Paylaş
Yıl 91’di. Kendine kahramanlar aramakla meşguldü.
Zaten çocukluğun büyük bölümü kahramanlarını aramakla geçer.
Bir tane bulmuştu işte! Kafası kazılı, siyah boğazlı kazak giymiş, sesi özgür bir kadın, nasıl göründüğünü önemsemeden çıkıp şarkısını söylüyordu.
Göktaşları sadece uzayda dolaşmaz, dünyaya düşmezler. Hayatlara da düşer göktaşları.
Sinead O’Connor, gözlerimin içine bakarak ‘Sen kalbini alıp gideli, 15 gün 7 saat oldu’ diye şarkıya girdiğinde, benim 15 yaşıma bir göktaşı düştü.
Bazen, çok seyrek olarak, biri çıkar. Kimseye benzemez.
Öncesi ve sonrası olmayan yeni bir şey gibi durur. Işığı içinden, fikri kendinden, isyanı doğuştan.
Kopyalanmamış ve kopyalamaya da ihtiyaç duymamış biri. Aklını alır tabii. Kalbini hızlandırır.
Gördüğün çoğu şey, işleyen formüllerin yüzlerce tekrarıyken, çölde vaha bulmuş gibi olursun. Bana öyle olmuştu. Sinead’ı bulmuştum.
Bazı şarkılar, bazı anlar insanın içinde, bir eko gibi çalmaya ve dönmeye devam eder.
Anı dediğimiz, bir dönüp duran döngü değilse nedir?
Bu şarkı benim içimde daimi çalan playlist’in içindedir.
‘Black Boys on Mopeds’ şarkısını da çok severdim.
Neden bahsettiğini anlamazdım. Sesiyle beni götürdüğü vadileri, dağları, platoları, uçurumları severdim.
O şarkıyı yere bakarak çok mırıldandım. Güzel melodiler beni hep eğlendirdi.
Oyun oynar gibi onları ağzımda evirip çevirmek, onları benim kılardı. Ben buna bayılırdım.
Kendi melodilerimle buluşana kadar, böyle onlarca şarkı benim öğretmenim oldu.
Gidişine üzüldüm Sinead’ın.
Gittiği anı duyduğumda içimden ‘Sen nefesini alıp gideli, 1 gün 7 saat oldu’ gibi bir cümle geçti.
Acılarla yoğrulanlardan oldu.
Önüne çıkan kapılardan, şeklini değiştirmeden geçmeye çalıştığı için, her yeri yara bere içinde kalmıştı.
Oradan oraya savruluyor gibiydi.
Bir yakarışı vardı ama onu dinlemek için kimsenin bir saniyesi bile yoktu.
Ne yazık ki bütün yakarışlar saniyelik dikkatlere takılsalar da, hemen unutuluyordu.
Bu dünya, bu işleyiş, bu hız, olup biten çoğu şey ve onların olma şekilleri Sinead’e dayanılmaz geliyordu.
Bunu biliyorduk.
Bizi eğlendiren şeylere zaman vermeyi seçtik ve onu bir köşede unuttuk. Ta ki o, hayattan gidene kadar.
Sinead O’Connor, bana cesareti, kendin olmayı, tercihlerini sadece kalbini ve kendi rüzgarlarını dinleyerek yapmayı öğretmiş bir kadın melek şimdi.
Billie Holiday gibi, Nina Simone gibi, Amy Winehouse gibi. Sadece sesiyle değil, o sesin taşıdığı ruhla içime işledi.
İçimde çocukluktan beri çalan, ama kimsenin bilmediği bir şarkı daha var.
Bir yılan bakıcısının, baktığı yılana yazdığı şarkı. İsmi ‘Kobra’.
‘Kobra! Sana
diyorum bak dobra dobra kobra! Bakıyorsam eğer sana, veriyorsam üç beş lokma, sakın bir gün beni sokma!
Bu kadar riyakar olma kobra!’ diyor şarkıda Suavi Karaibrahimgil.
Siz de dinleyebilirsiniz artık, çünkü babam onu, evinin duvarlarından dışarı çıkarmaya karar verdi.
Çok mutluyum. Kobra serbest artık!
Hayat Sinead gibi, babam gibi sadece kendinden mütevellit kahramanlarımla güzel.
Ben onların koleksiyoncusuyum.
Paylaş