Seyahat serbest!

İlk hafta hiçbir şey yapmadım. “Ne yapıyoruz o zaman” diye bön bön etrafa baktım.

Haberin Devamı

Haberlere baktım.
Gelen bütün videolara inandım.
Alt dudağımı yedim.
İçime bir mürekkep gibi boydan boya endişe ve korkunun yayılışını izledim.
Annemi, babamı, kardeşimi, arkadaşlarımı özledim.
Kitap okuyamadım, kafamı veremedim.
Film izleyemedim, hiçbir hikaye beni ilgilendirmedi. Uyduruyorlardı.
Gerçek bir şey vardı burada, bir tür savaş.
Bir virüs bütün insanlığa savaş açmıştı.
Haberi var mıydı bundan bilmiyorum.
Bir tür bilinci var mı ya da bir emirle mi doğuyor sadece virüsler?
“Yarasadan nasıl geldi ki?” diye düşündüm biraz.
Çözemediğim bir düğümü mutfak tezgahına bırakır gibi bıraktım sonra.
Bazen olacakları izlemek gerekir.
İkinci hafta, çaresizlik hissinden ve endişenin o iğneli koltuğunda oturmaktan sıkıldım.
Gözlerimi nazikçe haberlerden ve ufuklardan aldım.
Evin içine getirdim.
Düşüncelerin, ellerinden tutunca başka yere götürülebildiğini yeni öğrendim.
Gözlerimi içime çevirmeyi de... Sevmediğim şeyleri uçan balonu bırakır gibi bırakmayı da...
Kendime anlattığım hikayemin,
benim tarafımdan yazılmış bir kurgu olduğunu da...
Bunların hepsini aynı günde öğrenmedim tabii ki. Zamanla öğrendim. Önceleri öğrendiğim hiçbir şeyi yapamadım.
Hâlâ da yapamadığım oluyor ama en azından uyandım o sabaha artık.
Gözümden kaçamaz. İkinci hafta dümeni eve kırıp, ev limanına varmakla geçti.
Kanatlı bir şey olduğum için, bazen konmam zaman alıyor. Kondum ama. Kendime de, evime de kondum.
Üçüncü hafta, şarkı söylemeye, resim çizmeye, dans etmeye, yemek pişirmeye, oyun oynamaya, kitap okumaya, film izlemeye başladım. Herkes gibi.
Evde yapılabilecek her şeyi sonuna kadar yapmaya karar verdim.
Haberleri takibi bıraktım.
Vaka sayıları ve gelecek senaryolarını bilmemenin de bilmenin de bir faydası yoktu bana.
Evde kalmam icap ettiği sürece kalacağım, çık denilince de çıkacağım bu kadar basit.
Kendime ve aileme iyi bakacağım bu arada da...
Bir arkadaşımızın yaptığı gibi, domatesin üzerine virüs ölsün diye rakı dökmeyeceğim ama.
Neden dökmeyeceğimi anlatayım.
Bir deney yapmışlar;
kuzularla. İki kuzuyu ayrı cam odalara koymuşlar.
Birisi uzaktaki bir cam odadaki kurdu görüyormuş.
Diğerinin odası kurda bakmadığı için, o kurt murt görmüyormuş.
Bir süre sonra kurdu her gün gören kuzunun, hasta olmaya başladığını gözlemlemişler.
Kurdu göremeyen kuzuysa gayet sağlıklıymış.
Bizi asıl hasta eden şey, her gün kurda bakmak aslında. Endişe koronadan büyük bir virüs.
Tamam ellerimizi yıkayalım, evde kalalım ve kendimize iyi bakalım ki bağışıklığımız güçlü olsun ama bunlardan fazlası, kurda bakmaya benzer bence.
Hâlâ nefes alıp veriyorsak, sevdiklerimiz yanımızdaysa ve yiyeceğimiz varsa nerede olursak olalım, şans bizden yana demektir.
Hayatın koca şelalesi, bütün debisiyle akıyor demektir önümüzden.
Bu canlılıkla dört duvar arasında da her yere gidilir.
Arkadaşım Uğurcan, seyahat yasağında hayattaki cenneti Ordu’nun yaylalarından ayrı düştü.
Ordu’nun o güzel doğasında yürürken bir resmini koyup, altına şunu yazdı: “Ordu’ya giriş çıkışlar yasaklanmış.
Sanki ben sadece kara, hava ve deniz yollarıyla gidiyormuşum gibi.”
Kısacası, dördüncü hafta şunu anladım: Seyahat serbest.

Yazarın Tüm Yazıları