Bir gücün var, biliyor musun?

Geçen gün dünyaca ünlü nöropsikiyatrist yazar Daniel Siegel, Amerikan Hastanesi Code Lotus Mindfulness Merkezi davetlisi olarak, Sakıp Sabancı Müzesi The Seed’de bir etkinlik yaptı.

Haberin Devamı

Yazarın ‘Bütün Beyinli Çocuk’ olan kitabı var biliyorsunuz. İki yıldır başucumda olan bu kitabın yazarının konuşmasını dinlemek üzere sabah 9’da koltuğuma oturdum ve akşamüstü 17 sularında, başka bir Nil olarak ayağa kalkıp salondan çıktım.
Mindfulness’in Türkçesi yok. Anın içinde olmak denilebilir.
Mesela pencereden bakarsın ama baktığın falan yoktur aslında...
Bakmadığın için, yazın bu sene git gide sonbahara benzemeye başladığını görmezsin, kuşların avaz avaz sohbetlerini duymazsın, pencerenin aralığından alnındaki saçları bir anne gibi hafif geriye atan rüzgarı hissetmezsin.
Gözüne bir gözlük takmış, başka bir realitede oyun oynayan yeni yetme çocuklar gibi bir şeylerle kavga ediyorsun, bir şeylerden kaçıyorsundur.
Senin baktığın yerde koştuğun köprüler yıkılıyor, kapın hızlı hızlı çalıyordur.
Geçmişi temize çeken adamından telgraf vardır, gelecekten uyarılar getiren çirkin kuş da yine bahçendeki korkuluğa tünemiştir.
Yine ne getirdi acaba diye kaygılanırsın. Şimdi soruyorum...
Bunların hangisi senin gerçeğindir?
Oturduğun pencerenin önü mü, yoksa kafandaki pencerenin önü mü...
Daniel Siegel, bilimsel olarak da ispatlıyor ki, gerçeğin hep kafandakidir.
Minfulness, anınla dolu olmayı bilmektir, aklını bu ana getirip çakmaktır.
Yazdaki sonbahar ziyaretlerinin, kuşların dedikodularının ve rüzgardaki anne elinin farkında olmaktır.
Dediklerim sizi meraklandırdıysa, Daniel Siegel’in ‘Farkındalığın Bilimi’ kitabını okuyun.
Peki aklımız niye her an başımızda değil de, başka yerde? Bilmiyoruz.
Bazı şeyleri bilmiyoruz işte. Bilim de bilmiyor. Ama aklımızı getirip ait olduğu yere, yani başımıza koyabiliriz.
Bunu yapmanın çok basit bir yöntemi var.
Oturduğunuz yerde, sadece nefes alıp, dikkatinizin dümenine geçerek bunu yapabilirsiniz.
Peki bunun için neden uğraşayım diyeceksiniz?
Çünkü kendinin farkına vardığın, dolayısıyla değişimin de mümkün olduğu tek yer orası.
Kendine aynada bakmak gibi. Yani bir ayna olmazsa, saçının yamuk yakanın da kalkık olduğunu nasıl göreceksin değil mi?
Hadi diyelim bunu için yanındakilere güvendin.
Ya içinde olanlar?
Onların yamukluğunda sana kim haber edecek?
Kendini azıcık vakit ayırıp seyreylemek, seni bambaşka limanlara götürecekse, bir denemeye değmez mi?
İnsanın eğer isterse, duygularını ve düşüncelerini regule edebileceğini hatta bunu çocukların bile yapabildiğini anlattı.
Duygularımızın ve fikirlerimizin kaskatı kesilmiş dağlar olmadığını, seçilmiş dekorlar olduğunu bir bilim doktoru olarak göstermedi, ispat etti.
Düşüncenin de, ‘a ben de tam seni düşünüyordum sen aradın’ın da, ‘artık böyle düşünmüyorum, şimdi öyle hissetmiyorum’un da, hatta ‘bu kedinin enerjisini sevmedim’in bile ispatı var artık.
Güzelliğinden sarhoş olduğum bir bilgi oldu bu.
Stüdyolarda dev miks masaları vardır.
Bu masalarda yüzlerce düğme ve kısma açma düğmesi vardır. Bir düğmeye basarsın o kanal kapanır ve çalmaz mesela.
Mesela şarkında ud vardır.
Bir düğmeye basarsın, ud duyulmaz.
Gitarı açarsın. Sesine efekt verirsin. Miks masasında bir şarkı çok değişebilir.
Hatta o kadar değişebilir ki, başka şarkı olup geldiğine bile şahit oldum. O miks masasına benzettim Daniel Siegel’in anlattıklarını.
Düşünceyi ve ruh hallerini şarkı olarak düşündüm.
Bütün mesele miks masasının başına oturup oturmamak.
Oturdun mu, kontrol artık sende. Kanallar elinin altında.
Kıs, aç, kapat. Kendinin tek bir haline mahkum değilsin artık.
İçindeki aynada, korkmadan başını kaldırıp, direkt gözünün içine bakabilenden kork.
Düşüncelerine sarılmayıp da, seyir eylemeyi başarandan kork.
Nefesine binip, dört nala gidebilenden kork.
Onlar kendilerini binlerce kez temize çekebilecek güçte olanlar.
Ve sağlık da, mutluluk da, şükür de onlarla.

Yazarın Tüm Yazıları