Paylaş
Yıllar önce okuduğum bir kitapta, koca kitap boyunca, adam odasında yolculuk ediyordu.
Ve seyirlerinin günlüğünü yazıyordu.
Xavier de Maistre’nin 1829’da, düello cezası olarak 42 günlük ev hapsinde yazdığı bu romanda, evindeki kanepede oturarak Alpler’e tırmanmaktan ya da Amazon nehirlerinde kayıkla gezmekten daha uzaklara gidebiliyordun.
Seyahatin illa ki dışarıya doğru olmadığını o kitaptan öğrendim.
İnsan oturduğu yerde çok uzaklara gidebilir ve mesafeler görecelidir.
Bazen pencerenin önüne gitmek, Zanzibar’a gitmekten daha zor olabilir.
İkinci yolculuk, içe yolculuk, yolculukların en bitmezi. Bunu biliyoruz zaten.
Kimileri bu yola çıkıyor, kimileri de gereksiz buluyor bunu.
Ben belki içimdeki kimyalardan ötürü, bu yolculuğu hep önemsedim.
Kendimden başka kemirecek şeyim olmadığını çocukken anlamıştım.
Bana göre bir insan ne kadar kendine benzerse, o kadar kahramandı hep.
Aynılaşıp dikkat çekmek istemeyenler bana hep kaçak geldi.
Kimsenin söylemediğini söyleyenler, giymediğini giyenler, yapmadığını yapanlar hep aklımı başımdan aldılar.
Hâlâ da öyle.
Yeşil kabuğunu kestiğinde, içinden karpuz gibi kıpkırmızı çıkanlarla dolaştım.
Onların dallarına kondum.
Ben de bence, biraz hatta çoğunlukla onlardan biriyim.
İçine dalmadan da olmuyor bu.
İçine dalma yolculuğunun, tıpkı denizin içine dalma yolculuğu gibi, ilk 300 metresi aydınlık sonrası karanlık.
Karanlığa dayanırsan, gözünü alıştırırsan, nefesi ayarlarsan, türlü türlü canlı çıkıyor karşına.
Senin hazinelerin, canlıların.
Lambasını yakmış dolaşan korkusuz hallerin.
Onlardan sana ait şeylerle yüzeye çıkıp, sadece sana ait şeyler yapmak bugünlerde harika olmaz mı?
Sadece senin yapabildiğin şeyleri paylaşsan sonra, bize de öğretsen...
Nasıl örgü ördüğünü, çerkez tavuğunu nasıl yaptığını, nasıl öyle dans ettiğini, nasıl film çektiğini, şarkı söylediğini, çocuklarınla oyun oynadığını, kalp kırınca nasıl onardığını...
Her şeyi, her hangi bir şeyi, birimiz öbürümüzden biraz daha iyi yapabiliyorsak, bugünler onları parlatmanın sonra da paylaşmanın zamanı.
İnsana hayatta bir işe yaradığını hatırlatmaktan daha büyük iltifat var mı?
Hiç vida sökememiş bir tornavida olmaktan daha ağırı olabilir mi?
Bu hafta iki yolculuğa çıkalım o zaman.
Biri evin içinde, biri kendi içimizde.
Paylaş