Nora Romi

Çocuklar niye kitap okusun

3 Ekim 2009
Bu haftaya çok keyifli bir kahvaltı ile başladım. Tamamen çocuk kitapları ve çocuk edebiyatı hakkındaydı.

1996’dan bu yana sadece çocuk ve genç kitapları yayınlayan, bugüne kadar 190 kitap basan ve baskı sayılarıyla birlikte ortalama 4 milyon kitabı çocuk ve gençlere kavuşturan Günışığı Yayınevi bizi davet etmişti. Cumhuriyet Kitapları Yayın Yönetmeni Turhan Günay, Dünya Gazetesi Kültür Sanat Editörü Faruk Şüyun, gazeteci Ayşe Düzkan, tiyatrocu ve yazar Görkem Yeltan, yayınevinden Mine Soysal ve editör Müren Beykan gibi özel insanlarla tanışma fırsatı buldum. Bir önemli nokta da, ikinci çocuğuna hamile olan genç çocuk kitapları yazarımız Aslı Der’in IBBY onur listesine girmesiydi.
1975 doğumlu gencecik, ışıl ışıl bakan, yaptığı işten heyecan duyan bir yazar. Daha önceden Tehlikeye 3 Yolculuk ve Küçük Cadı Şeroks adlı iki kitabı vardı.
IBBY, uluslararası çocuk kitapları kurulu. İki yılda bir onur listesi açıklıyorlar. Dünyanın pek çok ülkesinden her sene bir yazar, bir illüstratör ve bir çevirmen onur listesine giriyor, eserleri 70 ülkeyi dolaşıyor. ÇGYD (Çocuk ve Gençlik Yayınları Derneği) de işte bu listeye ülkemizden Aslı Der’in Büyük Tuzak kitabını önerdi ve kitap onur listesine alındı. Kitap ilk yayınlandığı 2007’de ÇGYD tarafından yılın en iyi çocuk romanı da seçilmişti.
Kahvaltıdan bir gün evvel Sinan’la konuşurken bana “Kitap okumayı sevmiyorum” dediğini hatırladım. Acaba Sinan’ın sevmediği okumak mıydı, yoksa kitap olarak kabul edilen eserler miydi diye düşünmedim de değil.
Zaten o kahvaltıda tartıştığımız şeylerden biri de buydu. Çocuklar niye okusun? Niye okumak istesin? Neyi okumak istesin?
Bugün çocuklar için çok renkli, yaratıcı, onların bakış açısını, vizyonunu geliştirecek kitaplar var. Aralarında kötüleri de bulunuyor ama doğru kaynağı bildiğiniz zaman ulaşabileceğiniz seçenekler artıyor. Ama önemli bir eksiğimiz var: Eleştirmen. Çocuk kitapları eleştirmeni. Ne kadar düzgün yazarımız var ki eleştirmenimiz olsun diyorsunuz. Haklısınız; bunları da konuştuk. Ama  bu konuda iş sizden daha çok bize düşüyor, o yüzden geçiyorum.

9 yaşındaki yönetmen adayı

Jürisinde olmaktan çok keyif aldığım yarışmalardan biri, Uluslararası İstanbul Çocuk Filmleri Festivali’nin her yıl düzenlediği ve küçük sinemacıların katıldığı yarışma. Geçen sene 6-8 yaş grubunda birincilik ödülünü alan Ege Feyzioğlu’nun “Sihirli Çubuk” filmi, 26. Uluslararası Chicago Çocuk Filmleri Festivali’ne kabul edildi ve ana gösterim programına alındı. Ege Feyzioğlu henüz 9 yaşında. Türkiye’den katılan ilk ve tek yönetmen. Dünyanın farklı ülkelerinden, aralarında profesyonellerin de bulunduğu ve yaklaşık 200 filmin katıldığı festivalde seyircisiyle buluşacak. Ege’nin Sihirli Çubuk filmini

Yazının Devamını Oku

İlk veli toplantısı yapıldı!

26 Eylül 2009
Okullar açıldı. İlk veli toplantımız yapıldı. Durum hiç iç açıcı değil. Öğretmenimiz hem disiplin hem de akademik olarak sınıfın bir düşüşle başladığını özetledi. Geçen seneden ne hatırlıyoruz sınavında dökülmüşler. Ayrıca okul kuralları, edep adap yerlerde? Ödevler yapılmıyor, yapılsa da şişirme...
Geçen gün Sinan’a ödev var mı diye sorduğumda, gözlerimin içine baka baka olmadığını söyledi. Ertesi gün çantasına yedek tişört koyarken acı gerçekle yüz yüze geldim. Kocaman bir ödev sayfası?
Özellikle erkek çocuk annelerinden ödev ve yazı yazma konusunda sıkıntıları dinliyorum. Hepsi aynı, her çocuk aynı. İnanılır gibi değil. Ve her anne de aynı lafı ediyor onlara?
Sanki bize yıllar önce söylenen cümlelere mi benziyor bu cümleler? “Bak, akıllı bir çocuksun. Biraz dikkat etsen, on dakikada biter bu ödev!”, “Oğlum bu hangi harf!”, “Önce ödevini bitir, sonra ne istersen yap!, “Ödevini bitirmeden yemek yok!” “Bu ne şişirme yazı. Otur baştan yapacaksın hepsini!”
Acaba okul, insanın doğasına aykırı mı diye düşünmeye başladım, öğretmenimizi dinlerken. Bu rutin, bu sıkıntı? Başka bir yol mu bulmalıydık acaba insanoğlu olarak?
Bu sene dördüncü sınıfız. Yani artık aldığımız her not, okula gitmediğimiz her gün, kaçırdığımız her sınav, dinlediğimiz her ders önemli. Not ortalamasını etkileyecek. Zaten dersler de arttı. Derslerin içeriğindeki bilgiler de? Dolayısı ile işi biraz sıkı tutmak gerekiyor. Her gün ödevlerini yapmanın dışında okuma anlama ve anlatma, yani kendi kendine ders çalışma sistemi de devreye giriyor. Hatta bazı günler ödev olmasa da çocuklara tekrar yapma alışkanlığını kazandırmamız lazım.
Eşyalarına sahip çıkması, ilk hafta okul ceketini artık kaybetmemesi, kantin için verilen parayı doğru kullanabilmesi lazım.
Bütün bunları dinlerken düşündüm. Endişeler kapladı içimi: Acaba biz yanlış mı başladık, diye. Eskisi gibi biraz katı mı olmak lazımdı işin başından?
Yumuşacık ana okulu döneminden sonra, modern aileler ve okullar olarak, yumuşak geçiş yaparak üç sene boyunca çocuklara tatlı tatlı yaklaştık. Aman çocuklar daha küçük dedik. Kasılmasınlar, gerilmesinler?
Ama şimdi ne yapacağız biz? Nasıl bu çocukları adam edeceğiz? Yok SBS sorumluluğu, öğrenme ihtiyacı, yok merakın güzelliği...
Yoksa fazla mı kastım birden? Birkaç haftaya kadar havaya girerler mi?
En iyisi Sinan’la konuşmak diyerek, toplantıdan koşa koşa eve geldim.
Bak oğlum, dedim. Durum bu bu bu... Bu seneden itibaren işin zor. Ya bunun farkına varır da işi baştan düzenli tutarsın, ki o zaman okul hayatın seni yormadan geçer, ya da ite kaka, kavga kıyamet her sene sıkıntı içinde okursun, dedim. Yapacağı şeyleri anlattım. Her gün biraz ödeve biraz da tekrara zaman ayırdıktan sonra her şeyi yapabileceğini söyledim. Okuldan başka alternatifi olmadığını, bu yüzden tadını çıkarması gerektiğini de anlattım.
İyi yapmış mıyım?
Arada yine düşündüm: Okulun alternatifi var mı acaba?
Yazının Devamını Oku

Çocuklar, bilgisayar ve biz

19 Eylül 2009
Intel, ailelerin çocuklarının bilgisayar kullanma alışkanlıklarına yönelik görüşlerini değerlendirmek amacıyla, aralarında Avrupa ülkeleri, Mısır, Güney Afrika ve Türkiye’nin de bulunduğu 11 ülkede bir araştırma yaptırmış. Kentli nüfusun yoğun olduğu bölgelerde bilgisayarla tanışmış ya da bilgisayar kullanan toplam 5 bin 220 ebeveynin katılımıyla gerçekleştirilen araştırma, bu ülkelerde yaşayan tüm ailelerin günümüz modern dünyasında çocuklarının gelişiminde bilgisayar kullanımına büyük önem verdiğini ortaya koyuyor. Ebeveynlerin yüzde 98’i bilgisayar yetkinliğinin önemli bir beceri olduğuna inanırken, yüzde 50’si bilgisayarın büyüme sürecinde çocuklar için “kesinlikle gerekli” olduğunu belirtiyor. Araştırmaya katılan Türk aileler de bilgisayar kullanımının çocuklarının gelişiminde büyük önem taşıdığını ve gelecekteki iş hayatını ciddi ölçüde etkileyeceğini ifade etmiş.
Araştırma ayrıca, Türklerin bilgisayarı çocuklarının gelecekteki altın bileziği olarak gördüğünü gözler önüne seriyor. Katılanların yüzde 99’una göre, bilgisayar kullanmayı bilmek çocukların gelecekteki iş hayatını etkileyecek. Yüzde 37’si çocuklarının iyi bilgisayar kullanıyor olmasını “yaşamsal önem”e sahip görürken, yüzde 56’sı bunun “çok önemli” olduğunu belirtiyor.
Bilgisayarı çocuğunun geleceği olarak gören Türk ebeveynler, bu nedenle çocuklarının erken yaşlarda bilgisayarla tanışmasını gerekli buluyor. Araştırmaya katılan Türk ebeveynlerin yüzde 88’ine göre çocuklarının 12 yaşından önce bilgisayarla tanışmış olması bir gereklilik. Yüzde 21’i de çocuğunun 5 yaşından önce bilgisayarla tanışmasını destekliyor.
“Çocukların kullandığı çevrimiçi içeriği kontrol ediyor musunuz?” sorusuna verilen yanıtlar ailelerin çocukların eriştiği internet içeriğine duyarsız olmadıklarını ve içeriği kontrol altında tuttuklarını (yüzde 46), buna karşın aşırı müdahalede bulunmadıklarını (yüzde 8) ortaya koyuyor. Yüzde 18’i çocuklarının zararlı sitelere girmeyeceğine inanırken, yüzde 32’si de zaman zaman içeriği kontrol ettiğini ifade ediyor.
Yazının Devamını Oku

Koca bir yaz geçti bitti neyse ki

12 Eylül 2009
Geçtiğimiz pazartesi Sinan’ın okulu açıldı. Zaten çorba oldu ya bu açılış tarihleri, neyse ki ben, bizim okulun tarihinin ileriye atılmadığından emindim. O yüzden panik olmadım. Bir hafta öncesinden açıklanan kitap, defter ve kırtasiye listemize göre eksik olanları tamamladım. Yakın arkadaşım Megi’yi uğurladıktan sonra koca bir gecemi ağlayarak defter kaplamasıyla geçirdim. Sinan arada yanıma gelip, “Hâlâ ağlıyor musun?” deyip yanımdan kaçıyordu. Bir ara yardım etmeyi düşünüp düşünmediğini sorduğumda benim kadar iyi beceremediği için yardım etmemesinin daha doğru olacağını söyledi. Asıl derdi ağlayan annesini görmemekti.
Oğlum sanırım bu konuda anneme çekmiş. Annem de sıkıntıdan, sorundan kaçar, yokmuş gibi davranırdı. Sinan da yıllar önce ne zaman yüzümü asık görse yanıma yaklaşır, “Anne iyi misin?” diye sorardı. İyi olduğumu söylediğimde “Peki benimle de iyi misin?” derdi. Özellikle onunla iyi olduğumu bastıra bastıra söylerdim ben de.
Esasında düşünmüşümdür. Bu soruyu sorması gereken insanlar sormuyor da, küçücük çocukların aklına gelip çekinmeden sorabiliyorlar.
İşin komiği, ben ağlayıp defter kapladığım sırada babası aramış ve “Annen ne yapıyor?” diye sorduğunda, “Ağlıyor!” diye cevap vermiş.
“Yahu Sinan, öyle söylenir mi! Bari neden ağladığımı da söyledin mi? Yanlış anlamasın” dedim. “Söyledim” dedi ama emin değilim.
*
Çocukların bu düz mantıkla gelen soruları, yorumları veya cevapları çok hoşuma gidiyor. Geçen gün birlikte olmaya başlayan iki arkadaşım için “Ne zaman takılmaya başladı onlar” deyince kalakaldım.
Daha da komiğini anlatmak istiyorum size... Çok yakın eşcinsel bir arkadaşım var. Akşam beni aradı ve onunla 2-3 dakika telefonda konuşup kapattıktan sonra Sinan bana döndü. “Anne senin XXX ile aranda bir şey mi var? Sen babamdan başka erkeğe aşkım demezsin, böyle canımlı konuşmazsın!” dedi.
Koptum. Kahkahadan cevap bile veremedim bir süre. Sonra ona arkadaşımın eşcinsel olduğunu, dolayısıyla bir kız arkadaşımla konuşur gibi konuştuğumu söyledim. Sağolsun bazı filmler sayesinde eşcinselliğin ne olduğunu da ufak ufak öğrendiklerinden durumu anladı. Rahat bir şekilde “Tamam” dedi...
*
Evet bu yaz Sinan’ın çenesi açılmış. Ne var ki ortada okunmuş adamakıllı bir kitap yok. Hâlâ çizgi romanlar ya da küçük notlardan oluşmuş bilgi kitapçıklarıyla devam ediyoruz okuma alışkanlığımıza. Ama kültür sıfır!
Hadi, pek roman okumuyor. Ödevini yapmıştır belki?
Neredeee! Zaten, bulmaca kitabı gibi kolay ve pratik bir kitapçık vermişlerdi koca tatil için. Otursa iki günde bitirebilirdi. Ama üçte birini bile yapmadı. Yaptıklarını da cevaplardan baktığından şüpheliyim.
Tamam, o da yok. Eh, dördüncü sınıfa geçiyor. Artık çarpım tablosunu ezberlemiştir değil mi? Babası dedi ki 28 Temmuz’da; “Bir ay içinde hallet tabloyu, ne istersen alacağım.”
Ve yine ezberlemedi. Yarım yamalak her şey. Zaten bir çarpım sorduğumda iki saniye bekledi mi, şansı bitti demek.
O da yok! Neyse ki anaokulu sahibi bir arkadaşımın da Sinan’la yaşıt oğlunun hâlâ çarpım tablosunu ezberlemediğini öğrenince rahatladım. Bir tek biz değilmişiz, diye!
Evet, koca bir yaz ne yaptık? Neyse ki bir dönem yaz okuluna ve kampa gitti. Onun dışında güzelce tembellik etti. Son geceye kadar erken yatmasını bile istemedim ondan. Tek ricam vardı: “Bak, seni adam yerine koyuyorum. Sen de beni anla. Bu senen zor. İyi başla, iyi gitsin. Ben yine sana çok karışmayacağım. Ama sen de bunu suiistimal etme!”
Bakalım ne kadar anlamış beni, yakında göreceğiz...
Yazının Devamını Oku

Annelik, arkadaşlık ve bizim çocuklarımıza mirasımız

29 Ağustos 2009
Eylül 1976’da tanıştım Megi ile. Şimdi Ağustos 2009’dayız. Eylül sayılır. Megi 1996’da Amerika’ya taşındı. Sokakta vedalaşırken, yarın birbirimizi görecekmişiz gibi “Hadi öptüm baaay!” diyerek ayrılmıştık. Sonra da böğürerek zıt yönlere dönmüştük. Arada Megi gelip gitti tabii.
Ama daha da önemlisi, hayatlarımızı bir şekilde kurduk. İrtibatımız hiç kesilmedi. Onun son yılları hak etmediği kadar üzücü ve yorucu geçti. Hâlâ da geçiyor. Kıymetini bilemeyen, hakkını veremeyen bir insanın elinde arkadaşımın en güzel yılları, hele ki benden uzakta geçiyor. Buna içim parçalanıyor. Ama atlatacağını biliyorum, çünkü 8 senelik kaybının en büyük ödülü olarak iki nefis oğlu var.
Megi şimdi iki çocuğuyla bir aylığına burada. Hemen hemen her gün görüşüyoruz. Daha da güzeli, onun sayesinde yıllardır görmediğim pek çok arkadaşımla küçük buluşmalar, kahve sohbetleri yapar olduk.
Hemen hemen herkesin artık çocuğu var. Ortak geçmişlerimize, acı tatlı günlere, yaramazlık hatıralarına bir de çocuklarımız eklendi. Kimi görüşmelerde onlar da yanımızda oluyor ve oynuyorlar, kimi zaman biz büyükler, resim göstermekle yetiniyoruz. “Biz neler yaptık, ne katakullilerçevirdik. Şimdi çocuklarımız var. Ne yapacağız? Onlar da bize bunları yapacak, hazır mıyız?” muhabbeti ediyoruz.
Geçen gün Megi iki oğluyla bende kaldı. 5.5 yaşındaki büyük oğlu Türkçe biliyor. Bize geldiklerinde onu Sinan’ın odasına saldım ve “Bu odada ne istersen yapabilir, neyle istersen oynayabilirsin” dedim. Gözleri parladı. Ama benim adımı aklında tutamadığı için ona, bana kendisinin bir isim takmasını önerdim. Bana “Star” ismini taktı. Kaleyi içten fethettim tabii odada onu sınırsız bırakmakla... Yemekte de makarna vardı zaten!
Küçüğü ise 14 aylık. Başta biraz yabancılaştık. Ama sabah kahvaltısını ben verdim çünkü annesinin yoğun bir telefon trafiği vardı. Eh, popüler kadın, bunca zamandan sonra gelince boş bırakılmıyor haliyle...
Karşımda “Staaarrr, bi dakka gelebileeer misin?” diyen bir oğlan, kucağımda minicik ağzıyla ellerimden kahvaltı eden bir tombiş... En eski arkadaşımın canları... Ah dedim içimden, keşke burada kalsa Megi. Bu ufaklığı beraberce büyütürdük işte. İkinciyi doğurmama gerek yok. Onun çocuğu benim gibiydi kısa süre de olsa...
Ben ufakken annemin liseden çok yakın bir arkadaşı vardı. Ve bir kazada ölmüştü. Onun kızının uzun süre annemle görüştüğünü, bize gelip gittiğini hatırlarım.
Ben de çocuğu olan yakın arkadaşlarımı, Megi ve Elif’i düşündüm. İçimi sıkan bir konu olsa da... “Onlara bir şey olsa onların çocukları benim sayılır” dedim içimden. Bunu hissettim.
Ailenin yerini tabii ki hiçbir şey tutamaz çocuklar için. Ama arkadaşlığın kıymetini ve desteğini de kimse inkar edemez. Çocuklarımız bizim arkadaşlıklarımızı görerek, dinleyerek, paylaştıklarımızı bilerek büyüyecekler. Onların bizden alacağı en önemli miraslardan biri de bu olacak.
Megi yakında dönüyor. Onu zor ve tatsız günler bekliyor. Biliyorum ki, bazı sabahlar onun için ağlayarak güne başlayacağım. Ama çocuklarıyla bir sonraki gelişinde onu zirvede bulacağıma inanıyorum.
Yazının Devamını Oku

Yine çiş kaçtı!

22 Ağustos 2009
Geceleri alt ıslatma problemi demek olan enürezis nokturna, 5 yaş ve üzeri yaklaşık her 5 çocuktan birinde görülüyor. Yani Türkiye’de, bu yaş grubundaki çocukların yüzde 21’i gece altını ıslatıyor. Buna rağmen ailelerin üzerinde konuşmayı sevmediği, utanılan bir durum olarak görülüyor. Erkek çocuklarında daha fazla rastlanılıyor, 12 yaşına kadar sürebiliyor. Çok nadir olarak daha ileriki yaşlara kadar da sarkabiliyor.

Öncelikle söyleyelim ki, 5 yaşın altında idrar kaçırma bu tanıma girmiyor. Ama 5-6 yaşlarında ayda en az 2 kez, 6 yaşından sonra ayda en az 1 kez altına kaçırma durumu varsa, bu rahatsızlıktan söz edilebilir.

Bu durum en çok çocukları etkiliyor. Kendilerine güvenlerinin azalması en büyük sorun. Hatta utanç duyma ile beraberinde daha büyük psikolojik problemler de getirebiliyor. Arkadaşlarına yatıya gidemiyor veya başka mekânda uyumayı gerektiren tatillerden bile çekinebiliyorlar. Sonunda kendilerini yalnız hissedebiliyorlar.

Uzmanlar, kendisinin de enürezis nokturna öyküsü olan ebeveynlerin, deneyimlerini çocuklarıyla paylaşmasını ve iyileşeceği konusunda cesaretlendirmesini öğütlüyor. Çünkü çocuk, ailesinin olumlu tutum ve davranışlarından yarar görüyor. Hekimin çocuğa karşı olumlu tutumu ve güven telkin etmesi de çocuğun uyumunu artırıyor. Önemli olan tedavi sırasında çocuğun utanma ve kaygı duygusunu en aza indirmek.

Genetik veya psikolojik sebepler yanında, beyindeki üriner kontrol merkezinin tam gelişmemiş olması, idrar torbasının yetersiz kapasitesi veya geceleri idrar üretimini azaltmak üzere salgılanan hormonun düşüklüğü gibi nedenlere bağlı olarak da geceleri alt ıslatma sorunu yaşanabiliyor. Sıklıkla görülen ve hem çocuklar hem de aileleri için sıkıntı yaratan bu soruna yönelik geliştirilen gece külotlarını kullanmak, süreç içinde ailelere de çocuklara da büyük rahatlık sağlıyor. Çünkü altını ıslattığı halde, sabah pijaması ve yatağı kuru uyanan çocuk kendini kötü hissetmiyor.

Evet, “Sünnet olunca geçer, âdet olunca geçer” diyerek önemsizmiş gibi davranılan bu soruna karşı lütfen çekingen olmayın. Tuvalet eğitimi verdiğiniz çocuğunuzun gelişimini takip edin. Bahsettiğimiz sıklıkta bir idrar kaçırmayla karşılaşırsanız lütfen konuyla ilgilenin.
Yazının Devamını Oku

Hamilelerin en sık sorduğu sorular

15 Ağustos 2009
Bir anne adayı en çok neyi merak eder? Hamile kaldığımız andan itibaren, kafamız yüzlerce soru ile dolar. Kimi zaman bu soruların çok genel olduğunu biliriz ama kimi zaman da bize has bazı özel sorular ortaya çıkar ki, bunları sormaya bile utanırız. Hiç unutmam, doktora, “Hiçbir zaman mayo değiştirmediğim için hamileyken de mayo değiştirmesem olur mu?” diye sormak için üç gün kendi kendime düşünmüş, o zamanlar çok az olan internet sitelerinden cevaplar bulmaya çalışmıştım. Bunun gibi başka sorularım da vardı zaten. Ama bırakın yerli, yabancı sitelerin sayısı bile çok azdı o zamanlar.

Artık durum değişti. Pek çok site var. Biri de Bayer tarafından hazırlanan www.annelikokulu.com. Hamile veya yeni doğum yapmış kadınların sorularına cevaplar veriliyor. En sık sorulan soruları belirlemişler. Buna göre, annelerin en çok sorduğu sorular, gebeliğe multivitamin kullanarak hazırlık, gebeliğin ilk haftalarında yaşanan ağrılar, bu dönemdeki bulantılar ve kabızlık sorunu.
Vitaminin yanı sıra hamilelikte folik asit kullanımı da annelerin sıkça sorduğu soruların başında geliyor. Bebeği gelişebilecek sorunlardan korumak ve anne sağlığını desteklemek açısından, hamile kalmaya karar verildiğinde vitamin-mineral alınmaya başlanması, gebelik ve emzirme dönemlerinde devam edilmesi öneriliyor.

Bir başka soru, “Bebek istendiğinde dikkat edilmesi gereken konular var mı?”. Cevabı gayet aydınlatıcı: Gebeliğe niyetlendiğinizde kilo kaybettirici diyet uygulamamanız, sigara içmemeniz, mümkün olduğu kadar doğal, katkı maddesi içermeyen yiyecekleri, mevsim meyve ve sebzelerini tercih etmeniz, çiğ et ve pastörize olmayan süt-süt ürünleri tüketmemeniz uygun olur.

Gelelim endişe veren konulara, mesela ağrılar. Neden gebeliğin ilk haftalarında ağrı olur?
Bu dönemde rahmin büyümesi ve bağlarının gerilmesi nedeniyle zaman zaman adet görecekmiş gibi bir dolgunluk veya iğne batması şeklinde ağrılar olabilir. Uykudan uyandıran, keskin ve birkaç dakika sürebilen ağrılar daha çok bağırsak kaynaklıdır. Özellikle son yediğiniz yemekte gaz yapacak yiyecekler varsa aradaki bağlantıyı daha net fark edersiniz. Süt, nohut, mercimek, fasulye, patates, karpuz, narenciye, karnabahar, brokoli ve yer elması en çok gaz yapan gıdalardır. Hangi yiyeceklerin sizde daha fazla şikayete neden olduğuna dikkat edin ve bu gıdaları daha seyrek yiyin.

İki büyük sıkıntı, hamilelerin çoğunun peşini bırakmaz. Bunlardan biri kabızlık biri de bulantılar. Bu rahatsızlıkları mümkün olduğunca hafif atlatmak için neler yapılabileceği de anne adaylarının en sık sorduğu sorulardan. Kabızlık için ilk tavsiye, sabah kahvaltıdan önce bir bardak su içmek. Gün içinde yeterince sıvı almak, bol bol hareket etmek, mümkün olduğu kadar az posalı gıda almaya çalışmak önemli. Hamur işi gibi bağırsakları yavaşlatan gıdaları dengelemek için bol bol meyve ve sebze yiyin. Günde bir öğün yiyeceğiniz 4-5 tane kayısı, 2 incir veya 1 elmanın da faydası olabilir. Bulantılara gelince...

Gebeliğin ilk 100 günü gebelik hormonu vücutta çok hızlı bir şekilde yükselir, daha sonra aynı seviyede kalır. Bu yükselme dönemi, gebelikle ilgili şikayetlerin (bulantı, halsizlik gibi) en yoğun olduğu zamanlardır. Bulantı döneminde, bebeği besleyememek gibi bir endişeniz olmasın. Siz kilo kaybediyor dahi olsanız, bebek sizin depolarınızdan beslenir. Bu dönemde süt, et gibi ürünleri yemek için kendinizi zorlamayın. Gerekirse her öğün kahvaltı şeklinde yemek yiyin, yiyebildiğiniz bir meyve bulmaya çalışın, aç kalmayın. Yağlı, ağır ve kokulu yiyecekler yemeyin, pişirmeyin. Sık sık ve acıkmadan yiyin, açlık da bulantıyı artırır.
Yazının Devamını Oku

Yarmacan ve Yarmajak

1 Ağustos 2009
Bir varmış bir yokmuş. İki küçük çocuk varmış. Bunlar anaokulunda tanışmışlar. Tam 3 yaşındayken... Aradan yıllar geçmiş. Bu iki çocuk, okulları ayrılsa bile birbirlerini bırakmamışlar ve görüşmeye devam etmişler. Tabii bu görüşmelerin temelinde anne ve babaların da anlaşıyor olması yatıyormuş ama sonuçta, 9 yaşına gelen bu iki küçük çocuk hâlâ iyi arkadaşmış.
Doğrusunu isterseniz bu iki çocuk, yapı ve karakter olarak birbirlerinden çok farklılarmış. Biri takıntılı ve hırslı iken; öbürü gamsız baykuş diyebileceğimiz türden rahat, sorunsuz, hiçbir şeye takılmayan, bozulmayan biriymiş. Belki de o yüzden bu kadar iyi anlaşabiliyorlarmış.
Aslına bakarsanız ne kadar anlaştıklarını da bilemiyoruz. Çünkü bu iki çocuğun en büyük ortak noktası, yaşıtlarına nazaran çok iri olan vücutlarıymış. Dolayısı ile de en büyük eğlenceleri güreşmek, tepinmek, itişmek ve kakışmakmış.
“Çok ilginç” diyormuş birinin annesi, “Bir tek birbirleriyle böyleler! Başka çocuklarla böyle oynamıyorlar.”
Eh, oynayamazlar ki! Biri normal bir çocuğa şakadan bile çaksa yere yapıştırabilir.
Güzel bir denge oluşmuş aralarında. Kim kimi ne zaman ne için idare edebileceğini öğrenmiş. Oyunda kaybetmeye başlayınca anında mızıkan Yarmajak için arkadaşı Yarmacan bana, yani annesine, “Ben çok denedim, yok, düzelmiyor bu huyu!” diyebiliyor mesela...
Biri sabahın köründe kalkar, öbürü öğlene kadar uyur. Yarmajak spora çok düşkün. İlk fırsatta top peşinden gitmeyi istiyor. Yarmacan ise daha ağır ve yerinde takılmayı tercih ediyor. Buna rağmen arkadaşıyla top oynamaya gidiyor. Ya da deniz kenarında voleybol oynarken suda olmak isteyen su içine yerleşmeyi, kuru kalmak isteyen kumda olmayı akıl ederek, herkesin istediği yolu buluyorlar.
Sonrasında da uzanıp Yarmacan’ın çok sevdiği uzay dünyası kitaplarına takılıyorlar. Bilgilerini, öğrendiklerini paylaşıyorlar. “Benim babam senin babanı döver” muhabbetine hiç girmiyorlar.
İki lokma yemek yediklerinde ya da yarım saat kestirip güç topladıklarında da birbirlerine saldırıp güreşmeye başlıyorlar. Bir taraftan kahkahalar atarak hem de...
Ben bu yarmalarla beraber 3 gün 3 gece geçirdim. En büyük hayalleri bir gece sabahlamaktı. Ama beceremediler tabii ki. İki koca adam gibi birbirleriyle zaman geçirdiler. Hatta onlara yeğenimiz de katıldı ve 3 çocuk oldular. Üçüncüsü bu iki çocuğa nazaran cılız olduğundan dövüşler sırasında biraz hırpalandı sanırım. Yine de büyük cesaretle aralarına girdi.
Sanırım bu kibar eğlence anlayışı erkeklerin doğasında var. Ben de iri bir kızdım. Bana yakın Megi vardı irice. Ama hiç böyle boğuştuğumuzu, tepindiğimizi hatırlamam.
Yine de itiraf etmeliyim ki, yarma güreşleri dışında oturup kalkmasını bilen, yaz tatilinin tadını çıkarmaya meraklı, birbirlerinin meraklarına ve ilgilerine anlayışlı, beraber geçirecekleri zamanı paylaşarak birbirleri için kullanmayı bilen çocuklar görüyorum artık karşımda...

Kız kıyafeti seven erkekler

Parents dergisinin bu sayısında hoş bir konu vardı. Özetle kız kıyafeti giymeyi seven erkek çocuklarıyla ilgiliydi bu yazı.
“Self Esteem for Boys” kitabının yazarı Elizabeth Hartley çocukların 2 yaşını geçtiklerinde cinsiyetlerinin farkına vardıklarını söylüyor yazıda. Ama bunun ne anlama geldiğini bilmediklerini de...
Tabii bütün bunlarda bizim çocuklarımıza verdiğimiz mesajların da etkisi var. Mesela annesine ev işlerinde yardım eden kız çocuğunu takdir edilirken, oğlan çocuğu asla bir yüreklendirmeyle karşılaşmaz. Kızlar pantolon ya da şort giyerken, erkek etek giymek istediğinde bunun altında bir şey ararız. Oysa sadece çeşitte eşitlik istiyor da olamaz mı?
Peki, gerçekten bu işi abartmaya başlamışsa, derseniz... O zaman hem kendisini ifade etmesine izin vermeli, hem de aradaki ince çizgiyi korumalısınız. Ona garip garip bakmayın. “Bu ne hal!” diye böğürmeyin. Sadece dikkatini top ve araba gibi daha erkeksi şeylere yöneltin. Ona şövalye, sihirbaz, örümcek adam gibi hoşuna gidecek erkeksi kostümler de alabilirsiniz.
Uzun lafın kısası ilkokula başlayana kadar bu tip durumlar karşısında çok fazla endişe duymaya gerek yok. Ama 7 yaşından sonra da bu tip talepler artıyorsa o zaman bir uzmana danışmakta fayda var.
Yazının Devamını Oku