Paylaş
Vapurdayken, çay içerek ve bir edebiyat dergisi okuyarak, diğer yolcuların neden o adaya gittikleriyle ilgili tahminler yürüttüm. İnsan belki yaşarken, arada başka yaşlarına da uğruyordur, kendimi üniversite öğrencisi gibi hissettim birden. Şu anne oğul, adada mı yaşıyor? Şuradaki sevgililer, birbirlerine kaçacakları en uzak yeri mi arıyor?
Bu adam tek başına adada, her gün işe mi gidip geliyor? Mimar mı? Şu iki kadın benim gibi arabasız, sessiz, telaşsız sarı mavi renklerde bir sohbetin mi peşinde?
Derken geldik. Yeterince uzak ama yeterince yakın o adaya. Kış ya, boş liman. Bir tek Judith var, bana el sallayan. Kucaklaşıyoruz.
İnsanın, her şeyini bilen, ama ikide bir hatırlatmayan bir arkadaşı olmalı. Benim var, gittim bu hafta yanına. Adada dükkanlar kapalı. Bir manav açık. Bir kahve, bir de fırın. Kahveye yürüdük.
Deniz kenarına masa taşıdık, oturduk. Kahveci “Elma kaynattım, tarçın ve zencefille ister misiniz?” dedi. İstemez miyiz, biz sırf o çayı içmeye, İstanbul’dan geliriz.
Hani bazen beklenmedik bir şeyden, şifa geldiğini hissedersin bedenine. Öyleydi o elma çayı. Bir biz içiyorduk o şifayı, bir de yan masada, romanının sokaklarında kaybolmuş kadın.
Güneş istese soğuğu nasıl evcilleştiriyor! Dışarıda oturduk, aslında soğuk ama güneş var ya alnımızda, yakıyor içimizdeki sobayı, oturuyoruz Judith’le. Saçlarını kestirmiş, “E çok güzel olmuş” dedim.
Bütün saçını kestiren kadınlar gibi emin değil ama gerçekten güzel olmuş. Bu aralar tanıdığım birkaç arkadaşım, ani bir kararla saçlarını çene hizasında kestirdiler. Belki de havada dolanan bir ilhamla.
Deniz ayaklarımızda, soğuk burunlarımızda, elma çayı dilimizde her şeyi bir anda konuşuverdik.
Bir keresinde ona, yapmayı düşündüğüm bir şeyi uzun uzun anlatmıştım, lafım bitince bana bakıp “Ama anlatırken içinde ışık yanmadı!” demişti.
İnsanı gerçekten heyecanlandıran bir şeyi anlatırken, gözlerinin ışıldadığını, içinin aydınlandığını düşünüyordu. Ve haklıydı. Sonra bu cümle hep cebimde dolaştım.
İnsanlar bana yapacaklarından bahsederken, gözlerindeki ışığın yanıp yanmadığına, konuşurken bir ışıkla aydınlanıp aydınlanmadıklarına baktım.
Tanıştığımızda ben anneydim o değildi, sonra o da anne oldu.
Gözlerimin önünde öyle güzel bir canlıya dönüştü ki, ona bir kez daha hayran oldum.
İkimiz de, bütün anneler gibi uykusuzduk. İkimiz de bencilliği bir kenara bırakmış, bir başkasında nefes alabilmeyi öğrenmiştik.
İkimiz de gelecek için endişeli ama şu an için şükran doluyduk. İkimiz de kafamızda binbir fikirle yoldaydık.
İkimiz de durmuştuk bir süre ama park etmemiştik. Moladaydık. O güzel çam ormanının kokusunu içimize çekecek, sonra yola koyulacaktık.
Bırakmayacaktık Nil olmayı, Judith olmayı. Hikaye devam edecekti.
İnsanın konuşurken ikide bir, bir şeyi not almak isteyeceği bir arkadaşı olmalı. Judith, bana hep “Şunu oku, şunu izle, şuraya bir bak” diyor.
Bir konuya hep bakmadığım bir yerden bakıyor, bana o pencereden gördüklerini anlatıyor. Hep onaylanmamak, etrafında sadece ‘evet evet aynen’cilerin olmaması ne şans! Genişlediğimi hissediyorum. İtiraf edeyim, oradan bakmamıştım ama şimdi bir manzaram daha oldu. Pencerem bir yeri daha görüyor. Daha ne olsun.
İnsanın, ona masal anlatan bir arkadaşı olmalı. Judith’i ne zaman görsem, bana bir masal anlatıyor. Yine anlattı. Heybesinde, her duruma göre bir masal taşıyan, binbir gecenin Şehrazat’ı gibi.
Beni hep özüme döndürüyor. Dönüşte kendi kendimi düşünürken buluyorum. Yine bütün masallardaki hazine, insanın içinde çıkıyor. Diyar diyar gidenler bile, oturup kendine dönünce buluyor hazinelerini.
İnsanın vapurla gideceği, mücver yapan ve masal anlatan bir arkadaşı olmalı.
Benimki Judith Liberman. İstanbul’da yaşayan, Fransız bir masal anlatıcısı.
Kitapları var okuyun. Çocuk kitabı çıktı, o da harika.
Beraber kanatlanıp uçtuğunuz, yolda birbirinize rüzgarlar üflediğiniz arkadaşlarınız olsun. Vapurla gitmeseniz de, masal bilmese de, mücver yapmasa da olur. Beraber oturur, elma kaynatır içine tarçın ve zencefil atarsınız.
Bir de unutmadan bu pazar, 23’ü Bostancı Gösteri Merkezi’nde buluşalım. Müzikle şifalanalım bu sefer.
Paylaş