Hiç kız istemeye gittiniz mi?..

(30 yıl önce yaşadığım bu olaylar, tamamen doğrudur. Yalnız, kahramanları hálá yaşadıkları için isimler değiştirilmiştir ve öykü de keyifli olsun diye biraz abartılmıştır.)

‘NE oldu be?.. Peşinden ordu mu kovalıyor!..’

Görmez gözlerle bana bakıp, can verir gibi,

‘Aşığımm’ diye inledi.

‘Yine mii?.. Sabahın köründe bunun için mi beni ayağa diktin?’

Turhan bildim bileli hep aşıktı. Aşık olduğu kızlar sık sık değişir, ama Turhan’ın aşkı hiç değişmezdi. Bu hıçkırık tutar gibi aşık oluşu yüzünden, üç kez evlenmişti ve aynı nedenden ötürü de üç kez boşanmıştı. Aynı anda 2-3 kıza birden aşık olabilme yeteneği vardı. Benden 8-9 yaş büyük olmasına rağmen yıllarca yiyip içtiğimiz ayrı gitmemişti. Babıali’deki acemilik yıllarımda bana çok yardımı dokunmuştu.

‘Bu seferki bildiğin gibi değil!.. Ben ilk defa sahiden aşık oldum, haydi giyin!’

‘Niye giyinecekmişim?’

‘Kız istemeye gidiyoruz!’

‘Sen kudurdun mu oğlum!.. Bu saatte gidersek bizi pencereden atarlar. Üstelik, kız istemeye niye ben gidiyormuşum?..’

‘Benim hayatta kimim kimsem mi var?..’
diye koca burnunu çeke çeke ağlamaya başladı.

Kadınların ağlamasına dayanamam. Ama erkeklerin ağlamasına hiç dayanamam.

‘Turhan’cığım, insan kız istemeye bir büyüğüyle gider. Ben senden küçüğüm... Kızı verecekleri olsa bile vermezler!..’

‘Verirler... Verirler!.. Kız da benimle evlenmek istiyor. İş babasını razı etmeye kaldı. Senin ağzın iyi laf yapar... Üstelik iyi kötü tanınmış birisin... Kolay hayır diyemez herif!..’
dedi ve mutfağa yürüyüp eline ekmek bıçağını aldı.

‘Gülay olmadan ben yaşayamam... Kızı vermezlerse kendimi öldürürüm... Belki o herifi de öldürürüm!..’ diye yine hıçkırıp höykürmeye başladı.

‘Allah’ını seversen kes şu zırlamayı!.. Otur bir kahve iç de kafanı topla... Kimdir bu kız, neyin nesidir?.. Kız istemeye kimin evine gidiyoruz?..’

Kızın babası ticaretle uğraşıyormuş. Halleri vakitleri iyiymiş. Bizim müstakbel gelin ailenin tek çocuğuymuş. Annesi yıllar önce vefat etmiş. Evi halası çekip çeviriyormuş. Kız, bu yıl üniversiteyi bitirecekmiş. Turhan’ın çalıştığı gazetede stajını yaparken tanışmışlar.

‘Yahu Turhan, kaç yaşında bu kız?..’

‘Eh, şöyle bir 22-23 var!..’

‘Lan alçak sübyancı!.. Kız senden 25 yaş küçük. 10-15 yıl sonra ne olacak?.. Sen çıldırdın mı?..’

‘Evet çıldırdım!.. 10 yıl sonrayı değil, 10 gün sonrayı bile düşünmüyorum. Evlendiğimiz gece bile ölmeye razıyım!.. Haydi gidip kızı isteyelim!..’

‘Kızına görücü geleceğinden babasının haberi var mı bakalım?’

‘Var tabii. Gülay babasına söylemiş... Adam da buyursunlar demiş.’

‘Senin kaç yaşında olduğunu da söylemiş mi?..’

Turhan’ın hık mık etmesinden, biricik kızını isteyecek herifin yaşı hakkında babanın hiçbir bilgisi olmadığını anladım.

Ama Turhan’ın gözü dönmüştü bir kere. Akıl, izan, mantık, sağduyu filan kalmamıştı adamda... Bir ağlıyor, bir gülüyor, bet sesiyle bağıra çağıra şiirler okuyor, arada bir kalkıp kafasını dolap kapaklarına vuruyordu. Bunca yıllık arkadaşlığımız vardı. Gidip kızı istemekten başka ne yapabilirdim ki?..

‘Kalk gidiyoruz’ dedim.

‘Kızı istemeye mi?..’

‘Bu saatte kız istenmez. Akşam yemeğinden sonra gideceğiz. Şimdi yapacak bir sürü işimiz var.’

*

Önce, daha müşterileri gelmemiş açık bir kadın kuaförü buldum. Turhan’ın iyice beyazlanmış saçlarını ve bıyıklarını bir güzel boyattım. Turhan bir ara,

‘Boyanmışken bari sarıya boyayalım... Sarışın olmayı hep istemişimdir’ dediyse de aynada yüzümü görüp sarışın olma isteğinden derhal vazgeçti. Boyadan sonra kuaför, insanın cildini gergin tutacağını iddia ettiği bir sürü de kremi Turhan’ın yüzüne boca etti.

Sonra da Tünel’e yürüyüp vitrinlerde Turhan’ı genç gösterecek ucuz elbise bakınmaya başladık. Allah’tan maaşları yeni almıştık. Lacivert kareli ve metal düğmeli bir ceket, bej ve dar bir pantolonla pembe puanlı bir gömlek seçtim. Tüm sıskalığına rağmen topatan kavunu gibi fırlamış göbeğini örtmek için de parlak kırmızı bir yelek...

Turhan bu kılıkla kötü kovboy filmlerindeki kumarbazlara benzemişti. Ama olsundu. En az 10 yaş daha genç gösteriyordu bana göre. Çikolata ve çiçek işini de hallettikten sonra, yapacak başka bir işimiz kalmamıştı. Hem vakit geçirmek, hem de heyecanımızı bastırmak için Çiçek Pasajı’na girdik. Ağzımız kokmasın diye portakallı votka içmeye başladık.

*

Kızın evinin kapısını çaldığımız sırada hafif eğrilmiş bir durumdaydık. Ama içki cesaret vereceğine, korkumu büsbütün artırmıştı. Arkadaş uğruna çiğ tavuk yenirdi, ama rezil olunur muydu?

Kayınpederi görünce, boşuna korku çektiğimi anladım. Uygar tavırlı, sakin yüzlü, sevimli bir adamdı. Kokusundan anladığım kadarıyla, o da heyecanını bastırmak için rakı içmişti. Ama bizim Turhan’dan gençti. Bizi görünce yüzü biraz ekşidi, fakat kibarlık edip pek renk vermedi. Hal hatır sormalardan sonra müstakbel kayınpeder Veysel Bey, bana hangi gazetede çalıştığımı, kaç para aldığımı ve kaç yaşında olduğumu filan sormaya başladı. Amanın!.. Turhan’a yaptığımız makyaj ve dekorasyon boşa mı gitmişti?.. Veysel Bey, kızını benim istediğimi mi sanmıştı?..

O sırada Turhan hıçkırığa benzer sesler çıkarıyor, arada bir de inliyor ve ikram edilen likörden doldurup doldurup içiyordu. Ben, en romantik olduğuna inandığım eda ve sesimle sözü aşka getiriyor ve aşkın yıllara meydan okuduğuna, tarihteki büyük aşıkların arasında hep büyük yaş farkları olduğunu anlatıyordum. Turhan’ın aslında göründüğünden ve hatta benden bile genç olduğunu söyleyerek tiradımı bitirdim.

Ciddi ve tehlikeli bir sessizlik oldu. Kızı benim değil, Turhan’ın istediği anlaşılmıştı. Bütün kibarlığına rağmen Veysel Bey’in ağzından ‘Hössst!..’ diye bir ses duyuldu. Adam, fırlayıp odadan çıktı ve az sonra ağzına kadar rakı dolu bir bardakla göründü. Turhan da buna karşılık minik likör kadehiyle likör içmekten vazgeçti. Bir su bardağını silme likörle doldurdu.

Allah’tan Hala Hanım, birden söze girdi. Kadife gibi bir sesle havayı yumuşattı:

‘Herkes, doğarken alnına yazılı kısmetiyle doğar efendim. Yaş, varidat, din, iman farkı, hepsi boş şeyler... İnsanın alnına yazılı olan kısmeti padişah gelse silemez demişler efendim... Kısmetse olur, biz ne desek boş!..’

Veysel Bey’in ani olarak sakinleşmesinden, evde halanın sözünün geçtiğini anladım. Sonraki konuşmalarından çıkardığıma göre, kocası vefat edince Hala Hanım genç yaşta dul kalmış ve bir daha evlenmemişti. Bütün sevgi ve şefkátini ağabeyine ve onun kızına vermişti. Çıtı pıtı, sözü sohbeti yerinde, orta yaşlı hoş bir kadındı.

Ben tekrar bir tezgáhtar edasıyla Turhan’ın ne kadar ünlü bir gazeteci olduğunu, yakında köşe yazarı bile olacağını, milletvekili ve hatta bakan olması için bir sürü parti liderinin kendisine yalvardığını, ama onun gazetecilik namusuyla bu teklifleri reddettiğini, içki ve sigarayı hemen bırakabileceğini Veysel Bey’e anlatırken, Hala Hanım da çaktırmadan Turhan’ı teselli ediyordu. Turhan’ın Gülay’ını pek görememiştim. Kahveleri getirdikten sonra yanımızda kısa bir süre oturmuş, sonra da ortadan yok olmuştu. Ama bakışından anladığım kadarıyla, Turhan’ın iddia ettiği gibi ortada aşk meşk yoktu. Turhan’ın gazetedeki karşı durulması mümkünsüz aşk hücumlarından canını kurtarmak için, ‘Gel beni babamdan iste... Verirse ne álá!’ filan demişti herhalde.

Ben Turhan’ı Veysel Bey’e pazarlamaya çalışırken, söz yaş ve kuvvet konusuna geldi. O sırada Turhan celallenip Veysel Bey’le güreş tutmaya kalktı. Hala Hanım, araya girip iki sarhoşu bilek güreşine razı etmeseydi, evde bir hayli tahribat olacaktı. Allah’tan Turhan, Veysel Bey’i bilek güreşinde yendi de, namusumuz kurtuldu. Ama yine de kızı Turhan’a vermediler.

*

Gecenin ayazında kös kös eve dönerken bir delilik etmemesi için Turhan’ı teselli etmeye çalışıyordum. Ama o benden bile sakindi.

‘Boşver, yiğidin alnına yazılan gelir!..’ gibisinden laflar ediyordu. Bir hafta sonra aynı eve yine görücü gittik. Veysel Bey ve kızı evde yoktu. Hala Hanım’dan kendisini Allah’ın emriyle istedik. Çünkü Turhan, Hala Hanım’a yıldırım aşkıyla vurulmuş, bir haftadır yemekten içmekten kesilmişti.

*

Turhan’ın aşklarının bittiğini sanmıyorum. Ama Hala Cavidan Hanım’la hálá evliler ve aslan gibi bir de oğulları var.
Yazarın Tüm Yazıları