Paylaş
Ne gitarıma dokunmuşum, ne tek bi satır yazmışım ne de (bari) biraz kitap okumuşum.
Bakmışım, koklamışım, dinlemişim, tatmışım, iki cümle etmişim, erkenden uyumuşum.
Eskiden böyle günler benim için vicdan azabıyla dolu olurdu.
Kendimi dünyada, elimde bir kalemle (yaz Nil) ve içimde şarkılarla (çal Nil) bulduğumdan beri, yazmadığım ve çalmadığım günlerde, koca bir ziyafeti çöpe atar gibi hissediyordum. (Ziyafet lafın gelişi, yoksa onlar başkalarına yavan gelebilir elbet).
Bir dikiş makinesi düşünün, kimsenin bir şey dikmediği ya da bir tren gibi, istasyondan hiç ayrılmayan.
Öyle bir his otururdu içime. Görevimi yerine getirmeyen bir kaçak gibi hissederdim çoğu zaman.
Sonra, şarkılarını ve sesini çok sevdiğim Erykah Badu’nun bir röportajında şöyle dediğini duydum: Çalışmadığım zamanlarda, çalışmıyor değilim, o zamanlarda ‘indiriyorum’. (downloading dedi.)
Neyi indiriyor? Hayatı, söylenenleri, aklına gelenleri, şahit olduklarını, gördüğü yerleri...
Sonra o indirdiklerinden bir şarkı dikecek. İşte bunu duyunca rahatladım ben. Bir şey yapmadığımız zaman bir şey yapmıyor değiliz.
Bakın bunu yazalım bir yere: Bir şey yapmadığımız zaman, bir şey yapmıyor değiliz. Aksiyon halinde değilken, belli bir şeyi indiriyoruz.
Kim bilir ne, kim bilir sonrasında nasıl bir hikaye izleyeceğiz bilmiyoruz.
Yıllarca boş durmaktan korktuk. Boş durmak, hayatı çöpe atmak gibi geldi bize.
Bizi büyütenlere de. Zamanı telaşla dolduran bir ırkız.
İlla o sepet tıka basa dolacak. Sonra da devrilip yatılacak. Oradan oraya sürüklendik.
Kendimizi de sürükledik. Ne yani, zaman bir kum gibi akıp giderken biz öylece pencereden mi bakacaktık?
Üzerine bir bardak su mu içecektik?
Çorap çekmecemizi mi düzenleyecektik?
Hayat, sürekli kutuları tiklememiz gereken bir yapılacaklar listesiyken, biz defterlerin kenarına spiraller mi çizecektik?
Vicdanın bu zaman azabı, bizi tutsak etmişti.
Yapılacaklar listesinden bir şeyle meşgul olmamak ayıptı ve de yazıktı.
İşe girmek, çalışmak, hayat arkadaşı bulmak, evlenip çocuk dünyaya getirmek (çocuk sahibi olmak demeyin biz onların sahibi değiliz)...
Oradan oraya koşturmak. Hayatın ritmi bu olmuştu, oradan oraya koşturmanın ritmi.
Sonra bir gün ‘durun!’ dedi birileri. Yahu sakin olun.
Mindfullness, meditation, breath. Farkındalık, meditasyon, nefes.
Bunlar öne çıktı. Yalnız biz öyle bir kaptırmıştık ki, bunlar için mola verdiğimizde bile telaş vardı içimizde.
Bu downloading açıklamasını bundan sevdim ben.
İnsan gördüklerini indirmeden, konuşulanları indirmeden, yaşadıklarını indirmeden nasıl bir şey çıkarsın ortaya?
Artık ben, ‘bugünlerde ne yapıyorsun yeni şarkı, konser var mı’ diye sorulunca downloading diyorum.
İndirmiyorsam yapıyorumdur, yapmıyorsam indiriyorumdur. Oh be rahatladım.
Ekim benim ayım.
Benim dünyaya ekildiğim an.
Sonbaharın çıtır çıtır yapraklarına, çıplak ağaçların rüzgarlarına doğdum ben.
Yazın bitişinin hüznüne geldim.
Kış öncesinin sırta atılan hırkalarında ısındım.
Hem sonu taşırım içimde, hem baharı.
Evlerin akşam saatlerinde birden yanıveren ışıklarında görüyorum etrafı.
Nardan alıyorum hayatın tadını. Islak toprak kokuyorum.
Bu ay geldi mi, hesap kitap defterleri çıkıyor masanın üzerine.
Vergi memurları gelmiş gibi, dökülüyor yapılıp edilenler.
Koca bir sene daha geçti. Şükürler olsun diyorum.
Bu çılgın zamanlarda ben ve sevdiklerim sağlıklıyız.
Daha neye bakacağım ki diyorum, bundan kıymetlisi mi var?
Yine de insan soruyor doğum zamanı geldiğinde, bu sene neler oldu ne yaptım, ne yapacağım, ne yapmaktayım?
İşte bu downloading doğum günüme en büyük hediye oldu.
İndiriyorum diyorum kendime, indiriyorum diyorum soranlara.
İndirmezsem yazamam, söyleyemem, toprağımı nadasa bırakamam. İndirmezsem ağzımdan yeni bir laf, dilimden yeni bir şarkı dökülmez. Yağmurum yağmaz.
Siz de dışarıdan bir şey yapmıyor gibi göründüğünüzde, ‘indiriyorum’ deyin cevap olarak.
Vereceğiniz en dürüst cevap bu olur.
Paylaş