Arasıra elimde soda bardağı penceremin önüne dikilip karşıdaki Üsküdar'a daldırıyorum.
Bir zamanların yeşil Üsküdar'ını çekirge sürüsü gibi yeyip tüketmiş beton apartman yığınına bakıyorum. Artık Sultantepe, Selimiye, Bağlarbaşı nerdedir neresidir anlayan beri gelsin. Bir zamanlar Üsküdar'ın yarısını kaplayan koca Karacaahmet Mezarlığı yenmiş yutulmuş, betonlar arasında incecik yeşil bir şerit gibi kalmış. Orada yatan dedem, anneannem, annem ve yengemin mezarları üstüne bakalım ne zaman salon salomanjeli apartman konduracaklar?
Sonra, Salacak İskelesi'nden atlayıp Kızkulesi'ne yüzen çocuk kendimi acaba görebilir miyim diye miyop gözlerimle denizi tarıyorum. Aklıma İmrahorlu Salacaklı çocukluk ve gençlik arkadaşlarım düşüyor.
Yalkın, Yılmaz, Cevat, Yusuf, Ender, Çakır ve diğerleri şimdi kimbilir ne yapıyorlar. Pelvan Remzi hayatta mıdır acaba? Geçenlerde Kahveci Nihat'ın ölüm haberini aldım. Toprağına nur yağsın içim yandı. Nihat sarışın, babayiğit kahvesine gelen gençlere şefkatle yol yordam öğreten eski bir İstanbul delikanlısıydı. Hep güleç ve yumuşak başlıydı ama Kıvırcık Muzaffer ve Arap Hilmi gibi Üsküdar'ın namlı kabadayıları bile Nihat'a çekinik bir saygı gösterirlerdi.
*
Bir gece, iddialı bir bilardo maçına daldırdığımız için gece yarısını buldurmuştuk. İşe gidenler kahvaltılarını yapabilsinler diye kahvesini çok erken açan Nihat'ın mavi gözlerinden uyku akıyordu. Ama nezaketinden bizleri kışkışlamıyordu.
Ben tam topları sotaya getirip dördüncü sayımı çekecekken kahveye bağırış, çığırış, sallana, yıkıla Selim Ağabey'le Recep Ağabey girdiler. İkisi de Arap'ın meyhanesinden geliyorlardı ve zurna gibi sarhoştular. Nihat'ın koyu sade kahveleri bile onları yatıştırmadı. Doğanspor ve Üsküdarspor rekabeti yüzünden aralarında yine hır çıkmıştı. Oysa iki takım da aynı yörenin takımlarıydı. Çoğumuz hangi takımın o hafta maçı varsa gidip o takımda oynardık. Ama Selim Doğanspor'un, Recep Üsküdarspor'un manevi kaptanıydılar. Kimse onları seçmemişti. Onlar, kendilerini kaptan tayin etmişlerdi. Geçkince yaşları ve pazu güçleri nedeniyle hiçbirimiz kaptanlıklarına itiraz edememiştik.
Kim kimi nasıl ve ne kadar yendi kavgası uzayınca Nihat, şamatayı kesmek için
‘‘Bu iş kahve masasında değil, sahada anlaşılır’’ dedi. Selim de
‘‘Haydin, toparlanın gidiyoruz!’’ diye ayağa dikildi.
‘‘Nereye gidiyoruz Selim ağabey?’’
‘‘Maç yapmaya gidiyoruz. Tabii, bu Recep ödleğinin gözü yerse!..’’
‘‘Kim ben mi korkacağım? Üsküdarspor'un bebeleri bile size daha geçen hafta 5 basmadılar mı?.. Daha fazla atacaklardı ama ben araya girip ‘‘Yapmayın ayıp oluyor. Hepiniz aynı semtin çocuklarısınız!’’ dedim de 5 taneyle kurtuldunuzdu.’’
‘‘Hakem bir maçta bize 4 penaltı verirse tabii yeniliriz. Hakem, Recep ağabeyin iş ortağı olunca siz Fenerbahçe'yi bile yenersiniz.’’
‘‘İyi ama nerede oynayacağız abiler?’’
‘‘Anadolu Kulübü'nün top sahasında.’’
O yıllarda Şemsi Paşa'nın deniz kıyısındaki Anadolu Kulübü'nün taşlı topraklı küçük bir futbol sahası vardı. Elektrik filan hak getire. ‘‘Bu karanlıkta topu değil birbirimizi bile göremeyiz Recep abi.’’
‘‘Tabak gibi mehtap var be.’’ Yılmaz yarın sabah yazılım var diye mızırdanacak oldu.
‘‘Bu gece maçına gelmeyen Üsküdarspor formasını bir daha rüyasında bile göremez!’’
‘‘Ben de Doğanspor'da oynatmam vallaa!’’
‘‘İyi ama biz burada üç - beş kişiyiz. İki takım etmeyiz.’’
‘‘Yürüyün lan, biz buluruz. Adamdan çok ne var memlekette!’’
Düşmemek için birbirine tutunup yürüyen Selim ve Recep ağabeylerin peşine takıldık. Kahvenin karşısındaki simitçi fırınının çırağını da zorla yanımıza aldık. Nihat'ın kahvesinden 30 metre uzaklıktaki Yusuf'un kahvesine uğrayıp son kalanları ekibe kattık. Hatta Pelvan Remzi'ye bile razı olduk. Takımlar yine tamam olmayınca bir kaç ev dolaşıp oyuncuları yataklarından kaldırdık... Sonra Recep ve Selim ağabeylerin evlerine uğrayıp malzemelerimizi aldık. Bir kısmımız bir daha takıma alınmam korkusuyla bir kısmımız da şamata keyfiyle Anadolu top sahasının yolunu tuttuk.
*
Tam maça başlamak üzereydik ki gecenin köründe kalabalığı gören Bekçi Veli Dayı düdüğü öttürerek damladı.
‘‘Burada ne halt ediyonuz?’’
‘‘Üskadar İlçesi Federasyon Kupası maçımız var. Başkomser Rüştü Abi'den izinliyiz.’’
Veli'nin düdüğünü gören Selim,
‘‘Tuu, hakem bulmayı unutmuştuk. Artık bir hakemimiz de oldu. Veli Dayı hakemlik yapacak.’’
Veli Dayı, şiddetle itiraza başlayınca uyanık Yalkın,
‘‘Veli Dayı futboldan ne anlar yahu... Biz kendimize başka hakem bulalım.’’ dedi damarına bastı.
‘‘Kim ben mi toptan anlamam. Len, daha sen ekmeğe mama derken biz top tepüklüyoduk. Hatta köyde bigün teptiğim top bi davara çarptıydı da hayvan erken doğurduydu.’’
Böylece bekçi nezaretinde kıran kırana bir maç başladı. Ay bulutların arasına girip çıkıyordu. Karanlıkta hepimiz bir tarafa koşuşturuyor, topun kimde olduğu anlaşılmıyordu.
‘‘Veli Dayı el fenerini topa tutsun. Top nereye giderse oraya koşsun.’’
‘‘Ben pire miyim len!.. Oradan oraya nasıl zıplayabilirmişim şavalak?’’
‘‘O zaman topu alan feneri de alıp topa tutsun!’’
‘‘Devletin malına heç bir sivil el süremez!..’’
‘‘Öyleyse top kimdeyse seslensin.’’
‘‘Bende yok!’’
‘‘Bende de...’’
‘‘Öyleyse ne koşturup duruyorsunuz?’’
‘‘Ne bileyim, öbür takım koşunca biz de koşuyoruz.’’
Bir ara her iki kale önünden de goool bağırtıları geldi.
‘‘Selim abi, neredesin be... Baksana herifler gol atmış.’’ Selim ve Recep'in koşacak mecalleri olmadığı için onları kaleci yapmıştık. Ama ortada yoklardı. Bağırışmamız üzerine Selim elinde rakı bardağıyla sallanarak göründü.
‘‘Ben kalede yokken atılan gol sayılmaz. Değil mi Veli Dayı?’’
‘‘Sayılmaz Selim yiğenim. Zati asıl gol öbür kaleye girdi.’’
‘‘Hadi be, bizim kaleye daha top bile gelmedi.’’
‘‘Bizim kaleye hiç gelmedi.’’
‘‘Öyleyse nerede bu top?’’
‘‘Son kim vurduysa söylesin.’’
Önce bir sessizlik oldu. Sonra Cevat'ın sesi duyuldu.
‘‘Bendeydi ama Yılmaz kilodumu aşağıya çekip topu aldı.’’ Selim Ağabey rakısının kalanını dikip gürledi.
‘‘Topu ne yaptın lan Yılmaz?’’
‘‘Abi, şut attım ama top denize gitti.’’
‘‘O zaman atlayıp alıver.’’
‘‘Bu karanlıkta denize girilir mi yahu.’’
‘‘Çocuklar Yılmaz'ı denize atın!’’
‘‘Durun be, kendim girerim. Hem bu futbol pabuçlarıyla yüzemem.’’
Yılmaz, soyunup Şemsi Paşa'dan denize girdi. Biz de deniz kıyısındaki kayalara tüneyip Yılmaz'la topun gelmesini beklemeye başladık. Top geri geldi ama Yılmaz gelmedi. Lodos olduğu için top karaya vurmuştu. Yılmaz'ı beklemekten sıkılıp yeniden maça başladık. Zaten o pek iyi oynamıyordu.
O gece koşuşturmaktan canımız çıktı, yara bere içinde kaldık. Ben şanslıydım. Sadece bir gözüm kapanmış ve kulağım ısırılmıştı. Selim, Veli Dayının tabancasını alıp 6-4'lük galibiyetimiz şerefine havaya ateş etmeye kalktı. Veli Dayı da onu ensesinden sürüyüp karakola götürdü. Recep'i bir kenarda sızmış bulduk. Sarsıp uyandırınca ‘‘Maç hala başlamadı mı’’ diye sordu.
İşin ilginç yanı karşı taraf da bizi 7-3 yendiğini iddia ediyordu. Hiç birimiz itiraz edemedik. Çünkü Pelvan Remzi onlardandı.
Doğanspor'la Üsküdarspor arasındaki bu maç 50 yıl önce oynandı ve ilk gece maçı olarak tarihe geçti. Yılmaz'ı balıkçılar, sabah Kızkulesi'nin kayaları üzerinde bulup getirdiler. O da karaya çıkınca maç kaç kaç bitti diye sordu.