Hoş geldin yeni dünya!

Çok basit, herkesin yapabileceği bir şey yaptım. Başımı 45 derece yukarı kaldırdım. Hayatın orada bu kadar farklı olabileceği hiç aklıma gelmemişti.

Nedense yürürken hep yere, bir şey yaparken önüme, gerektiğinde sağa sola bakan gözlerim 45 derece yukarısını pek görmemiş.

Bunun olduğu anı çok net hatırlıyorum. Bahçede oturuyordum. Çay içiyordum ya da bir şey.

Sonra, neden bilmem başımı hafif yukarı kaldırdım.

Yıllar içinde gözlerimin önünde çaktırmadan büyüyüp, yanındaki duvarı aşan ağacı gördüm. Ama gövdesini değil, dallarını, yapraklarını, boyunu posunu gördüm.
Gökyüzüne heves edişini gördüm. Bir kuş yuvası koymuştuk üzerine turuncu, onu gördüm. Uzakta, binalardan sonrasını gördüm.

Binaların çatıları, kiremitten saçları değil de ne? Gözleri pencereler, ağızları kapıları değil mi? Duvarlar da kulakları.

Yerin kulağı var derler gerçi, peki yerler kulakları olsun.

Bunları düşündüm. Gözümün biraz yukarısında neler oluyordu ve benim haberim olmuyordu. Yazık.

Öyle bakınca insanın zamanla ilişkisi de düzeliyor. ‘Şu an’la pek alakası yok o bahsettiğim açının. Daha çok geleceğe ait, biraz da geçmişe.

Uuuu u, gittikçe gidiyor çünkü, insanların kafalarına arabaların üstlerine hiç değmeden ufka doğru dümdüz giden bir otoyol beliriyor sanki.

Basıp gidiyorsun sonraki günlerine. O günlere dair güzel yakamozlar beliriyor orda.

Gelecekten gelen güzel manzaraların, gecelerin, haberlerin müjdesini taşıyor sanki o yol. Sarı mavi bir yol. Sarısı güneşten, mavisi gökten. Griden haberi yok.

Artık benim için İstanbul iki tane şehir: aşağı İstanbul ve yukarı İstanbul. Aşağı Ayrancı’yla Yukarı Ayrancı gibi.

Daha doğrusu tüm dünya öyle ikiye ayrıldı. Birinde oturuyorum, ayakkabılarımı bağlıyorum, sana bakıyorum, işime bakıyorum; öbüründeyse uçuyorum.

Ağaçların dallarından binaların saçlarına, oradan hayallere dümdüz gidiyorum. Orada, Yukarı Ayrancı’da, insanlar yok kuşlar var, kaldırımların yerini bulutlar, su birikintilerinin yerini yağmurlar almış. Bir başka alem.

Başka bambaşka aleme gidişim bir saniye sürüyor.

Bilet yok, bavul yok, taşıt yok.

Sadece başımı 45 derece kaldırmamla ordayım. Sesi de başka.

Daha sessiz aşağıdan. Kokusu da başka, deniz kokuyor, orman kokuyor, rüzgar kokuyor. Hissi de başka.

Sanki saklambaçta yeri bulunmuş bir çocuk gibi utanıyor sen bakıverince. Yakalanmış gibi mahcup.

Şaşkın bir halde donakalıyor.

Hoş geldin yeni dünya.

Yazarın Tüm Yazıları