Paylaş
Konuşmadan yürüdüğümüz oluyordu, korkuyorduk aslında, ama bir aradayken geçiyordu birazı.
Çocukluğumuz, ilkokul öğretmenimiz, sevgililer, üzerimize basıp geçenler, en küçük olduğumuz o gün, en büyük olduğumuz başka gün... İtiraf etmeyip ne yapacaktık ki her şeyi? Dünyanın sonu geliyordu.
Ben şehir kızıydım normalde.
Ankara’da sinekten bile kaçarak büyüdüm. Dağlar, ormanlar, denizler hep bilinmez tehlikeler barındırırdı.
Bir çalılığa bile fazla güvenemezdin. İçini görmediğin şeylerin yanından rahatça geçemezdin. Ama şimdi her şey değişmişti.
Sanki başka bir Nil’in hayatını yaşıyordum. Bunu zenginleşme olarak gördüm sonra. Eskiden korktuğum şeylerden korkmamak, endişelerimin en azından bazılarına son verebilmek büyük bir zaferdi benim için.
Karantina zamanları, vebadan kaçar gibi koşar adım tırmandığımız o kayalar, içimde yeni güçler keşfetmeme sebep oldu.
Farkında olmadan, sanki görünmez bir tebeşirle, kendimize, kafamızdaki korku korosunu dinleyerek sınırlar çiziyoruz.
Sonra “sıkıştım” diyoruz. Geceleri yatıp kendimizi tıktığımız küçük hapishanemizden, kuzey yıldızına bakıp onun özgürlüğünü kıskanıyoruz. (Karanlıkta, canı istediği gibi parlıyor.)
Arada bir yemek getiren gardiyanın yüzünü ilk gördüğümüzde, şaşıp kalıyoruz. O biziz. İçeri tıkan da, çıkmasın diye başında nöbet tutan da...
Hem kilitli kalan, hem de cebinde anahtarları taşıyanın aynı insan olmasına bile alışıyor insan.
En büyük deliliği de bu bence. Gönüllü kalıyoruz o tanımların içinde.
Kuzey yıldızı gibi boşlukta kalmaktansa, en azından dört duvarımız oluyor. Yıllar zaten geçiyor.
Ben bu yılanlı çalılar ve dikenler arasından buldozerler gibi geçmeyi, karantinada öğrendim. Arkama bakmadan gitmeyi, önümü görmeden ilerlemeyi öğrendim.
Bakmadan ve görmeden. Sadece o an nereye bastığımı biliyordum. Onu gözden kaçırma lüksü yoktu. Taşlar da ayağımın altından kayıp duruyordu.
Bir defasında o kadar yağmur yağdı ki, vıcık vıcık çamur gitme diye bacaklarıma yapıştı.
Ben eve kan ter içinde gelir, sırılsıklam her şeyi kapıda bırakır, duş alırken kendimi tebrik ederdim.
Bütün bunlara yolları ve kaldırımları kapayan bir virüs sebep oldu. Gitmeye devam etmenin tek yolu buydu.
Sonra yaz geldi, ormandan uzaklaştım güneye indik denize. Fakat bacaklarım sabah kalkınca “hadi” diyordu, “ne yani oturacak mısın şu son üç ayın üstüne?”
Bu defa başka bir dağ bulduk. Yine sabah 8’de yollara vuruyor, kayalara çıkıp iniyoruz.
İşine giden memur gibi koyulmak lazım bazı şeylere.
Hava çok sıcak bu defa.
Yağmurla sırılsıklam yürümeyi tercih ederim güneşin alnımdaki alevli ellerine.
Ama madem böyle, bunu da fazla düşünmeden, mevsimleri önemsemeden, yürümeye devam. Aklımı başımda tutan, bedenimi de sağlıklı tutan bir şey varsa, neden yapmayayım ki.
Bu sabah, yürüyüşün denize indiği yerde “Acaba yürüyüşe karşı kıyaya kadar yüzmeyi de ekleyelim mi?” dediler. Sıcaktı ve yorulmuştum. İyi bir yüzücü de değilim. “Hayır” dedim.
Sonra ‘hayır’ımı elime aldım baktım bir. Aslında yüzebilirim. Gerçek bir hayır değildi. Yüzdüm. Kendimle gurur duydum.
Giyinip yola devam ettik. Yolun sonunda artık bitmiştim. Bu sefer de “Şu tepeciği de inip çıkalım” dediler. İki saattir kesintisiz bir şeyler yapıyordum ve güneş tam tepemizdeydi.
Yüzmüş olmak, duvarlarımdan birini kırmıştı, belki şimdi orayı tırmanmak, tepemden çatıyı da uçururdu. “Tamam” dedim. Sızlanan bacaklarımı susturdum, nefeslerime tutunarak çıktım ve indim tepeciği.
Bütün o tepecik tırmanışı boyunca da şunu düşündüm, hayatta “bittim” dediğimiz çoğu zaman aslında hâlâ pilimiz var. O işaret doğru değil. Ve o son itiş, kalkışma, delilik sana asıl gücünü ve potansiyelini hatırlatıyor.
Keşke patikalar hep gölgede ve düz olsaydı ama bir anda bir bakıyorsun, sivri ve dik kayalar! Dönemezsin de. (Hayat oyununda dönmek yok.)
Mecbur kendini vuruyorsun kayalara, ve tırmanışın sonunda tepede öyle bir manzara var ki, “İşte hepsi bunu görmek içindi” dedirtiyor.
İçinde uçsuz bucaksız denizler, martılar ve kıyılar olduğuna da şahit oluyorsun. Büyüklüğünü hissediyorsun. Çocukluğun o kanatlı günleri gibi. Her şeye yeniden başlayacak gücü buluyorsun içinde.
Bu haftaki ödevimiz, bittik dediğimiz bir yerde devam etmek olsun.
Tepecikte görüşürüz.
Paylaş