Paylaş
Sahnedeydim, şarkı söyleyip dans ediyordum.
Yo, rüya değil ama çocukluk hayali.
Herkes benimle şarkılarımı söylüyordu.
Günlük hayatın tozundan, sahnenin ışıltısına geçmiştim.
Bu geçişi yapabildiğimi fark ettiğimde, hayatın tozunun da daha dayanılır hale geldiğini gördüm.
Sahneye çıkanlar bilir, havası, suyu başka, bulutu, sesi, nefesi, hevesi başkadır.
Derken Teoman geldi sahneye.
Yo, rüyamda değil, arkadaşız, “Gelir misin?” dedim, kırmadı.
Yıllar önce onunla Cihangir’de yaptığım bir telefon konuşması geldi aklıma.
Kendisi hatırlamayabilir.
Birisi arayıp telefonu elime tutuşturmuştu.
Ben o zamanlar ilk albümümü çıkarmak üzereydim.
Portakallı kek tarifinden şarkı vardı içinde. Telefonda ona, “Senin telesekretere konuşamayanlardanım cümlesini bir şarkıda melodiyle söyleyebilmen verdi bana bu cesareti” demiştim.
Eğer o bir şarkının içinde telesekretere konuşamayanlardan oluyorsa, ben de üç yumurtayı kırar, portakalı ince ince dilimlerdim.
Sonra biz Teoman’la, kelimelerle notaların nasıl bir araya geldiğine, gelince ne olduğuna, bize ne yaptığına ve kahramanlarımızın bunu nasıl yaptığına dair çok konuştuk.
Konuşunca yazılmıyor ama yazınca da seviniyoruz.
O da benim gibi aslında her gün kelimelerin, anlatabilmenin ve anlatabilenin peşinde.
O da biliyor sahne ışığında neler görebildiğini bir insanın.
O yüreklerin bir atışı ve ağızların bir söyleyişi.
İşte bu yüzden o gece, bir hediyeydi bana onun sahneme çıkması.
Günlük hayatın tozunda buluşup konuşuyoruz, birkaç dakika da ışıltının altında durduk beraber.
Hem de İstanbul’un sonbaharında, onun o güzel şarkısını söyleyerek.
Çok teşekkürler Teo, senin “Sana kek yaptım” demen yeter.
Paylaş