar.
İşte 2019’da Ankara’nın, Vaşington’a rağmen, giriştiği Barış Pınarı Harekatının amacı bu. Türkiye, 2015 yılında başlayan Suriye’deki ABD-PYD/YPG (PKK) işbirliğinden büyük rahatsızlık duyuyor. Ankara’dan bakıldığında ABD’nin PKK’nın Suriye uzantısıyla Suriye’de giriştiği ve 4 seneden beri devam eden işbirliğinin nereye varacağı ciddi soru işaretleri ortaya çıkartıyor; ABD’nin Suriye’de ne yapmaya çalıştığı konusunda Ankara’da olan kuşkuları arttırıyor.
Başkan Trump’ın birkaç kere Suriye’den çekilme talimatı vermesine rağmen ABD’nin Suriye’de kalması ise durumu daha da ilginç bir hale getiriyor. ABD Dışişleri ve Savunma Bakanlığı’nda bulunan bir grubun sonunda Başkan Trump’ı Suriye’de kalmaya razı ettikleri ve bunun sağlanması için Suriye’de bulunan petrol kuyularının Şam rejiminin eline geçmemesi lazım geldiği gerekçesini kullandıkları ortaya çıkıyor.
ABD Dışişleri ve Savunma Bakanlığı’ndaki bu grubun Suriye’de kalma konusundaki ısrarının arkasında daha çok DEAŞ, İran ve Rusya tehlikelerinin bulunduğu, İsrail’in bölgedeki menfaatlerinin de dikkate alındığı anlaşılıyor. Barış Pınarı Harekatının Vaşington’da yarattığı Türkiye aleyhtarı havaya rağmen, bu harekatın yapılmasının Vaşington’da Türkiye’nin Suriye’deki kırmızı çizgilerinin ne olduğunun kavranmasına yardımcı olduğu ümit ediliyor.
Ankara, diğer yandan da Suriye konusunun tümüne bakmak zorunda kalıyor. Suriye sorununun siyasi çözümü Türkiye için büyük önem taşıyor. Burada da Rusya ile hareket ediliyor. Türkiye’de yaşayan Suriyeli sığınmacılar konusunun bir bütün halinde halledilmesi de her şeyden önce Suriye’de kalıcı bir çözümü gerektiriyor. Ama Anayasa Komitesi çalışmalarının hızlı ve olumlu bir yönde gittiği yönünde henüz Cenevre’den gelen bir haber yok.
Zaten Anayasa Komitesi’nin 2020’de de Suriye’de siyasi reformları gerçekleştirebileceğini ümit edenlerin sayısı çok az. Suriye savaşında elini çok güçlendiren Şam rejiminin siyasi reformlar konusunda bu aşamada adım atmaya yanaşmayacağı, Suriye’yi birleştirecek bir Anayasa’yı ortaya çıkartmanın çok zor olacağı düşünülüyor. Burada Şam rejimini ülkede siyasi reformları yapma zamanının geldiğine ikna edecek anahtarın Moskova’nın elinde olduğunu söylemek gerekiyor.
Türkiye açısından Suriye Savaşını bitirme çabaları çerçevesinde, sınırının hemen yanındaki, İdlib sorunu önem taşıyor. Şam rejiminin 4 milyona yakın sivilin yaşadığı İdlib’te yeni bir göç krizine yol açacak davranışlarda bulunmaması gerekiyor. İdlib’in 2020’de sorun olmaya devam etmesi ve buradaki aşırı grupların nasıl silahsızlandırılacağı ve İdlib’te istikrarın nasıl sağlanacağı konusunun Türkiye’yi meşgul etmeye devam etmesi beklentisi var.
Türkiye için 2019’da büyüyen bir sorun da Doğu Akdeniz’deki gerginlik. 2020 yılında Doğu Akdeniz’deki gerginliğin daha da artması büyük bir olasılık. Bölgenin doğal gaz ve petrol yatakları bakımından söylendiği kadar zengin olması halinde bölge ülkeleri kadar küresel güçlerin de dikkatlerinin Doğu Akdeniz üzerinde toplanacağını düşünmek gerekiyor.
Yunanistan’ın, bu kez Kıbrıs Rum Kesimini yanına alarak, Ege Denizi’nde olduğu gibi, Türkiye’yi Akdeniz’de kendi karasuları içine sıkıştırma planları içinde olması, bu yönde politikaları bir süreden beri uygulamaya koyması Türkiye-Yunanistan ilişkileri için ciddi bir sorun yaratmaktadır. Rum tarafının uzlaşmaz katı tutumu nedeniyle Kıbrıs’ta yaşanan çözümsüzlüğe şimdi de Doğu Akdeniz’deki sorunlar eklenmiştir.
Ankara’nın, Atina’nın bir süreden beri Doğu Akdeniz’de bölge ülkeleri nezdinde ve Avrupa Birliği içinde yürüttüğü Türkiye’yi yalnız bırakma girişimlerine, Libya ile imzaladığı deniz yetki alanlarını sınırlayan Mutabakat Muhtırası ile cevap vermesi Akdeniz’deki oyunları bozan yönde bir adım olmuştur. Yunanistan Dışişleri Bakanının Türkiye-Libya Anlaşmasından sonra alelacele Mısır’a ve General Haftar
ile görüşmek üzere Doğu Libya’ya gitmesi Atina’daki telaşı ve tedirginliği göstermektedir.
Libya’nın son gelişmelerle Doğu Akdeniz’de deniz yetki alanlarının tespiti konusunda oynadığı rol ön plana çıkmış; bu durum dikkatlerin bir kez daha Libya’daki iç savaşa çevrilmesine neden olmuştur. Ankara, Libya’da ülkeyi Birleşmiş Milletlerde de temsil eden, Ulusal Mutabakat Hükümetinin, dış destekle saldırılar düzenleyen General Haftar tarafından devrilmesine izin vermemek için harekete geçmiş görünmektedir.
Türkiye’nin 2020 yılının hemen başında Libya’ya asker göndermesi ve Libya’da devam eden savaşta, Trablus Hükümeti yanında yer alması, uzun bir zamandan beri iç savaşın devam ettiği Libya’yı Türk dış politikasında, Suriye gibi, en ön plana çıkartacaktır. 2020 yılında Türk kamuoyunun dikkatlerinin Suriye, Doğu Akdeniz yanında Libya üzerinde yoğunlaşması kaçınılmaz görünmektedir.
2019 yılı, Türkiye için çok önemli diğer komşu bir ülke olan, Irak’taki hızlı gelişmelerle bitmiştir. Irak’ta yaşanan ABD-İran mücadelesi artık açık bir şekilde yaşanmaktadır. Kısa bir süre önce Irak’taki Amerikan üslerine yapılan roketli saldırılara Vaşington, Irak ve Suriye’deki 5 İran yanlısı Ketaip Hizbullah üssüne hava saldırısı düzenleyerek karşılık vermiştir. 2019’un son günü Haşdi Şabi (Halk Seferberlik Güçleri) ve destekçilerinin Bağdat’taki ABD Büyükelçiliğini basması ve Büyükelçiliğin boşaltılması (daha önce Necef’teki İran Başkonsolosluğunun yakıldığı da dikkate alındığında) Irak’taki gelişmelerin aldığı tehlikeli boyutu gözler önüne sermektedir.
Daha önceki yazılarımda Irak’taki ABD-İran mücadelesinin artacağını ve Irak’ın Orta Doğu’daki mücadelenin odak merkezi olmasının beklendiğine temas etmiştim. Gerçekten de beklendiği gibi (iki tarafça da ortak tehdit olarak görülen) DEAŞ tehlikesi azaldığında, Irak’ta Vaşington ile Tahran arasındaki rekabette ön plana çıkmış, bu ülkedeki ABD-İran çatışması artık örtülü bir şekilde değil açık olarak yaşanmaya başlamıştır.
Irak’ta ABD-İran çatışmasının hızlandığı bir dönemde Irak’ın siyasi bir krizden geçmesi konunun diğer ilginç bir yanıdır. Ülkede süren Şii ağırlıklı sokak gösterileri karşısında Başbakan Abdül Mehdi istifa etmiştir. Ülke yeni bir Başbakan arayışı içindedir. ABD ve İran’ın ağır bir şekilde içişlerine karıştığı Irak’ta yeni Başbakanın bulunması, hükümetin oluşturulması ve sokak gösterilerine neden olan sorunların çözümü hiç de kolay olacak gibi görünmemektedir.
ABD’nin İran yanlısı milis güçlerine karşı Irak (ve Suriye’de) giriştiği hava saldırılarına ilk tepkilerin, Tahran’dan bile önce, Irak yönetimi ile Lübnan Hizbullah’ından gelmesi konunun bölgesel boyutlarını açıkça ortaya koymaktadır. Son gelişmeler İran Devrim Muhafızlarının bölgede ne ölçülerde yerleşmiş olduğunu, Irak Haşdi Şabi güçleri de aralarında olmak üzere, bölgedeki Şii milis kuvvetlerinin büyük bölümünün Tahran tarafından kontrol edildiğini göstermiştir.
İran’ın Irak üzerindeki nüfuzu ve ülke siyaseti üzerindeki ağırlığı zannedildiğinden çok daha fazladır. ABD’nin 2003 işgali ve sonra yapmaya devam ettiği hatalar Irak’taki bütün dengeleri değiştirmiştir. Petrol ve doğal gaz kaynakları bakımından çok zengin bir ülke olan Irak’ta ve tüm bölgede artarak devam edeceği anlaşılan ABD-İran mücadelesinin 2020’de de Türkiye tarafından da çok yakından takip edilmesi gerekmektedir.
Türkiye-ABD ilişkilerinde yaşanan sorunlar 2020’de devam edecek gibi görünmektedir. Türkiye aleyhtarı malum lobiler, ABD iç siyasetindeki kutuplaşmadan da istifade ederek, ABD Kongresini Türkiye-ABD ilişkilerini daha da fazla yaralamak için fütursuzca kullanmaktadır. Vaşington’daki yönetimin bu durumu nihayet gördüğü ve Kongrenin Türkiye-ABD ilişkilerine daha fazla zarar vermesini önlemeye çalıştığı anlaşılmaktadır.
2020 ABD için seçim yılıdır. ABD hem önümüzdeki 4 yıl için Başkanını seçecek, hem de Kongre yenilenecektir. Seçim yıllarında etnik lobilerin güçlerini arttırabildikleri bilinmekte ve Türkiye-ABD ilişkilerini, F-35’ler ve yaptırım tehditleri gibi olumsuzluklardan kurtararak, olumlu gündeme döndürmenin zor olacağı ortaya çıkmaktadır. ABD, Suriye’de PKK uzantıları ile işbirliğini sürdürdüğü sürece, başta Suriye olmak üzere, tüm Orta Doğu’da Ankara-Vaşington arasındaki işbirliğinin yeniden tesisi de kolay olmayacaktır.
Halen Kongre’nin Temsilciler Meclisi kanadını kontrol eden Demokrat Parti üst yönetimindeki Türkiye karşıtlığı karşısında 2020 Kasım ayında yapılacak Başkanlık seçimi Türkiye açısından daha da önem kazanmış görünmektedir. Başkan Trump’ın karşısında yarışacak olan Demokrat Parti Başkan adayı daha belli değildir. Ancak Demokrat Parti Başkan adaylarının önde gelenlerinin geçmişte Türkiye aleyhtarı etnik lobilerle “yakın” ilişkiler kurdukları bilinmektedir.
Türkiye’nin Rusya ile ilişkileri 2018 ve 2019 yıllarında izlenen hızlı düzelme ile 2015 uçak krizi öncesi seviyesini yakalamıştır. Rusya, Türkiye için önemi artan ekonomik bir “ortak” olma özelliğini devam ettirmektedir. Ancak, ABD’nin
Türkiye’ye karşı yaptığı hatalar nedeniyle, artık Ankara’nın Rusya’ya sadece ekonomik gözlüklerle baktığını söylemek zordur.
Ankara-Moskova ilişkileri 2019 yılında siyasi ve askeri alanda da gelişmeye devam etmiştir. ABD’nin F-35 hatasında ısrar etmesi durumunda Türkiye’nin 2020 yılında 5. nesil savaş uçağı tedarikinde Rusya’ya dönmek zorunda kalması hiç de ihtimal dışı olarak görünmemektedir. Patriot hava savunma sistemlerini satmayarak Türkiye’yi Rusya’ya gitmeye zorlayan Vaşington, şimdi savaş uçağı konusunda aynı hataya düşmekte ve Türkiye’yi Rusya alternatifi ile baş başa bırakma yoluna girmektedir.
2019 yılı Türkiye’nin Avrupa Birliği ülkeleriyle ilişkilerinde ciddi sorunların yaşanmaya devam ettiği bir yıl olmuştur. Bunun başlıca sebebi AB üyesi belli başlı ülkelerde zaten bir zamandan beri hız kazanmakta olan yabancı düşmanlığı, İslamafobya ve ırkçılığın Türkiye düşmanlığına dönüşmesidir. AB, bırakın Türkiye ile katılım müzakerelerinin önünü açmayı, Gümrük Birliğinin yenilenmesi ve genişletilmesi gibi kendi lehine de olacak gelişmelerin bile önünü açmaya muktedir gibi görünmemektedir.
2020 yılında Türkiye-AB ilişkilerinde olumlu gelişmelerin meydan gelmesini beklemek imkanı olmadığını düşünenler çoğunluktadır. AB’nin, Türkiye’nin Suriye’deki güvenlik ve terörizmle mücadele etme ihtiyaçlarına gösterdiği soğukluk ve Barış Pınarı Harekatına gösterdiği aşırı tepki Türkiye’nin artık dış politika konularında da AB’nin belli başlı ülkelerine güvenmesi imkanı kalmadığına işaret etmektedir. Eğer AB şimdiye kadar yaptığı gibi Rum tarafının Türkiye’yi Doğu Akdeniz’de sıkıştırma ve yalnız bırakma politikalarına körü kürüne destek olmaya kalkışırsa Ankara ile AB üyesi bazı ülkelerin başkentleri arasındaki (Berlin ve Paris) mesafe kaçınılmaz olarak daha da büyüyecektir.
Türk dış politikası 2020’de bölge ülkeleri İran, İsrail ve Suudi Arabistan’daki gelişmelerle yakından ilgilenmek durumundadır. Bu üç ülke de Türkiye’nin yakından ilgilendiği bölgelerdeki dengelerin oluşmasında önemli rol oynamaktadır. Bu yazımda kısaca 2020 için Türk dış politikasındaki beklentilere baktım. Sonraki bir yazımda küresel dengelere eğileceğim.
Paylaş