Birisine gerçekten çok öfkelenirsem, Yoshitomo Nara’nın çocuk çizimlerini kendime hatırlatmamda fayda var.
O kişinin, içinde herkes kadar kimsesiz, sorgulu sualli olduğunu bana en çok o düşündürür çünkü. Karşımdakini çocuk olarak görmek ya da çocukluğunu görmek, onu daha ziyade ‘yanımdaki’ yapar. Deneyin görüceksiniz, herkes ufaltılabiliniyor. Yoshitomo Nara’yla tanıştığım günü çok net hatırlıyorum. Güneşli bir sabah, yaptığı dev kültablasını görmüştüm. Kültablasının içinde, çocuklardan biri duruyordu. Sigara içiyordu ve bize ‘too young to die’ (ölmek için fazla erken) diyordu. Tuhaf olan, bu kadar tatlı çizilmiş bir Japon kız çocuğunun, bu kadar fütursuzca tiryaki olması ve bizim gibi konuşmasıydı. Büyümüş de küçülmüş değildi, tam tersiydi. Küçülmüş de büyümüştü. Önce o kültablasını, sonra bulabildiğim kitaplarını aldım. Sonra bir gün abarttım. Evimin koca bir duvarını onunla kapladım. Bir kaç tane boş konuşma balonu çıkaran küçük kızla... ‘Ne desem boş duvarı’ adını koydum Nara kaplı duvarıma. Derken bir süre onu unuttum. Çok aşina olunan şeylere olduğu gibi, onu görmedim. Ona bakmadım. Düşündüğümde de, çocukça bulmaya başladım. Fakat peşimi bırakmıyordu. Yıllar sonra, ilk kez geçenlerde bir müzenin dükkanında karşılaştık ‘little wanderer’la (küçük gezgin). Gözleri kapalı küçük bir heykelcik bu. Tabi ki çocuk. Uykuda. Altında tekerlekler var. Biraz geri çekip bırakırsan, uykusunda gezdirebiliyorsun. Öyle tatlıydı ki, dayanamadım ve aldım onu. Aramızdaki bağ yeniden kuruldu. New York’ta, ‘Asia Society’de sergisi olduğunu öğrenince gittim onu görmeye. Daha da güzelleşmiş, daha da içlenmiş. Çoluk çocuk doldurmuşlar her yeri. Bize bağırıyor, dalga geçiyor, sevmemizi istiyor ama en çok da birşey istemiyorlar bizden. Rahat bırakılmak isteyen çok güzel şeyler rahat bırakılmaz ama. Sergideki sayısız çocuk resminde en çok bakışlar aklımda kalan. İnsanın gözü, ruhuna açılan kapı. Bunu kesin ilk kez ben söylememişimdir. O gözler, yakamoz dolu. Sanattan pek anlamam, ama benim anladığım sanat insanın yerini değiştirmeli. Aynı insan değil, biraz daha başka bir insan olarak ayrılmalısın yanından. Eksilmeli, çoğalmalı, soru edinmeli, cevabı bulmalı, şaşırıp kalmalısın. Tabi ki günün sonunda hiç şaşırmaman da gerekiyor. Çünkü sanat seni sana, hayatı sana tercüme edip duruyor. Yoshitomo da, bana herkesin çooo-cuk çooo-cuk olduğunu hatırlatıyor. Bunu zaten bilmeseydim, onu anlamazdım. Çocuklaştırma yöntemiyle anlama, derslerin en kazık olanlarından. Ben kendime, herkesi böyle açıklıyorum artık. Kendimi de. İçindeki çocuk edebi olabilir ama içerdeki çocuk ebedi... Bunun en güzel örneklerinden biri, ‘MJ’ adlı eseri. Michael Jackson bu resimdeki çocuk değil de kim? O şatafatlı vatkalı pırıltılı rengi soluk burnu düşük adam, bunun kabuğu. Kabuğunu soymadan görünür mu hiç insan?