Paylaş
Saçmalama hakkı
Bu sayfada elimin varıp aklımın yettiğince akıllı uslu yazılar yazmak için tam üç yıldır yırtınıp duruyorum. Yırtınmaktan ötem berim dikiş içinde kaldı. İplik bitti, yırtık yerlerimi artık tutkalla yapıştırıyorum. Ömür boyu yazdığı mektup sayısı bile 10 adedi geçmemiş birinin cilt cilt yazılar yazmaya çabalaması, nasıl bir zulümdür bilir misiniz? Üstelik, bu yazıların içinde akıl olacak, fikir olacak... Mantık, matematik, felsefe ve buluş olacak... Sözcükleri, dirhemle tartılmış ve düzgün bir Türkçe'yle yazılmış olacak. Çünkü, bu yazılar mizah yazısı olmak zorunda!..
En ünlü politikacısından en namlı köşe yazarına dek milletin saçım saçım saçmaladığı bir ülkede, aklı başında bir enayi ben mi kaldım yani?..
Bu hafta ben de saçmalama hakkımı kullanacağım. (Saçmalama hakkı, anayasal bir hak olup insan haklarından önce gelir.)
*
Bir hışmilen geldim geçtim, dükkana daldım. (Peh...peh...peh...)
‘‘Sizde sontorok var mı?’’
‘‘Sontorok nedir?’’
‘‘Zaptirikin küçüğüne sontorok denir.’’
‘‘Zaptirik de kimdir?’’
‘‘Allah Allah!.. Sen ne biçim esnafsın?.. Daha zaptirikten bile haberin yok. Hani, tepesinden böyle tutuluyor da kolundan cırt cırt diye çevriliyor.’’
‘‘Haa, sonuncuyu iki gün önce sattık. Ama isterseniz size lokzama verelim. O, daha güzel cırtlıyor.’’
‘‘Cırtlat bakalım.’’
‘‘Cırt!.. Cırt!.. Cırt!..’’
‘‘Olmadı bunun cırtı, mavimtrak çıkıyor. Ben, cırtın kırmızısını severim.’’
‘‘Ona cırt kırmızı değil, cart kırmızı derler.’’
‘‘Bu korna sesleri nereden geliyor? Belki de Barbaros seferden geliyor.’’
‘‘Hayır efendim, o korna sesleri patateslerden geliyor.’’
‘‘Allah Allah, şarkı söyleyen patates gördüm ama korna çalalına ilk kez rastlıyorum.’’
‘‘Tabii beyim, bunlar dört silindirli, düz vitesli Toyota patatesi!..’’
‘‘Bence, daha çok Fort Eskort'a benziyorlar.’’
‘‘Benzer tabii, Adapazarı'ndaki ünlü patates tarlalarımızın üstüne otomobil fabrikası yapılınca patatesler de korna çalmaya başladı.’’
‘‘Sen, en iyisi kitap arasına bir porsiyon köfte koy da gideyim. Soğanı bol olacak.’’
‘‘Burası köfteci dükkanı değil, berber dükkanı.’’
‘‘Ama kapıda manifaturacı diye yazıyor.’’
‘‘Şaşırtmaca vermek için öyle yazdık. Çünkü, burası gizli bir berber dükkanı!.. Müşterilerimiz mafyadan olduğu için dükkanı gizli işletiyoruz.’’
‘‘Madem berbersin, gelmişken bir etek tıraşı olayım bari.’’
‘‘Etek tıraşını sünnetle beraber yapıyoruz.’’
‘‘Mersi, almiim. Ben birkaç kez sünnet olmuştum.’’
*
Levent'teki evime gitmek için otobüse bindim. Taksiyle ya da otomobilimle Mecidiyeköy'den 4.Levent'e tam 50 dakikada gidebiliyorum. (Mesafe 3 km.) Otobüs 5 durakta durmasına rağmen 10 dakikada gidiyor. Böylece her gidişte tam 40 dakika kârım oluyor. Bir ayda 20 kez otobüsle gitsem 800 dakika, yılda da 9600 dakika kâr ederim. Yani, (9600 bölü 60) 160 saat eder. Bu kârı yüzde 80 faizle bankaya yatırsam 288 saat, yani (288 bölü 24) 12 gün eder. Daha 5 yıl yaşayabileceğimi hesap edersek (5x12) etti mi sana 60 gün. Yani, 2 ay!.. Düşünebiliyor musunuz Azrail gelmiş ümüğüne,
‘‘Artık vaden doldu!..’’
diye çökmüş. Sen, hemen yastığının altından banka defterini çıkarıp Azrail'in burnuna dayıyorsun.
‘‘Benim daha 2 ay vadem var. Sen git, doğru dürüst hesap yap da öyle gel hıyar!..’’
diyorsun. Enayi, amma bozum olur haa!..
*
O, son iki ayımı kimbilir nasıl geçiririm?.. Sahi yahu, yukarıdan bir celp kâğıdı gelse, size sadece 2 ay ömrünüz kaldığını söylese ne yapardınız?
* Dost-ahbap ve aile efradıyla helalleşip kendinize manzaralı bir mezar yeri mi arardınız?
* Yoksa, elde avuçta ne var ne yok satıp savıp evi rakı, 5 yıldızlı bir aşçı, saz heyeti ve göbek atmasını bilen manken kızlarla doldurup işrete mi başlardınız?
* Ya da gıcık olduğunuz, nefret ettiğiniz bilumum arkadaş, patron, politikacı ve kedi mahlukatını tepelemeye mi başlardınız? (Hakim müebbet ya da idam verse kaç yazar!)
* Belki de karınıza o güne kadar yediğiniz haltları itiraf ederdiniz. (Ama kadınsanız, size bunu tavsiye etmem. O, son 2 ayın sonunu getiremeyebilirsiniz.)
* Kimbilir, belki de panikleyip daha ikinci günde intihar ederdiniz.
*
Eve varınca eşim Tolga, ‘‘Sontorok aldın mı?’’
diye sordu.
‘‘Sontorok hiçbir yerde kalmamış, yerine tek taş pırlanta bir yüzük alsam olmaz mı?’’
‘‘Sen beni parayla satın alabileceğini mi sandın!.. Ben, sontoroksuz evde bir dakika bile duramam. Prag'a gidiyorum. Belki sokakta Franz Kafka'ya da rastlarım.’’
‘‘Ne olur, 35 yıl sonra beni kurda kuşa bırakıp gitme!.. Ben de Franz Kafka kadar salakım ve bunalımlar içindeyim.’’
diye yalvardımsa da dinletemedim.
‘‘Gidiyorum diye çok sevinme... Bu, 4 günlük bir tur... 4 gün sonra evdeyim. Ama kedilerimden 'Bize yemek vermedi, bizi dövdü!’’ diye bir şikâyet duyarsam, bütün marangoz takımlarını eskiciye satarım''
dedi ve beni makûs kaderimle ve birbirinden çirkin üç kediyle başbaşa bırakıp çekti Prag'a gitti. Bir uyuz sontorok yüzünden 35 yıllık yuvam dağılmıştı. (Sahi, bu sontorok dedikleri de nedir acaba?)
Tolga kapıyı çekip çıktığı anda üç kedi de ortalıktan toz olmuştu. Ama boşuna gayret, ben onların nerelere saklandıklarını avucumun içi gibi biliyordum. Mutfağa gidip Tolga'nın bıraktığı konserve kedi maması kutularını açtım. İçindekileri bir tepsiye boşalttım. Daha dayanılmaz kılmak için 2 tavuğun göğüs etini didikleyip mamaya kattım. Üstüne de süt döktüm. Sonra da tepsiyi getirip yemek masasının altına koydum. Aşşağılık mahluklar, etlerinden et koparılıyormuş gibi ciyak ciyak bağırıyorlardı ve ağızlarından akan sular halıya damlıyordu. Haa, söylemeyi unuttum. Hepsini yakalayıp kuyruklarından birer birer masanın bacaklarına bağlamıştım. Tepiniyor, yuvarlanıyor ama masanın bacakları arasına koyduğum tepsiye erişemiyorlardı. Artık, bu pis oburlara yemek vermediğimi kimse iddia edemezdi. Şimdi seç bakalım; ya kuyruk, ya mama!..
*
Oturup, şöyle bir güzel saçmalayayım derken yine akıl, fikir, mantık dolu ve içinden zekâ kıvılcımları fışkıran kedili yazılar yazmaya başladığımı fark edince dehşet içinde kaldım. Demek ki saçmalama yeteneğimi de kaybetmişim. Yaşlandıkça dişlerimin eksilmesine, saçlarımın dökülmesine fazla bir itirazım olmamıştı. Ama saçmalama becerimi kaybedersem ben nasıl yaşarım!.. Oysa saçma sapan ne hayaller kurmuştum. Örneğin;
Çok çok zengin oluyorum ve bir parti kuruyorum. Propagandaya deryalar gibi para harcıyorum. Gecemi gündüzüme katıp her il ve ilçede konuşmalar yapıyorum. Zaten bana arka çıkacak 5 televizyon kanalım ve 8 gazetem var. Dağlar taşlar başbakan Oğuz diye inliyor!.. Yüzde 70 oy alıyorum. Başbakan olarak yemin etmek üzere kürsüye geliyorum ve,
‘‘Arkadaş, ben yalan yere yemin etmem!’’
deyip iniyorum.
Böyle güzel bir saçmanın hayalini bile kuramadıktan sonra yapabileceğim tek şey kaldı...
Bu yazıyı gazeteye gönderince kalkıp Fenerbahçe Stadı'na gideceğim ve Fener tribününün en kalabalık yerine oturacağım. Sonra, cebimden sarı-kırmızı (siyah-beyaz da olabilir) bir bayrak çıkaracağım. Ve, bir yandan sallayıp bir yandan da
‘‘Size nasıl geçirdik!.. İ.ne Fener, al al al!..’’
diye bağıracağım.
Paylaş