‘‘Akşamdan kalma’’ diye bir deyim vardır hani... Gece içkiyi fazla kaçırınca ertesi sabah başağrısından, mide çalkalanmasından adam, can vermekteyim sanır da inileye sürüne dolanıp durur.
Ben de yılbaşından kalmayım. İki gündür çalışma masasıyla tuvalet arasında acıklı sesler çıkararak sürünmekteyim. Benim kuş Enriko Karızo bile feryatlarımı duyup halime acıdı da gevezeliğini kesti. Yılbaşı gecesi tam biir şişe şarap içtim. Adam içkiyi bırakmaya görsün, bütün içme yeteneğini yitiriyor. Bir okka rakıyı hüp diye içip de üstüne ‘‘Hanimiş bunun konyak cilası?’’ diye aranan ben, şimdi kolonya sürününce bile hafiften kafayı buluyorum.
Ahlaya oflaya masaya çöküp bu haftaki Huysuz İhtiyar yazısını yazmaya başladım. Onu mu, bunu mu, neyi yazayım derken ‘‘Yılbaşının büyük ikramiyesi bana çıksaydı ne yapardım?’’ diye yazmaya giriştim. Aaa, beynimin pelte gibi olmasına rağmen konu su gibi akıyor, sözcükler kalemin ucuna sinekler gibi konup kalkıyordu. Yazının sonuna doğru huylanmaya başladım. Ben ıkına sıkına zor bela yazan biriyim. Bu sular seller gibi yazma marifeti nereden peydah oldu diye düşünürken kafamın arka tarafından hırıltılı bir ses,
‘‘Sen bu öyküyü yıllar önce yazmıştın bunakçığım.’’ deyiverdi. Arayıp tarayıp öyküyü buldum. Bu hafta sizlere iki kez yazdığım öyküyü sunuyorum.
BİR ZENGİN ADAM ÖYKÜSÜ
Bir bilete baktım, bir de televizyonda çıkan numaralara. Sonra bir daha baktım. Televizyondaki numaraları büyük bir dikkatle kağıda yazdım. Kalkıp kendime bir kadeh rakı doldurdum, iki sakinleştirici hapla birlikte rakımı içtim. Sonra biletle yazdığım numaraları tekrar karşılaştırdım. Ondan sonra da evin içinde bağıra çağıra koşuşturmaya başladım. Ne dediğimi anlayamıyordum. Zaten anlaşılacak bir şey de söylemiyor, sadece bir avaza haykırıp garip sesler çıkarıyordum. Nedense soyunmaya da başladım. Çıplak koşmak daha keyifli ve havadar oluyordu. Tam 2 trilyon!.. Düşünebiliyor musunuz, tam 2 trilyon kazanmıştım. Eşe dosta müjdeyi vermek için telefona saldırdım. Ama ahize elimdeyken zınk ettim durdum. Ben yoksa salak mıydım? Büyük ikramiyeyi kazandığım bir duyulursa, başıma kimbilir neler gelirdi? Geçim sıkıntısı çeken bilumum eş, dost borç diye başıma üşüşürdü. Zaten zengin dostum yoktu ki! Hayır kurumları, n'oolur bir yardım edin Memed Ali Beyciler, çocuğu için Amerika'da ameliyat parası isteyenler gırla giderdi. İşin kötüsü de eski alacaklılarım alacaklarını hatırlarlardı. Hanım zaten bahçeli bir ev alalım diye yıllardır başımın etini yiyordu. Büyük oğlana da sarhoş olduğum bir gece gaza gelip üniversiteyi bitirirse araba almaya söz vermiştim. Herif de bu yıl üniversiteyi bitiriyordu. Küçüğü bisiklete fit olmuştu. Ama ille de Mavntın Bayk olacakmış. Yani en pahalısından...
Acaba konu komşu patırtımı duymuş muydu? Bir koşu kapının deliğinden koridora baktım, çok şükür apartman sakindi. Sonra bileti katlayıp cüzdanıma yerleştirdim. Cüzdanı da pantolonun arka cebine koyup düğmesini sıkıca ilikledim. Ama pantolonla yatamazdım ki. Bileti cüzdandan çıkardım, yara bandıyla karnımın altına yapıştırdım. Aceleyle masama oturup bir káğıda rakamlar yazmaya başladım. Karım ya da çocuklar her an gelebilirlerdi. Nitekim, geldiler de. Hanım komşudan döndü, az sonra da çocuklar yılbaşı eğlencesinden. Hesap kitap dolu kağıtlardan başımı kaldırıp en karanlık suratımla onlara baktım.
‘‘Bu iş böyle yürümez. 18 milyon elektrik gelmiş yine! Burası fabrika mı, ev mi? Siz de kız arkadaşlarınızla telefonda konuşacağınıza, Çırağan Saray oteline yemeğe götürseniz bana daha ucuza gelecek. Ulan, Telekom'un gizli ajanı mısınız nesiniz, Rahmi Koç bile telefonda 25 milyon liralık konuşmuyor. Siz paranın nasıl kan ve can pahasına kazanıldığını biliyor musunuz?’’ gibisinden sesimi gittikçe yükselterek bir söylev çektim.
‘‘Ama... Fakat...’’ gibisinden karşı çıkacak oldu. Derhal mutfağa gidip hababam su sızdıran çatlak sürahiyi buldum ve yere çaldım. Kırılan cam sesi üzerine itirazlar kesildi.
Karım sabah kapıcıya günlük ihtiyaç siparişini verirken derhal yetiştim. Bütün komşuların duyabileceğini umut ettiğim bir sesle,
‘‘Kıyma, domates ve yumurta kalsın Yusuf Efendi. Ispanağı da bir kilo değil yarım kilo al. Bizim gibi maaşla geçinen insanların ay sonunda kıyma, yumurta nesine? Fırında ucuz bayat ekmek kalmış mı diye sor.’’ diye höykürdüm. Giyinirken karım,
‘‘Niye sana aldığım yeni gömleği giymiyorsun da böyle kol yenleri tirfillenmiş eski püskü şeyleri giyiyorsun?’’ diye mızırdanmaya kalktı. Ben de ona bu hayat pahalılığında artık yeni bir şey giymeye paydos etmemiz gerektiğini, eski ev hanımlarının nasıl yama üstüne yama vurup eriyen yerleri ördüklerini bağıra çağıra bir güzel anlattım.
* * *
İşyerinde arkadaşları çaktırmadan tek tek gözden geçirdim. Hiçbiri benim büyük ikramiyeyi tutturduğumdan haberli görünmüyordu. Ama ben her ihtimale karşı bir ikisinden aybaşında ödenmek üzere yalvar yakar borç aldım. Akşam meyhanede de param yok diye hesabı deftere yazdırdım.
Ertesi gün bankaya koşup Milli Piyango'dan paramı çekmeleri, ismimi asla açıklamamaları, 1 yıl vadeli olarak hesabıma yatırmaları için noter eşliğinde talimat verdim. Faiz konusunda da sıkı sıkı pazarlık yaptım. Parayı hemen harcamaya başlayıp cümle alemi tepeme üşüştürecek kadar enayi değildim.
Evde uyguladığım ekonomik sıkıyönetim sonucunda beklediğim gibi kıyamet koptu. Büyük bir patırtı ve hırgürden sonra 25 yıllık karımdan boşandım. En eski elbiselerimi giyip, en boynu bükük edalarımı takınmalarıma rağmen merhametsiz yargıç, maaşımın üçte birini nafaka olarak ödememe karar verdi.
* * *
Az kaldı dalgaya düşüp kendime bir apartman dairesi kiralayacaktım. Allah'tan ev sahiplerinin açgözlülüğü beni uyandırdı. Kiralar 400 milyondan başlıyordu. İşyerime çok yakın bir gecekondu buldum. Briketten yapılmış, tuvaleti bahçede, iki göz bir ev. Ama seçimler sırasında kondurulduğu için yeni bir yapıydı. Eskiciden biraz eşya alıp taşındım. İşe yürüyerek gidip gelebildiğim için arabamı sattım. Parasını 2 trilyonumun üzerine eklemeleri için bankaya yatırdım.
Yeni evimde yemek pişirmek sorun olmuyordu. Zaten her şey o kadar pahalıydı ki, bir şey yediğim de yoktu. Canım binde bir et çektiği zaman komşular görmesin diye başka bir mahallenin kasabından 150 gram kıyma alıp gizlice eve getiriyordum. Kokusu duyulmasın diye de komşuların yatmasını bekleyip köfte yapıp yiyordum. Çamaşırlarımı da kendim yıkamaya başlamıştım. Zaten yenilerini eskiciye sattığım için birkaç parça eski gömleğim ve iç çamaşırım kalmıştı. Bazen komşudan ütüsünü isteyip gömleklerimi de ütüleyebiliyordum.
* * *
Ama nafaka işi çok canımı sıkıyordu. Nafakayı bedavaya getirmek için gece mesaisine kalmaya başladım. Herkes gidince daha rahat çalışıyordum. Çünkü son günlerde arkadaşlarımın karakterleri değişmeye başlamıştı. Hepsi bana tereyağında kızartılmış bonfileymişim gibi bakmaya başlamıştı. Mutlaka büyük ikramiyeyi kazandığımı öğrenmişlerdi. Bir pundunu bulup beni tongaya düşürecek ve paralarımı iç edeceklerdi. Ben de hepsiyle selamı sabahı kestim. Şu dünyada artık güvenebileceğim tek insan kalmamıştı.
* * *
Bu sabah yataktan kalkacak mecali kendimde bulamadım. Zaten günlerdir üzerimde bir halsizlik vardı. İki adım atsam terliyor, kesik kesik öksürüyordum. Doktora görünmem gerektiğini biliyordum ama, müessesenin doktoru yıllık iznine çıkmıştı. Özel bir hastaneye gidip eşşek yüküyle para verirsem her şey anlaşılabilirdi. Fena halde ateşim vardı. Bir bardak su içmek için doğrulmaya çalıştım. Göğsüme ve sırtıma bir sancı saplandı. Yorganı üstüme çekmeye çabaladım, ama kollarım iyice uyuşmuştu. Yatakta her zaman yaptığım gibi 2 trilyonu nasıl yiyeceğimin hayalini kurmaya başladım. Paralarımın vadesinin dolmasına şunun şurasında birkaç hafta kalmıştı zaten.
* * *
Bir gazete haberi:
YOKSULLUK İÇİNDE ÖLEN ADAMIN BANKADA 2.5 TRİLYONU ÇIKTI
Gecekondusundan iki haftadır çıkmadığı için meraka kapılan komşularının polise haber vermesi üzerine Remzi Cansever adlı şahıs, yatağında ölü bulundu. Mutfağında sadece iki adet kurumuş köfte ve küflenmiş yarım ekmek bulunan Remzi Cansever'in yapılan araştırma sonucu bankada 2.5 trilyona yakın parası olduğu anlaşıldı.