Paylaş
Kendimizle baş başa olmak. Geçen hafta, online bir yoga kursuna katıldım. Yin yoga.
Uzun uzun aynı pozda kaldığın bir yoga türü.
Mesela yere bacakların önünde düz uzanarak oturuyorsun, sonra ayaklarına doğru eğilip, bacak arkasını ve sırtını germiş oluyorsun.
Orada öyle beş dakika o gerilimi tutarak eğilmeye devam ediyorsun.
Zamanın ne kadar göreceli bir şey olduğunu anladığım anlardan biri.
Hani bazen bir saniye, ölüm kalım meselesi bir cümleyi duymayı beklerken bir yıl, bir yıl sakince geçerken bir hafta oluveriyor ya, öyle bir şey.
Beş dakika ne uzunmuş. Neymiş beş dakika.
Tabii ben öne eğilince, bacaklarımın üzerine başımı koyacak kadar esnek olmadığımdan, (Hiç olmadığın ve yapamadığın şeylerle biraz büyüyünce barışıyorsun merak etme.) yastıklar aldım bacaklarımın üzerine koydum, çenemi de onlara dayadım...
Eee şimdi, şimdi işte beş dakika boyunca du-ru-yor-sun.
Dur-mu-yor-muşum ben.
Durmayı da bilmiyormuşum.
Durmam gerekince beş dakika şaşırdım tabii, sonra ‘aman ne var o kadar insan duruyor şu an ben mi yapamayacağım?’ dedim, sonra durduğumu unuttum başka düşünceler geldi.
Geçen bir röportajda sormuşlar, “Düşüncesini değiştiren/yaşadığını değiştirir’ diye şarkınız var. Bu doğru mu? Bunu kendiniz tecrübe ettiniz mi?” diye.
Tabii ki ettim. Ettim ve şaşakaldım hatta.
Düşünceyi benden bağımsız, aklıma üşüşen kuşlar sanırdım.
Düşünce kuş misali evet gelip konuyor çatına, fakat onu kovalamak ya da ona yem vermek ya da onu oturup izlemek, ya da onun resmini çizmek sana kalmış.
Sana kalan kısmı var yani düşüncenin.
İşte o kısım, hayatını değiştirebileceğin kısım.
Başımı yastığa koymuş, düşünce kovalıyorum, cami avlusunda güvercin kovalar gibi.
Çınn beş dakika doldu zili çaldı.
Sonra başka poza geçildi ve onda da beş dakika kalındı.
İnsanın kendi bedeniyle ‘kalması’ diye bir şey varmış. Hiç yaşamamışım.
Uzun zamandır yoga yapıyorum, demek böylesini yapmamışım. O kadar uzun uzun kalmamışım.
Kalmak nedir, durmak nedir, dayanmak nedir kendime tatlı tatlı yaşatmamışım.
Tatlı tatlı diyorum çünkü bu bir oyun gibi, kendi üzerinde kurduğun bir disiplin.
Kimse seni mecbur etmiyor. Spor yapıp kas güçlendirmek gibi, orada da tatlı tatlı zorlama var, burada da pozda durarak ruhunu güçlendiriyorsun.
Biz pozlarda uzun uzun kendimizle baş başa kalırken, kursu online olarak veren Zeynep Aksoy, açlık ve tokluk bilincinden bahsetti.
Bazen insanları ve kendini anlamak için, bir şeyleri ikiye ayırmak işe yarıyor.
Zeynep, açlık ve tokluk bilincinden bahsetti.
Açlık bilincinde yaşayanlar, hep daha fazlasının peşinde. Ne kadar çok şeye sahip olsalar da ruhen açlar, o yüzden yetmiyor.
Acele yaşayanlar, kendilerini sürekli çalışıp bir şey başarmaya kilitleyenler açlık bilincinde.
Bolluk bilincinde yaşayansa, sahip olduğum yeter duygusuyla yaşıyor.
Ne kadar az şeye sahip olsa da içinde yeterlilik duygusu olduğu için ‘daha’nın acelesinde, koşturmasında değil.
Bir kelime kullandı onu çok sevdim. Anın tokluğu. Anın tokluğu ne güzel tamlama.
İçinde minnet var, teşekkür var. Bu konuyu okumak isteyen, Charles Eisenstein’in kutsal ekonomi kitabını okuyabilirler.
Bu hafta YouTube’dan açıp bir yin yoga kursu yazıyorum reçeteye.
Bir de anın tokluğunu alıp cebimize koyalım. Tokluk dolu anlar dilerim.
Paylaş