Branş seçimi yapmam lazımdı: Bale, basketbol ve satranç...
Baleyi elemek zor olmadı. Geriye kalan iki seçenek benim için çok önemliydi. Oğluma sordum, basketbol dedi. Bütün yazını topla geçirmişti zaten. Ayrıca çok hareketli olduğu için, enerjisini atması açısından faydalı olacaktı bu ona. Boyundan dolayı ekstradan baskete takıklığımı da hepiniz biliyorsunuzdur artık!!!
Gerçi satrançta da aklım kalmıştı. Çünkü ona ben öğretemezdim ve mutlaka öğrenmesini, hatta oynamasını istediğim yegane oyundu... Neyse, zaten haftada bir gün, diyerek böyle başladık. Düşündüm, olmazsa seneye okulda satrança gider, basketbol için de düzenli bir kursa başlar diye...
Spora saygılı biri olarak sadece sahada giyebileceği bir ayakkabı gerekeceğini düşündüm. Gayet sıkıntılı bir zamanımda, hatta kredi kartlarımı devre dışı bırakmaya çabaladığım bir zamanda gittik beyefendiye basketbol ayakkabısı aldık. Yetmedi, tabii ki, okulumuzun eşofman takımı ve tişörtü ile spor yapılacaktı. Onları da aldık. Bunlar normal masraflar. Zaten büyük büyük aldım ki birkaç sene giyebilsin diye!
İlk hafta eşofmanlarımızı giydik, önlüğümüzü çantamıza koyduk ve okulumuza gittik. Sorun yok. Gayet güzel...Aradan bir hafta geçti ve branş günü olan cuma sabahı oğlum gözlerini açar açmaz, ‘Anne neden basketbolda çok koşuyoruz?’ diye sordu.
‘Basketbolda çok koşmuyorsunuz, sen bir de futbolu denesen, görürsün’ dedim. Sesi pürüzlenmeye başladı ve ‘Ben basketbol oynamak istemiyoruuummm’ diye ağlamaya başladı.
Yıkıldım.
İnanın, okula gitmek istemiyorum dese daha memnun olurdum çünkü gitmek zorunda. Ama Basket zorla olmaz ki!!! Ama ben bunun hayaliyle yaşamıyor muyum!!! Nasıl olur, olamaz... Panik halindeyim, hatta ağlamaklıyım inanın. Ordan girip buradan çıkıp ikna etmeye çalışıyorum. Yok!!! Eşofmanı asla giymiyor. Peki, kıyafet giyelim, belki ders başlayana kadar karar değiştirirsin, dedim ve onu giydirdim.
Bari basket ayakkabılarını giydireyim dedim. ‘Anne bunlar sıkıyor!’ diye ağlamaya başladı. Yahu bir hafta önce beraber deneyerek aldık. Oradaki çocuk, ölçtü biçti. Nasıl olur, Bir haftada bu ayak nasıl büyür??? Başka bir spor ayakkabı giydirdim, onları değiştireceğimi söyledim, eşofmanları çantaya tıktım ve okula gittik. Neyse ki yakın dostu Hakan ve bir eşofmanlı arkadaşı ile aynı anda okula girince ve bizimki onları görünce havaya girdi. Fırsat bu fırsat, çocukları da yanımda tutarak Sinan’a eşofmanı giydirdim.
Onu teslim ederken gördüğüm bütün öğretmenleri çağırıp sabah krizimizi anlattım. ‘Afyonu patlamamıştır, o böyle yapmaz’ dediler bana. Yine de dikkat etmelerini, basket hocasına oğlumu teşvik etmesini iletmelerini istedim. Çünkü benimki bol tezahürat ve pohpoh ister. Oradan çıktım babamı aradım, akşam onlarda yemek yiyeceğimiz zaman olaya el atmasını istedim. Kardeşimi aradım, ona da taktikler verdim.
Akşamüstü oğlanı okuldan almaya gittiğimde her şey yolunda idi. Bir hafta önce ısınma hareketleri ve koşu faslı bizimkine fazla uzun geldiği için böyle tavır almış. Oysa o, elinde topla koşturmak, potaya top atmak derdinde imiş.
Aradan birkaç hafta geçti. Şimdilik sorun görünmüyor. Ama ben her cuma sabahı biraz gergin kalkıyorum. Bu arada ilk hüsran hissimi de o cuma yaşadığımı ve inanın çok acı geldiğini söylemem lazım.
Bu arada ‘değiştirdim’ dediğim ayakkabıyı tekrar oğluma denettim ve yine küçük geldiğini söyledi. Sanırım doğru söylemiş, dersten kaçma bahanesi değilmiş. Bir numara büyüğünü aldık!!!
ANNEMİN KÖŞESİ
Babaanne mi olmam gerekecek
Dost acı söyler, analar daha da acı söyler... Salı günü geçen doğum günümde annem arayarak yolun yarısına adım attığımı söyledi.
35’e dayandık sonunda...
‘İnanamıyorum bir türlü!’ diyor... Ya ben inanabiliyor muyum...
Onun inanmamasında daha doğrusu inanmak istememesinde benim yaşımın onun yaşı ile doğru orantılı bağlantısının da büyük etkisi var tabii.
Annemin benim şu anki yaşını hatırlıyorum. Nedense o bana daha ‘anne’ gibi görünüyordu. Ben kendimi öyle görmüyorum. Sokakta bazen ‘teyze’ diyenler oluyor ama bazen de ‘Abla sen daha gençsin’ diyenler de var... Düşünüyorum da kendimi anne gibi hissetmem için babaanne mi olmam gerekecek!!!
Polisan’ın çocuklar için ürettiği su bazlı, zehirsiz ve kokusuz boyaları leke bırakmıyor. Her türden boya kaleminin yanı sıra özel setler çocukların yeteneklerini sergilemelerine fırsat yaratıyor. Mesela Cam Dekor seti ile sevimli kalıpların içlerini diledikleri renklerde boyayabiliyorlar. Ayrıca dekupaj tutkalıyla peçeteler üzerindeki desenler kopyalanıyor, 5 renk konturü ile cam ve porselen üzerinde hazneler yapılabiliyor. Bu çalışmaları renklendirmek için parlak, transparan, parlak örtücü ve metalik boya çeşitleri var.
Beyaz önlüklü doktor yok
Amerikan Hastanesi pediatri polikliniğini yeniledi ve 0-15 yaş arası çocukların her türlü sağlık gereksinimlerini karşılayacak farklı bir ortam yarattı. Bu kliniğe zemin katta camdan bir tünelle ulaşılıyor. Sanatçı Yavuz Pilevneli’nin çocuk doktorlarıyla ortak çalışması olan bu tünelde deniz atlarından balıklara, yelkenlilere kadar her şey var. Poliklinikte sağlıklı çocuk kontrolleri ve dönemsel aşılar yapılabildiği gibi, kısa süreli tedavi görmesi gereken hasta çocukların gözlenebileceği ayrı bir bölüm de bulunuyor. Ortamın verdiği rahatlıktan dolayı acil servise gelen çocuklar da ilk olarak burada gözlem altına alınıyor. Buradaki doktorlar çocukların korkmaması için beyaz önlük giymiyor.
Karton ambalajlar çocukların elinde sanat eserine dönüştü
Karton süt kutularından lamba, müzik aleti, kuş yuvası, takvim, küre, korkuluk, havuz, oyuncak davul yapılabileceği hiç aklınıza gelmiş miydi? Tetra Pak Japonya ve Japonya Çevre Bakanlığı işbirliği ile üçüncüsü düzenlenen ‘Karton Süt Kutuları El Becerileri Yarışması’nda 1380 ilkokul öğrencisi hayal güçleriyle büyülediler. Yarışmada birinciliği karton süt kutularından yapılan top aldı. Yarışmaya katılan çocuklar kutulardan çeşitli enstrümanlar, değerli küçük eşyalarını saklamak için çekmeceler, hayvanlar için korunaklar yaptılar. Kutuların dayanıklılığından yararlanan bazı çocukların, onları duş, havuz gibi suya dayanıklı projelerde bile kullanmaları dikkat çekti.