Paylaş
Prof. Dr. Bülent Sankur, 1970 yılında Boğaziçi Üniversitesi Elektrik Mühendisliği Bölümü’nden mezun olduktan sonra doktora derecesini 1976’da Rensselaer Polytechnic Institute’ten aldı. 1976’dan bu yana Boğaziçi Üniversitesi’nde Elektrik-Elektronik Mühendisliği’nde öğretim üyesi. Halen de Boğaziçi Üniversitesi Elektrik-Elektronik Mühendisliği bölümünde emeritus öğretim üyesi olan Bilim Akademisi üyesi Prof.Dr. Bülent Sankur, öğrencilerin gelmediği, sınıfların boş olduğu pandemi koşullarına rağmen her gün üniversiteye gidiyor, boş sınıfta karatahta başında, öğrencilerine ders anlatıyor.
EKRANA BAKMAKTAN İYİ
Prof.Dr. Sankur, uzaktan ders verme deneyiminin zorluklarını şöyle özetliyor: “Pandemi yaşam koşullarını her birimiz için farklı ölçeklerde zorlaştırdı, öğretmenler ve öğrenciler de bu zorluklardan nasiplerini aldı. Biz öğretim üyeleri için en önemli zorluk, sınıfta öğrenciyle göz göze gelerek ders anlatamıyor olmak. Böyle olunca sınıftaki sinerjiden uzak kalıyoruz. Tahtada ders anlatırken doğal ses tonlaması ve beden hareketleri hakkında sınıftan olumlu olumsuz geribildirim alırsınız. Ve anlatım biçiminizi bu geri bildirimlere uyarlarsınız. Şimdi bunun gibi çok önemli etkileşimlerden yoksunuz. Bu eksiklikleri bir nebze gidermek için ben hâlâ sınıfta, ‘karatahta’ üzerinde ders anlatıyorum. Öğrenciler de evlerinde bilgisayarlarından kameranın yansıttığı sahneyi izliyorlar. Bu arada ben de arkadaki bir perdeye yansıtılan galeri görüntüsünden onların yüzlerini görebiliyorum. Bu, sınıfta ‘canlı ders’ kadar zengin bir ortam olmasa da salt ekrana konuşmaktan da daha iyi; yani bu koşullardaki en iyi ara çözüm.”
İLK GÜNKÜ HEVESİMLE...
Prof. Dr. Sankur ile 44 yıllık hocalığını ve ödüllerini konuştuk: “Yurt dışında doktoraya gidişimdeki en belirgin amaç öğretim üyesi olarak Türkiye’ye dönmekti. Düşümü Boğaziçi Üniversitesi’nde hocalığa başlayarak gerçekleştirdim. İlk günkü heves ve inanç artarak hep devam etti. Türkiye’nin geçirdiği politik kazalar, toplumsal depremler, altüst olan sosyal değerler, akademik özgürlüklerin kısıtlanması zaman zaman umutsuzluğa sürüklediyse de bu yolda devam ettim. Akademik ortamda bulunmakla kendimi şanslı saydım. Akademisyenliğin manevi ödüllerinin yanında farklı zorlukları ve meşakkatleri var. Kendi yolunu bulmak, araştırma kariyerinin çizgisini oluşturmak, sürekli ufuklarını genişletmeye ve seçili konularda derinleşmeye çalışmak insanın her dem her anını meşgul ediyor. Ama bu özverilerin ve çabalamanın getirdiği anlamlı manevi ödüller de var ki, insan bunu yüreğinin derinliklerinde duyumsayabiliyor.”
MESLEKTAŞLARA: YAPTIĞINIZ İŞİ SEVİN
Bütün erdemlerin başı sevgi olduğuna göre, bütün meslekler gibi öğretmenlik ve üniversite hocalığını da çok sevmemiz gerekli. İyi ders veren hoca olmayı bir bakıma bir tanrı vergisi olarak düşünebiliriz, bir istidat, insanın doğasında getirdiği yetenek, tıpkı virtüöz müzisyenlik, olimpik düzeyde sporculuk, etkin liderlik sanatı gibi. Ama bizim de ekleyeceğimiz birçok şey var. Çalışma alanındaki uzmanlık ve yetkinlik tabii ki çok önemli; ama aynı zamanda insan odaklı olmaya çalışmalı.
ÖĞRENCİLERE: SABIRLI OLUN ÇOK ÇALIŞIN
Kariyerde ilerlemenin ve başarının, herkesin bildiği gibi önce sabırla ve çok çalışmakla doğrudan bağlantılı olduğunu belirteyim. Bunun yanında uzun soluklu düşünebilmek, büyük hedefi gözetip gereksiz ayrıntılarda kaybolmamak önemli. Bunların yanında ortam, kurum, hatta ülke değiştirmek insana çok şey katıyor; özgüveni pekiştiriyor, insanın kabuğundan çıkıp kendine ve çevresine dışarıdan bakabilmesini sağlıyor. Ve tabii farklı insan ve kurumlardan öğrenebileceği yeni şeyler oluyor.
ÖZEL OKULLARIN YENİ BAŞKANI
68 yıllık Türkiye Özel Okullar Derneği’nin 18’inci Başkanı Nurullah Dal, İzmir’de deprem bölgesindeki okulları ziyareti sırasında yakalandığı COVID-19 hastalığı nedeniyle geçtiğimiz hafta hayatını kaybetmişti. Yaklaşık 20 yıldır dernekte birçok kademede görev yapan Nurullah Dal, işini çok seven, çok çalışan, değerli biriydi. Ailesine, sevenlerine sabır dilerim. Dal’ın ardından başkan olan Zafer Öztürk, Türk Dili Edebiyatı mezunu, eğitim formasyonu alan ve eğitim yönetimi yüksek lisansı yapan bir eğitimci. “Ben bir öğretmenim, öğretmen kimliğim en değerli yönüm” diyen Zafer Öztürk, şunları söylüyor: “Bir kurum, öğretmeni kadar iyidir. Merkezine öğretmeni alan kurum ve ülkeler başarılı olur, gelişir. Öğretmene çok önem veriyorum, onlar toplumun mimarı, mühendisi, heykeltıraşıdır. Hem sanatçısı hem zanaatçısıdır. Bu süreç zorlu bir süreç. Okullarımız kapalı, biz eğitimciyiz. Öğrencimize sadece matematik, fen öğretmiyoruz, hayata bakışı, hayata hazırlanmayı, hayatla mücadele etmeyi öğretiyoruz. Eğitimin temelinde bunun olduğuna inanıyorum. Çocuklar sadece dersini yapmamalı. Müzik aleti de çalmalı, hayata karşı yorumu, hobisi, duruşu olmalı. Bu süreç bir gün bitecek, işimize döneceğiz. Benim öncelikle maksadım öğrencilerimizi geliştirip, yetiştirmek. Yanlış yapma lüksümüz yok.”
DAL'IN ARKADAŞLARI: O GÖREV ŞEHİDİ
CAN PARÇAM GİTTİ
TÖZOK Onursal Başkanı Rüstem Eyüboğlu: “Üniversitede talebemdi, çok çalışkandı, dostlarımdan biriydi. Çok inançlı, değerli bir delikanlıydı, benim oğlumdu. Çok bilgili, neşeli, herkesle barışık, iyi bir aile babasıydı. Can parçam gitti.”
TÖZOK Yüksek İstişare Kurulu Başkan Yardımcısı Cem Gülan: “20 yıllık kader arkadaşımdır. Eşit seviyelerde dernekte göreve başladık. Bu işe baş koyduk. Herkes sırasıyla üstüne düşeni yaptı. Sıra Nurullah’taydı. Hep sahada oldu. İzmir’de deprem olunca yerinde görmek için İzmir’e gittik. Okulları ziyaret ettik. Durumu yakından görmek istedik. O bu virüsü kaptı. Benim gözümde görev şehididir. Öz kardeşimden öteydi. Hayattaki en yakın can dostumdu. Canımdan parça koptu. 20 yıl boyunca okulların iyi olması için elinden gelen her şeyi yaptı. Çok üzgünüm.”
Paylaş