Paylaş
Hazırlan, çocukları okula gönder, kahvaltı yap, işe git.
Saat kaç, dışarıda hava nasıl, hayır öyle olmasın derken sokaklar, arabalar, işyerleri, öğle araları, trafik, diziler ve iyi uykular.
Sabah uyan, aynı telaşla kovala bu kuyruğu.
O yüzden açıldı insanlara nefes veren, bir dur diyen konular.
Mindfullness gibi, yoga gibi, meditasyon gibi.
Bunları tayt giyen işsiz güçsüzlere vakfetti kimileri kafalarında.
Halbuki bunlar hepimizin, kuyruğu kovalamaktan kurtulmamız için yapılmış birer hediye.
Bir sakin ol, şu an nerdesin ne yapıyorsun diyen, nasıl hissediyorsun diye soran.
Şöyle bir derin nefes alarak kollarını yukarı kaldırsan, bir anda gökyüzünü görüverirsin diyen.
Ben günün başlangıcına bir işaret koymak istedim geçenlerde.
Fırlayıp, bir döngüye gireceğime, bir farkındalık egzersizi bulayım dedim.
Aklıma o zaman geldi bu ‘kendine konum atmak’ dediğim şey.
Sabah uyanır uyanmaz ilk iş, kendime manevi konum atıyorum.
Nasıl mı?
Kendimi, tıpkı telefonumuzdaki dijital haritaya yerleştirir gibi, kafamda mavi bir nokta olarak düşünüyorum.
Dünyanın neresindeyim, yanımda yan odada kimler var, kendimi nasıl hissediyorum, güneş doğmuş mu, kuş sesi var mı havada, dışarıda rüzgarın sesi var mı, sevdiğim herkes sağlıklı mı, uyanmış mı...
Bu soruları sormadan, cevaplarını hissediyorum kemiklerimde, yüreğimde ve nefesimde.
Şu an neler oluyor hayatımda.
Bir kış sabahı, dışarıda güneş var, horozlar ötüyor, kuşlar yerlerini söylüyorlar birbirlerine.
Saçlarım omuzumda, boğazımda hafif bir ağrı var.
Yorganın içi sıcak. Evin içinde herkes iyi çok şükür.
Sağlığım iyi. Adım Nil.
Bu bir sabah, yeni bir gün ve ben uyanıyorum ve ben buradayım.
İşte manevi lokasyon atmak bu kadar basit.
Saniyelik bir şey. Fakat seni haritanda bir yere koyuyor ve sen artık gün içinde nereye savrulursan savrul, nereden geldiğini biliyorsun.
Büyüttüğümüz çoğu şey aslında küçük.
Evet bazen de küçümsediğimiz çoğu şey büyük ama...genellikle tersi.
Küçük şeyleri, olmayan önemsiz saçma şeyleri büyüterek geçiyor günler. Belki atalarımızdan kalma bir negatifleri düşünmeye eğilimdir bilmiyorum. O zamanlar, yani mağara devrinde, kötüyü önce düşünmeye mecburdun, yoksa ölüverirdin. Her ses, her hışırtı, her adım bir tehditti. Şimdi geçti onlar. Çıktık mağaralardan, dışarı çıkınca üzerimize bir bizon saldırmıyor ama biz hala aynı tedirginlikle yürüyoruz gökyüzünün altında ne garip. İşte bu o beyinin bize mirası. Aman dikkat, aman buna izin verme, aman şu tarafı kolla. Bu hayatı zorlaştırıyor bize. Bizi çıkmaz sarmallara sokuyor. Sonra da sakinleşmek için ne yapsak diyoruz. Asıl sakinleşmek için ne yapmasak. Neyi durdursak, bir sustursak. Sabahın ilk anına farkındalık koymak en çok buna yarıyor işte. Bunun için ihtiyacınız olan tek şey, sabahın ilk 10 saniyesi. O kadar. Kendinize ayırın onu. Kimseye de vermeyin.
Günaydın ben Erhan, güneş doğuyor, büyük kızım kalkmış kahvaltı hazırlıyor, ayaklarım üşüyor azıcık, canım yumurta istiyor, annemin sağlığı daha iyi, evim Şişli’de bir sokakta, bakkalın üstü.
Günaydın ben Yasemin, dalga sesleri geliyor uzaktan, Bodrum’da kış böyle, babam kapının önünü süpürüyor, Halime Hanım gelmiş börek yapıyor, saçlarımı çok seviyorum, sağlığıma şükrediyorum.
Günaydın ben Merve, köpeğim Romeo ayak ucumda uyukluyor, güneş turuncu doğuyor, kitabım bitmek üzere, annem ütü yapıyor, sağlıklıyım, dizim kaşınıyor.
Günaydın ben Ali, az uyudum biraz ağrım vardı ama şimdi iyi, penceremde bir martı, kediler kapımda yemek istiyor, kız arkadaşım anahtarla içeri girdi, sokağımız sessiz ama ışıkları yanıyor evlerin.
Günaydın ben... Dışarda... Evde... Kalbimde... Aklımdan... Bedenimde...
Bu kadar basit.
Atalım kendimize her gün bu konumu.
Hayatımızı farkındalıkla yaşamak için, 10 saniye bizim olsun.
Paylaş