Paylaş
Açıkçası biraz da sıkıldım artık şu ‘Instagram’daki ben’lerden.
Gerçek bize aslında benzemeyen. Kahvenin fotoğrafını çekerek, soğuk içen. Ağaca hiç bakmadan, resmini gösteren.
Bir yerde eğlenmeyip, eğlence fotoğrafını yeğleyen...
Oh sessiz bir köşe bulup, güzel bir sohbet dinliyorum onun yerine. Hem yeni birisiyle hem de yeni bir bakışla tanışıyorum. Hayatta yeni bir bakışla tanışmak kadar sevdiğim şey yok. Merhaba Gordon Hempton ve kafayı taktığı şu sessizlik.
Gerçek şu ki, gözlerimizi kapatıp, olduğumuz yeri hiç dinlemiyoruz. Dinlesek de büyük ihtimal gürültülü sesler duyardık. Zaten Gordon Hempton da “Sessizlik, sesin yokluğu değil, gürültünün yokluğu” diyor.
Tıpkı kutup ayıları gibi, sessizliğin de artık dünyada soyu tükeniyormuş.
Dünyada, insan yapısı gürültünün olmadığı sadece 12 yer kalmış. Gordon da buraları, bu son kalan sessizlikteki güzel sesleri kaydedip saklıyor.
Yoksa bir daha duyamayacağız.
Gündoğarken bir ormanı. Kendini kayalardan baş aşağı bırakan suları.
Rüzgarın geçişini ayakta alkışlayan yaprakları. Dedikodusu bitmeyen kuşları.
Bir de tıngır mıngır raylarında, acelesiz giden buharlı treni. “Onu niye kaydettiniz, o doğanın parçası değil ki” diye soruyorlar. Cevabı dinlemeniz lazım. Raylarla tekerleklerin kurduğu o eski muhabbetin tereddütü gibi anlatıyor, frenini. Makinistin iç çekişi gibi anlatıyor, düdüğünü...
Ne kadar az şeyi dinlediğimi düşünüyorum. Şehrin trafikle, inşaatla, bağrış çağrışla sıkı sıkı avuçlarını bastırdığı kulaklarımla, pek az durup dinlediğimi. Halbuki, atalarımızdan bize miras, kendini sessizlikte güvende hissetme güdümüz var.
“Hah, güvendeyim, yırtıcı hayvan yok. Yaklaşan bir tehlike yok” diye uykuya daldığımız yüzyıllar var. Onların beynimizdeki küçük hatıraları adına, arada kaçmak lazım belki, sessizliğe olamasa da, gürültüsüzlüğe.
Gerçekten uzaydan bakıldığında, delice dönen yanar döner bir müzik kutusu gibi dünya.
Yıldızlarla dolu bir uzay partisindeki disko topu. Üzerinde sonsuza dek yaşayacağını düşünen, gürültücü, ciddi insanlar.
Ciddi olmayalım o kadar. Gürültücü olmayalım o kadar. Hayat, anlık bir buluşmaysa, bu kadar da sıkmayalım yumruğumuzu.
Gevşetelim şu çenemizi. Kapatalım da şu çenemizi. Dinleyelim. Diyecekleri olanları. Başkalarını. Bak yaz geldi. Biraz da rüzgarı, dalgayı, kuşu, ovayı.
Dünyada insan yapısı gürültü olmayan, o sessiz yerleri düşündüm.
Özledim hatta. Arkada matkap sesi duyulmazken, ezilen yaprağın azarını; arkada korna çalmazken, bir gülümsemenin ninnisini; uğultu yokken, ansızın gelen bir esintinin fısıltısını...
Mesela bazen pazar günlerini düşünüyorum. Nasıl bu kadar sakin olabiliyor? Yani pazartesiden nasıl bu kadar farklı mesela his olarak?
Bir pazar günü gibi yaşamaya kalksan da, asla bir pazartesi pazar gibi olamıyor. Sebebi, topluca susmamız mı biraz acaba o günlerde?
Geç kalkılan yataklar mı, uzun uzun hazırlanan kahvaltılar mı, susup da dinlenen çocuk sesleri mi?
Nedir pazarı pazar yapan...
Belki de, gürültünün nispeten azlığı.
Bu yaz, başka hislerle açın şu yazlığı.
Pazartesi tavsiyesi, sessizlik avcılığı.
Paylaş