Huysuz İhtiyar

Haberin Devamı

Ben kimin meleğiyim?

Artık itiraf ediyorum, ben bir Koruyucu Melek'im!.. Melek olduğumu daha gençken öğrenmiştim. Bir gece rüyama ak sakallı bir derviş girmiş, herkesin bir koruyucu meleği bulunduğunu ve benim de bu meleklerden biri olduğumu söylemişti. Artık, melek tayin edildiğim kişiye zor gününde yardımcı olup iyilik yapmak zorundaymışım.

‘‘Peki, ben kimin koruyucu meleğiyim’’ soruma,

‘‘Onu sen arayıp bulacaksın.’’

diye cevap vermişti.

İşte o geceden beri, meleklik edip koruyacağım kişiyi aramaktayım. İnsan gidip de

‘‘Afedersiniz, acaba sizin meleğiniz ben miyim?’’

diye soramıyor ki... Ben de eğrisi doğrusuna rastgelir, benimkine de dokunur deyip önüme gelene iyilik yapmaya başladım.

*

Semih kültürlü, cin gibi zeki ve üstüne üstlük çok sevimli bir arkadaşımdı. Galatasaray Lisesi'ni bitirmiş, yüksek öğrenimini İsviçre'de yaparken babası öldüğü için okulu yarıda kesip yurda dönmüştü. Bizim gazetenin düzeltmen kadrosunda çalışıyor, gazetede çıkacak dizgi yanlışlarını düzeltiyordu. (O yıllarda, gazetelerin düzeltmen kadroları vardı. Rıfat Ilgaz gibi ünlü edebiyatçılar bile çok az paraya düzeltmen olarak çalışırlardı. Yalnız dizgi yanlışlarını değil, namlı köşe yazarlarının Türkçe hatalarını da düzeltirlerdi.)

Semih, gazeteciliği çok seviyordu. Ama bilgi ve yeteneğini kullanamadığı için çok mutsuzdu. Ayrıca, düzeltmenlikten aldığı para çoluk çocuğunu geçindirmeye yetmediği için sabahlara kadar roman tercüme edip, üç beş kuruş fazla kazanmaya çabalıyordu. Benim de bir melek olarak yüreğim paralanıyordu.

O sıralarda patronla aramız nedense çok iyiydi. Genç ve demokrat bir adamdı. Aşağı yukarı her gün görüşüp yeni fikirler üretmeye çalışıyorduk. Ben de punduna getirip laf arasında hababam Semih'i övüp, yeteneklerini sıralıyordum. Gazete için önerdiğim bazı yenilikleri de Semih'in fikri olarak sunuyordum. Bir gün spor sayfasının tepe kadrosu, yeni çıkan bir gazeteye geçince fırsatı kaçırmayıp Semih'i önerdim. Dışarıdan alınacak bir spor yöneticisinin çok pahalıya geleceğini, Semih'in gençken Galatasaray'ın amatör takımında futbol oynadığını, hatta milli bile olduğunu allı pullu anlattım. (Gerçekten de öyleydi.) Semih'le geceler boyu hazırladığımız spor sayfası maketlerini de görünce patronun aklı yattı. Semih spor bölümünün şefi oldu. Gece gündüz heves ve hırsla çalışıyorduk. Gerçekten, çok güzel sayfalar yapıp spor basınına yenilikler getirmiştik. Tabii Semih'in maaşına da kallavi bir zam yapılmıştı. İçim sevinç ve gurur doluydu. Bir melek olarak görevimi yapmanın huzuruyla aferin almak için rüyalarımda beyaz sakallı dervişi görmeye çabalıyordum. Ama dervişin rüyalarıma uğradığı yoktu.

Birkaç ay sonra, Fenerbahçe Galatasaray'ı 4-1 yenip şampiyon oldu ve Semih de ertesi günü kovuldu. Sayfayı hazırlarken Semih'in hasta Galatasaraylılık damarı tutmuş, şampiyon olmasına rağmen Fener'i yerin dibine batırmıştı. İki golün ofsayt olduğunu krokiler çizdirerek açıklamış, hakemin mutlaka satılmış olduğunu ve Galatasaray'ın 3 penaltısını yediğini yazmıştı. Sayfada bütün Galatasaraylı oyunculara 4'er yıldız, 4 gol atan Fenerliler'e ise 2'şer yıldız vermişti. 2 gol atan Lefter bile 2 yıldız almıştı. Bunun üzerine Fenerli okurlar, gazetenin önüne toplanıp yuh çekmişler, hatta cam çerçeve indirmişlerdi. Üstüne üstlük, bizim patron da Fenerbahçe Yönetim Kurulu Üyesi olan hasta bir Fenerliydi. Semih, daha fazla kazanayım derken, düzeltmenlikten aldığı garanti maaştan da olmuştu. Ben, bir melek olarak görevimi yapmıştım. Ama belki de Semih'in koruyucu meleği değildim. Semih'i yıllarca bir daha görmedim. Patron benimle de merhabayı kesti. O yılbaşı, herkese zam yapıldığı halde bana yapılmayınca o gazeteden ayrılmak zorunda kaldım.

*

Aylin, bir sabah bize geldiği zaman gözlerinin altında mor halkalar vardı. Burnu kıpkırmızıydı. Belli ki bütün gece ağlamıştı. Kocası, o gece yine eve gelmemiş ‘‘Bütün gece çalışıp proje yetiştiriyorum’’ bahanelerinin yalan olduğu kafasına artık dank etmiş. Bütün gece kocasının çalıştığı inşaat şirketine telefon etmiş ama cevap veren olmamış. Zaten, son aylarda Turgay'ın şık giyinmesinden, banyoda şarkılar söylemesinden ve ceketindeki sarı saç tellerinden bir metresi olduğu artık ayan ve beyanmış.

Üstüne titrediği bunca yıllık yuvası yıkılmak üzereymiş. İki yavrusuyla ne yapar, nerelere gidermiş? Üstelik Turgay'a da hala deli gibi aşıkmış. Benden başka da akıl danışacağı kimsesi yokmuş.

Aylin, uzaktan akrabam olan çok sevdiğim hanım hanımcık saf bir kızdı. Çok genç yaşta aşık olup liseyi terk ederek evlenmiş, yaşamını kocasına ve yuvasına adamıştı. İşte, meleklik böyle günlerde belli olur. Eşim Tolga'nın ‘‘Sen bu işe karışma!..’’ gibisinden yaptığı kaş göz işaretlerine boşverip ancak çok zeki bir iyilik meleğinin bulabileceği akılları vermeye başladım.

‘‘Erkek milleti hıyardır. Elindeki nimetin farkına varmaz da, komşunun kümesindeki yoluk tavuklara bakıp yalanır. Sen şu yorgan gibi eteğini değiştir, mini bir etek giy... Sür sürüştür, tak takıştır... Ev hanımlığını bırak da biraz şen şakrak ve cilveli ol. Elin herifleri sana bakınca, yutkunmaktan bademcik zelzelesine uğrasınlar ki, Turgay Bey de tekrar senin farkına varabilsin!..’’

*

Aylin'e aylar sonra rastladığımda çok mutluydu. Sırtında göbeğine kadar açık mini etekli ve kolsuz bir elbise vardı. Daha doğrusu, sırtında bir elbise var gibiydi. Göz kapakları yeşile, dudakları parlak mora boyalıydı.

‘‘Turgay kıskançlıktan kuduruyor!.. Artık gecelemeler bitti. Elinden gelse işe hiç gitmeyecek. Günde en az 6 kere eve telefon ediyor!’’

Bir gece Tolga'ya o gün yaptığım iyilik listesinin dökümünü yaparken,

‘‘Duydun mu, kocası Aylin'i boşamış. İki çocuğuyla babasının evine göndermiş.’’

dedi.

‘‘Allah Allah!.. Son gördüğümde karısının üstüne titriyordu. Gözü başkasını görmüyordu.’’

‘‘Aylin, senin akılların sayesinde kocasının arkadaşlarına yaptığı cilvelerin ölçüsünü kaçırınca Turgay'dan okkalı bir dayak yiyip hastanelik olmuş, sonra da boşanmışlar.’’

Bir melek olarak onca çabanın boşa gitmesine üzülmedim değil. Ama Aylin'in koruyucu meleği olmadığımı da böylece anlamış oldum.

*

Böyle ufak tefek olaylar, beni asla yıldırıp meleklikten vazgeçiremezdi. Dervişin benim melekliğimi sınadığımı biliyordum. Ben, her gün can havliyle kurtarıcısı olduğum kişiyi aramaya devam ediyordum. Başı sıkışan herkese borç veriyordum. Param kalmadığı zaman öteberimi satıyor hatta, kendim birilerinden borç alıp borç vermeyi yine sürdürüyordum. İyilik uğruna bazen başım derde de giriyordu. Dayak yemek üzere olan zavallıları kurtarıp onların dayağını ben yiyordum. Hatta, iyilik yapmak için çırpındığım kişilerden bile dayak yediğim oluyordu.

*

Sonunda melekliğe tayin edildiğim kişiyi buldum. Matbaacı Kevork'la bir gün Pasaj'da iki tek atarken Kevork,

‘‘Biliyor musun, sen melek gibi adamsın. Senin gibi arkadaşı olan kimsenin sırtı yere gelmez!’’

dedi. Hay Allah, bunca yıldır aradığım kişinin 30 yıllık arkadaşım Kevork olduğunu nasıl anlayamamıştım? Artık ona buna iyilik yapmak için çırpınmaktan kurtulup sadece Kevork'a çalışacaktım. Ama Kevork'un en ufacık iyiliğe bile ihtiyacı yoktu ki... Han hamam sahibi, başarılı ve zengin bir matbaacıydı. Çok mutlu bir aile hayatı vardı. Üstelik sağlıklı, yakışıklı ve herkesin sevdiği bir herifti. Kevork'a yardımcı olup iyilik yapamadığım için içim içimi yiyor, uykularım kaçıyordu. Ama sonunda dualarım kabul olundu ve Kevork'u polisin elinden ben kurtardım. Artık huzur içindeydim. Hatta sevinçten ağlayabilirdim bile. Polis, sahte Omo kutusu basıyor diye Kevork'un matbaasına baskın yapmıştı. Oğlanı içeri almışlar, sıkıştırıp duruyorlardı. Hemen müdüriyete gidip Mali Polis şefini buldum.

‘‘Bana bak Şükrü, Kevork'u rahat bırak. O, dünyanın en temiz ve en namuslu adamıdır!..’’

dedim. Başkomiser Şükrü, ortanca teyzemin oğlu olup çocukluğunda yediği sopalar yüzünden benden ödü patlardı. Şükrü,

‘‘Bırakamam, elimde ihbar mektupları var!..’’

dedi.

‘‘Biliyorum, onları ben yazdım!..’’

deyip bendeki kopyalarını çıkararak gösterdim ve böylece Kevork'u kurtardım.

*

Geçenlerde, ak sakallı derviş yine rüyama girdi.

‘‘Hala kimin koruyucu meleği olduğunu anlayamadın değil mi?’’

dedi.

‘‘Kimin meleği imişim?’’

‘‘Sen, kendinin meleğisin. Artık, kendine bir iyilik yap da ona buna iyilik yapmaktan vazgeç. Sen, insanlara iyilik yapmayı kolay mı sandın avanak!..’’

deyip kayboldu. Ama dervişe inanmıyorum, çünkü Semih gazeteden atıldıktan sonra küçük bir turizm şirketi kurmuş, Avrupa'dan ilk turistleri o getirmiş. Şimdi, tatil köyleri ve uçakları olan bir turizm şirketinin sahibi.

Aylin ise, boşandıktan kısa bir süre sonra Turgay'ın patronu ile evlendi. Yıllardır Boğaz'da bir yalıda çocukları ve patron kocasıyla çok mutlu bir hayat sürüyor. Adam Aylin'e deli divane oluyor ve kız hala mini etek giyiyor.

Benimse yarın Adliye'de duruşmam var. Hasta bir arkadaşımın çizdiği karikatürü ben üstlendim, Meclis'in manevi şahsiyetine hakaretten 2 yıl istiyorlar.

Yazarın Tüm Yazıları