Paylaş
İçinde sinema salonu, kapalı havuz, 22 oda, 26 mürettebat ve kim bilir neler vardı.
Denize iskeleyle açılan salonlarını ve tepesinde helikopter sahasını görebiliyorduk.
Teknelerin ismini internete girdiğinizde bazen, kime ait olduklarını ve tekneyle ilgili teknik bilgileri alabiliyorsunuz.
Avustralyalı bir kumarhane sahibininmiş tekne.
Bir süre sonra tekneden, bizim olduğumuz sahile, kocaman bir bot geldi.
İçinden birkaç koruma, iki kız çocuğu, anneleri ve bakıcıları indi.
Biz de o sahile gidip piknik yapmayı, taşlar toplamayı ve kayalara tırmanmayı çok seviyoruz.
“Çocukların varsa, o tekneden de inip oynamak istiyorsun demek ki” diye düşündüm. İnsan insandır.
100 metrelik bir tekneden inse de uzaya bir gidip gelse de aynılıklarımız farklarımızdan çok her zaman.
Buraya kadar her şey normaldi.
Fakat anne, kıyıya iner inmez kayalıklara doğru gitti. Bakıcıları da elinde telefonla onu takip etti.
Anne pozlar veriyor, bakıcı da fotoğraflarını çekiyordu.
Instagram Story’si içindi hepsi. İşte bu noktada düşündüm...
Bu her şeyi var gibi görünen kadının nesi yok da, like peşinde koşuyor?
Belki çok yalnız. Belki insan etkileşimi istiyor.
Bir kalp, bir emoji, bir “ne güzelsin Allah’ım!” onu mutlu edecek.
Bir süper yatta kapalı yüzme havuzu bir şey değil onun için, o sarı suratın kalpli öpücüğü mühim.
Ben de fotoğraf çektiriyorum.
Ben de Instagram’a koyuyorum ve emojilerle mutlu oluyorum ama nedense o kadının hali bana, ben dahil, insanlığın halini hatırlattı.
“İnsan neyle doyar peki” diye sordum kendime.
Belki de insan insanla doyuyor.
Dikkatimizin en büyük kısmını sosyal medya hesaplarına veriyoruz.
Neye veriyoruz peki, tam olarak zamanımızı, bir kum gibi akıp giden ömrümüzü?
Tanıdık, tanımadık, yakın, uzak başka insanların hayatlarındaki detaylara.
Peki, bize sorsalar “Hayatını nasıl geçirmek seni tatmin eder, tam hissettirir, tamam hissettirir, yastığa başını koyduğunda ruhun tok olur” diye.
Cevap, sosyal medya kalabalığı olmayacaktır.
Gözümüzü kapatmadan önce bir soralım kendimize, “bugünün en güzel şeyi neydi?”
Cevapların basitliğine şaşıracaksınız.
Oğlumun bana getirdiği o çizgili taştı, güneşin kıpkırmızı batışında çalan şarkıydı, tattığım sütlaçtı.
Üçümüzün gün batarken pikenin altında oynadığı oyundu.
Sabah tek başıma kahve içerken okuduğum satırdı.
Hayatın güzelliklerinin basitliğine şaşarak uyursunuz böylece.
En çok da şunu düşündüm.
O anne, kızlarına nasıl bir örnek?
Pozlarını bakıcısına çektirip, onları paylaşarak mutlu olmaya çalışan biri.
Demek hayat, başkalarının bizi nasıl gördüğü ve bizim nasıl göründüğümüz demezler mi?
Onlar da like’lanmamaktan ve yaş almaktan öcü gibi korkmazlar mı?
Belki, dikkatin kıymetini daha çok bilmeliyiz.
Emojilerden kopmadan, gerçekten bizi tatmin edecek şeylere odaklanmak mümkündür belki.
Mümkün değilse, yazık zamanımıza, yazık ömrümüze.
Paylaş