Paylaş
Muharrem öğretmen, okulu ziyaretinde 650 öğrenci ve 50 öğretmenin alkışlarıyla karşılanmıştı. “Benim sıcaklığımı görmüşler ki ortaya böyle güzel bir tablo çıktı. Sabırlı, hoşgörülü ve onları anlamaya çalışan bir öğretmenim” diyor: “Öğrencilerim mezuniyetleri sonrası bana hep sert görünümlü bir öğretmen olduğumu söylerlerdi. Ben onları kafalamaya çalışırken bu gün de onlar beni kafaladı, bana çok şey öğrettiler.”
ERZURUM’UN BİR KÖYÜNDE BAŞLADIM
Muharrem öğretmen meslek hikâyesini ve öğrencileriyle kurduğu güzel iletişimi de şöyle anlatıyor: “Öğretmenliğin bir başlangıç dönemi, yani acemilik, kalfalık ve ustalık dönemi olur. Benim en büyük şansım aslında çok zor yerde, zor ortamda göreve başlamam oldu. 1992’de Erzurum’da koşulları yetersiz, kalorifer sistemi olmayan bir köyde çalışmaya başladım. O dönem sınıf öğretmenliği yaptım. Bu zor koşullarda öğrencilerimin beni örnek aldığını fark ettim. Bu onlara daha çok bağlanmamı sağladı. 2003’te Tekirdağ’a tayin istedim, ortaokul öğretmenliği yaptım. 2005’ten itibaren lisede çalıştım. Burada da 11 yıllık öğretmenim.
SADECE AKADEMİK BAŞARIYI YÜKSELTMEK YETMİYOR
Başlangıçtaki o köy öğretmenliğimde eğitim sevdası içime oturdu herhalde, bu etki altındayım hâlâ. Her zaman öğrenciler tarafından düşündüğüm için empati yönümü geliştirmeye çalıştım. Sadece akademik başarı yükseltmekle iyi öğretmen olunmuyor. Ben öğretmenimden ne istiyorsam, öğrencim için de aynı eğitim anlayışı olmalı. Ben öğretmenimden konuyu anlatmasını, yetersiz kaldığım konuda rehber olmasını istiyordum. Ben de derste sadece konuları anlatmayı değil de yaşam içinde örnekler veya karşılaşılacak durumlarla ilgili ayakları yere basan şekilde anlatımı tercih ettim.
DAHA FAZLA SABIR VE HOŞGÖRÜ
Eğitim-öğretim alanında teknolojik gelişme arttıkça, modern araç gereçler çıktıkça derste asıl verilmesi gereken mantık göz ardı edilmeye başlandı. Teknolojiyi kullanma becerisini geliştirmek, içselleştirmek, genel kültür oluşturmak daha önemli. 27 yıllık öğretmenim. Çocukların öncelikle öğretmene güven duyması çok önemli. Yaptığım meslekte daha fazla sabırlı ve hoşgörülü olmaya, onları daha fazla anlamaya çalışıyorum. Ben bunu kendi öğretmenlik modelim için uyguladım. Öğrencilerim benden bunun karşılığını, sıcaklığı görmüşler ki böyle güzel bir tablo çıktı ortaya. Aslında diğer öğretmenlerden çok farkım yok.”
DERS İŞLERKEN TÜRKİYE’NİN ZENGİNLİKLERİNİ KULLANIYORUM
“DERS işlerken biraz farklı tarzım olabilir. Türkiye’nin zenginliği konusunda Kırşehir’i anlatırken öğrencilerim Neşet Ertaş’ı bilmeli, Sivas’ı anlatırken Âşık Veysel’i anlamalı, Şanlıurfa’dan söz ederken Kazancı Bedih’i unutmak mümkün mü? Kültürel değişimde öz değerleri yaratan bundan önceki birikimleri ortaya koymalıyız. Yaşam kültürü bugünden daha kalitesiz değildi. Bir derste Mahsuni’nin bir türküsünü dinlettim çocuklara, ancak onların ilgisini çekmedi. Oysa televizyondaki bir dizide Mahsuni’nin türküsünün yeni sazlarla yorumlanmış halini dinletince herkes dikkatini yoğunlaştırdı. Bizi biz yapan öz değerleri anlatırken Yunus Emre’yi, Mevlânâ sevgisini bilmek zorundalar. Turizmi okul kitaplarının konu başlığı içinde slaytlarla geçirmek ya da üniversite sınavında çıkacak muhtemel sorular odaklı ders anlatmak beni tatmin etmez. En azından çocuklar bundan sonra Yunus Emre’yi, Âşık Veysel’i hatırlar. Çocuklar korumasız büyüyorlar, teknolojinin önlerindeki bütün kapıları açacağına yönelik bir düşünce var. Oysa bu her şeyi anlatmıyor. Ne düşüneceklerine yönelik derin boşluk yaratıyor, gelecekle ilgili kaygı duyuyorlar. Özellikle 11 ve 12’nci sınıflar hangi okula giderim kaygısını yaşıyorlar.”
BEN BUNLARI YAPIYORUM
“Her öğretmen kendi tarzını yaratır. Sınıfa girince ilk beş dakikamı çocuklara ayırırım. Onlarla birlikte ortak havayı, duyguyu yaratmak gerekir. Öğrencilerim önce benim kıyafetimin, kravatımın, ceketimin uyumuna bakar, pantolonun ütülü olup olmadığını süzer, ayakkabımın uyup uymadığını kontrol eder. Ben de kimin saçlarını kestiğine, kimin topladığına bakarım. Onlarla beş dakika laflayarak günlük yaşam içinde hafif konularla çocuğu sınıftan derse taşımaya çalışırım.
Sınıfa girer girmez ders anlatmam. ‘Kitaplarınızı açın’ demedim hiçbir zaman. Konuyu takip eden, benim anlattığım yeri yakalar, not alır. Onların bunu fark etmesine gayret ederim.
Ders sonunda konuyla ilgili değerlendirmeyi onlara bırakır, ‘Ben anlattım, siz bu konuyla ilgili ne düşünüyorsunuz, ne anladınız?’ derim. Sonuç raporunu onlardan duymak isterim.
Dersi birkaç dakika öncesinde bitiririm, zil çaldığında bir şey anlatmak doğru değil, zamanı güzel kullanırım.
Güler yüzle derse girer, güler yüzle sınıftan çıkarım.”
SEVİNÇTEN AĞLADIM
“ARKADAŞLARIM rahatsızlığım boyunca çok destek oldular, ben de onların yanına gidip ‘İyiyim’ demek istedim. Çocuklar dersteyken gitmek istedim. Kapıdan içeri girdiğimde çok şaşırdım. Bu durumlarda aşırı duygusallaşıyor insan. Nasıl davranacağımı bilemedim. Her birine dokundum. ‘Ben de sizi çok özledim, buraya geldiğim için çok mutluyum’ dedim, ağladım.”
Paylaş