Paylaş
Gecenin bir köründe balkondan mıyık mıyık sesler gelmeye başladı. Kuş veya kedi sesine benzemiyor, daha çok bebek ağlamasını andırıyordu. Sonunda merakım tembelliğimi yendi, kalkıp balkona çıktım. Eciş bücüş cüce bir adam sırtüstü yerde yatıyordu. Yanında bir de torba vardı. Göbeği trafik lambası gibi yanıp sönüyordu. Kafasında yumurta kadar bir şiş vardı. Börtlek gözleriyle bana yalvar yakar bakıp,
‘‘Mıyımık cızıt!..’’ dedi.
‘‘Ne diyorsun anlamıyorum.’’
‘‘Bana bilinmeyen bir silahla ateş edip başımdan vurdular.’’
Cüce bunları söylemişti ama ağzını hiç kımıldatmamıştı. Ben bu sözleri kafamın içinde duymuştum. Demek herif telepatiyle konuşuyordu.
‘‘Sen de kimsin?’’
‘‘Ben Oktoron Gezegeni'nden Bibo'yum.’’
‘‘Ha, sen şu Uşaklı uzaylısın anlaşılan. Benim balkonumda ne işin var?’’
‘‘Saldırıya uğrayınca canımı kurtarmak için kendimi gemime ışınladım. Ama kafamda tahribat olduğundan yanlış hesap yapmışım. Buraya düştüm.’’
Uzaylıyı kucağıma alıp salona götürdüm ve kanapeye uzattım. Adam tüy gibiydi. Sonra da dolaptan tentürdiyot, yara merhemi, sargı bezi çıkarıp uzaylıyı tımar ettim. Yaşamımda hiç uzaylı görmemiştim. Ama kafası sarılı uzaylı hiç mi hiç görmemiştim. Bibo, başındaki sarıkla Fatih'teki tarikat kurslarında okuyan bebelere benzemişti.
‘‘Sizin silahlarınız müthiş!..’’
‘‘Hangi silahlarımız?’’
‘‘Benim bütün X ışınlı ve nötron bombardımanlı silahlara karşı manyetik kalkanım vardır. Hiçbir silah bu kalkanı delip geçemez. Ama sizin askerin attığı silah az kaldı kafamı patlatıyordu.’’
‘‘Bir kere o asker değil, köylüydü. İkincisi, attığı silah değil taştı.’’
‘‘Taş ne demek?’’
‘‘Taş şu demek... Yani, taş taş demek be!.. Sıkıya gelip adamın kafasına bir kodun mu işe yarar. Biz taşları severiz. Hatta iltifat olsun diye taş gibi karı filan deriz. Sizde taş yok mu?’’
‘‘Yok.’’
‘‘Yerlerde ne var?’’
‘‘Çimen, çiçek, sentetik yollar filan...’’
‘‘Sen buraya neden geldin? Elalemin tarlasında ne işin vardı?’’
‘‘Ticaret için geldim. Ben bir tüccarım. Gezegenlerarası ticaret yaparım.’’
‘‘Ne satıyorsun?’’
‘‘Gezegenine göre değişir. Örneğin size benzin hapı, non-stop padişah macunu, kadınlar için cupcup filan getirdimdi.’’
‘‘Onlar da ne?’’
‘‘Benzin hapını arabanın benzin deposuna atıyorsun, ondan sonra 10 yıl su dolduruyorsun. Araba da çalışıyor. Padişah macununu sizden öğrendikti. Ekmeğin üzerine sürüp yiyorsun, sonra horozlar gibi dolanıyorsun.’’
‘‘Bir nevi Viagra yani.’’
‘‘Evet, ama o dediğin 3000 yıllık ilkel bir ilaç. Bizimki ömür boyu garantili.’’
‘‘Peki, cupcup ne?’’
‘‘Cupcup'u süren kadınlar isterlerse bütün gün yağlı ballı yemek yesinler, bir gram bile şişmanlamıyorlar. Sürdükleri cupcup kiloları hemen emiyor. Üstelik istedikleri yerlerini ince, diledikleri yerlerini de cupcup sürmeyip tombul bırakabiliyorlar.’’
‘‘O dediğin benim göbeğimi de eritir mi?’’
‘‘Seninkine dört kat Cumburcum forte gerek. Ama yanımda yok.’’
Bir ara uzaylı Bibo'nun gözü açık olan televizyona takıldı.
‘‘Bu adam kaç yüz yaşında?’’
‘‘O adam bizim başbakanımız ve daha 76 yaşında.’’
‘‘Aaa, daha çocuk yaştaymış. Ama zavallı çok eskimiş. Bizim başbakan tam 350 yaşında. Yani daha delikanlı.’’
‘‘Hösst!.. Sizde insanlar kaç yıl yaşıyor?’’
‘‘600 yıl kadar.’’
‘‘Bizde ortalama 60-70 yıl kadar yaşanır. Naturası sağlam ve kısmetli olanlar bazen 80'ini görür.’’
‘‘Demek sizde onun için çok savaş oluyor.’’
‘‘Savaşla yaşın ne ilgisi var?’’
‘‘İlgisi olmaz olur mu? Biz savaşa gidip ölürsek tam 600 yıllık bir ömür kaybederiz. Kaybımız büyük olacağı için de savaşmayız. Oysa sizin kaybınız sadece 60-70 yıl olduğu için kolayca harcayabiliyorsunuz.’’
Tam o sırada sabah ezanı okunmaya başladı.
‘‘Bu adam niye bağırıyor?’’
‘‘O adam bağırmıyor, ezan okuyor.’’
‘‘Ezan nedir?’’
‘‘Ezan, Tanrı'nın çağrısıdır. Bizleri huzurunda ibadet etmeye çağırıyor. Tanrı, bizleri günde 5 kez ibadet etmeye çağırır.’’
‘‘Demek ki Tanrı, sizlere güvenmiyor.’’
‘‘Niye güvenmiyormuş be?’’
‘‘Güvense, sizleri bütün gün işinizde gücünüzde serbest bırakırdı. Yine ne hırsızlık, ne uğursuzluk, ne edepsizlik yapıyorlar diye şüphelenip ikide bir huzuruna çağırmazdı. Herhalde gözümün önünde olsunlar da yine bir melanette bulunmasınlar diye günde beş kez çağırıyor.’’
O sırada televizyonda akşamki maçın özetleri gösterilmeye başladı.
‘‘Bunların elleri sakat mı?’’
‘‘Hayır, onlar aslan gibi sağlam çocuklar.’’
‘‘Sağlamlarsa, elleri dururken niye ayaklarıyla top oynuyorlar? Elle top oynamak daha kolay değil mi?’’
Bir ya sabır çekip mutfağa gittim ve kendime bir kadeh rakı doldurdum. Milli konukseverliğimiz olmasa, uzaylı herif ensesine şaplağı çoktan yemişti.
‘‘O içtiğin beyaz şey ne?’’
‘‘Arslan sütü, istersen sana da getireyim.’’
‘‘Aaa, ben sütü çok severim. Özellikle bumbul sütünü.’’
‘‘Bumbul ne?’’
‘‘Sizdeki ineklere benzer, ama biz onları geliştirdiğimiz için 30-40 memeleri vardır, çok süt verirler.’’
Mutfağa gidip uzaylı Bibo'ya suyu az bir duble rakı koydum. Herif koca kadehi bir dikişte içti, sonra da yalanmaya başladı. Üçüncü kadehi dipledikten sonra oturduğu kanapeden yavaş yavaş yükselmeye başladı. Tavana yapışınca cırk curk diye kulak tırmalayıcı sesler çıkardı. Göbeğindeki ışık da hızla yanıp sönüyordu.
‘‘Ne oldu, hastalandın mı?’’
‘‘Hayır gayet iyiyim. Şarkı söylüyorum.’’
‘‘Ay bu cırk curk bir şarkı mı? Gözünü seveyim kes, fena oluyorum!..’’
Bibo bu kez,
‘‘Yıkılmadım ayaktayım, dertlerimle başbaşayım. Seni de Allah yarattı, beni de Allah yarattı’’ diye Arapça şivesiyle Türkçe bir şarkıya başladı.
‘‘Sen bunu nereden biliyorsun?’’
‘‘Buraya gelmeden önce planetinizi tanımak için ders çalışmıştım.’’
‘‘Aman bunu da kes... Seninkinden bile berbat!.. Benim uykum geldi, gidip biraz uzanacağım.’’
‘‘Ben de tavanda biraz yattıktan sonra takas ticareti yapmaya çıkacağım.’’
‘‘Ben uyanmadan sakın sokağa çıkayım deme. Burada senin bilmediğin daha çok gizli silahlar var.’’
Tam daldırmıştım ki, evin önünde bir patırtı koptu. Pijamayla sokağa fırladım. Bibo, lüks bir BeMeVe'nin altında yatıyordu. Direksiyondaki 15-16 yaşındaki çocuk,
‘‘Valla benim bir suçum yok. Hıyar herif birden önüme fırladı!..’’ diye ciyaklıyordu. Bibo'nun karnındaki ışık sönmüştü.
Torbasını yerden aldım. İçinde üç taş parçası ve kırılmış bir rakı şişesi vardı.
Paylaş