Paylaş
Her birisi münafık olmuş olmaktan korkuyordu. İman ve amellerin Allah katında kabulünden endişe duyuyorlardı. Bu, ne kadar sarsıcı bir sözdür. En büyük Zat’ın ( Hz. Peygamber’in) yanında, O’nun terbiyesinde büyümüş olan bu insanların hassasiyeti, hakikaten ders vericidir. Çağımız insanına, çağımız insanlarına uyarı anlamında bundan daha etkili bir örnek sunulabilir mi, bilemiyorum. Hz. Peygamber’e en yakın olanlar münafık olmaktan endişe ediyorlar. Bizler ise, cennetin anahtarını elimizde görüyoruz. Kimseyi beğenmiyoruz. Herkesi günahkâr ve küçük görüyoruz. Kendimizi ise Hz. Peygamber’in komşuluğuna layık görüyoruz. Böyle zannediyoruz. Çünkü dini çok az biliyoruz. Az bilgimizle de kendimizi şeyhülislamlardan daha yetkili görüyoruz. Bu dediklerimi test etmek için internet sitelerinde yayınlanmış olan dini bir haberden sonraki yorumlara bakmamız yeterlidir. Aramızda icazetsiz ne kadar çok müftü olduğunu görebiliriz. Tabii ki ürkütücüdür bu manzara. Cahil cesur olur sözünün boşa söylenmediğini gösteriyor bu göstergeler.
Bilinir ki, Hz. Huzeyfe (r.a), sevgili Peygamberimizin bazı özel bilgileri kulağına fısıldadığı özel bir sahabedir. Peygamberimiz (s.a.v) cemaatinde bulunan gizli münafıkların listesini Hz. Huzeyfe’ye vermişti. Bu listeden kimsenin bilgisi yoktu. Hatta en yakınların bile. Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Ali gibi en yakınlar bile bu bilgilerden habersizdi. Huzeyfe bu bilgiyi aldığı gibi sakladı. Deşifre etmedi. Bu durumu bilen Hz. Ömer (r.a) bir gün soruyordu Hz. Huzeyfe’ye: Allah adına söyler misin? Peygamberimiz beni de münafıklardan saydı mı? Hz. Ömer (r.a) gibi zirve isim, amellerinin nifaka bulaşmasından endişe edecek kadar işi ciddiye alıyor. İslâm’ın öngördüğü “havf ve reca”, “korku ve ümit arasında” olmak budur işte. Cehennem anıldığında kendini en önde görmek, cennet anıldığında ise kendini en geride saymak duygusu.
Büyük sahabe Ebu Derda (r.a) namazdan sonra “Allah’ım! Münafık olmaktan sana sığınırım” diyor. Bunu duyan birisi soruyor: “Ey Resulullah dostu senin nifakla ne ilgin olabilir ki!” Derda (r.a) soru sahibine şöyle cevap verir: “Sakın amellerinden emin olma. Allah’a yemin ederim ki, kişi bir saat içinde fitneye uğrar ve bir anda dininden olabilir.” Peki, sahabenin korktuğu münafıklık veya nifak nedir? Müslüman’ın böyle bir tuzağa düşme ihtimali var mı? Münafıklığın iki anlamı vardır. İtikat iman açısından münafık olan; kalbinden, içinden Müslüman olmamasına rağmen dışarıya Müslüman gibi görünene verilen isimdir. Müslüman bir insanın bu kategoriyle işi olmaz.
Amelde münafık ise, ibadetine, iyilikseverliğine, Allah’a yönelişine riya, gösteriş, ikiyüzlülük ve kibir karıştıran kişi demektir. Müslüman kişiyi ürkütmesi gereken işte bu münafıklıktır. Günümüzde iki tür münafıklıktan da Allah’a sığınmalıyız. İmanımızı, samimiyetimizi ve ibadetlerimizdeki ihlâsı tatmalıyız.
Münafıklığı Hz. Peygamber şöyle özetliyor: “Dört özellik kimde bulunursa tam katışıksız münafıktır: Kendisine emanet verildiği zaman ihanet eder, konuştuğu zaman yalan söyler, söz verdiğinde sözünde durmaz, birine düşman olduğunda ilkesiz davranır.” Öyleyse iki kategoriyi de (inanç ve amel) derleyerek münafıkların genel özelliklerinden bahsedelim. Sonra her birimiz kendimizi tartıp “İnşallah bunlardan değiliz” diye de dua edelim.
Münafık kötülüğü emreder ve iyiliğe engel olur. (Tevbe, 67)
Münafık insanların namuslarını lekelemekten uzak durmaz. (Nur, 11)
Münafık kötü söz yayar. Zann ile hükmeder ve boş zannın- sözün peşinden koşar. (Hucurat, 6)
Münafık ikiyüzlüdür. İki dillidir. İki kalplidir. (Bakara, 14)
Münafık yalan söyler. Yalancılığı meslek haline getirir. Yalan yeminlerde bulunur (Münafikun, 1)
Münafık Allah’ın adını anarak yemin eder. Yüce Rabbin adını istismar aracı yapar. (Mücadele, 14, Tevbe, 74)
Münafık ahdi bozar. Sözünde durmaz. Kendince tuzak kurar ama kurduğu o tuzağa kendi düşer (Tevbe, 75)
Münafık namaz kıldığında gösteriş yapar. Allah’ı çok az zikreder. İbadetinde gösterişten uzak durmaz. (Nisa, 142)
Münafık kibir sahibidir. Bağışlanma dilemekten bile uzak durur. ( Münafikun, 5)
Münafık kalbinde olmayanı diliyle söyler. Dilinde olanı ise kalbine yerleştiremez. (Fetih, 11)
Münafık düşmanlık yaptığında zalimce davranır. İlkesizce davranır. Aşırıya gider. İnsafı terk eder. (Bakara, 178, 194, Maide, 94)
Münafık şeytanın oyununa gelir ve Allah’ın bağışlayacağı
ile kendini avundurur. Daha zamanım var diye kendini kandırır. (Hadid, 13)
Münafık yapmadığı şeylerle övünür. Önce kendini sonra çevresinde olanları kandırır. (Ali İmran, 188)
İnanıyorum ki, şu anda bu şartları okuyan hiçbir kardeşimizde bu hastalıklar yoktur. Çünkü bu hastalıklar kişiyi amelde münafıklıktan imanda münafıklığa doğru hızla sürükler. Kelime-i Şahadeti getiren hiçbir kardeşimizi bu kategoride görmeyiz inşallah.
SORALIM ÖĞRENELİM
Reenkarnasyona inanmak doğru mudur?
Cavit Sarı - İZMİR
Reenkarnasyon, yani insan öldükten sonra ruhunun başka bir bedende yeniden dünyaya gelmesi fikri eski Hint ve İran felsefesinde yer alırdı. Böyle inanılırdı. Bazı insanlarımız Bakara suresinin 28. ayetini yanlış tefsir ederek bu inancın olabileceğini savunuyorlar. Bu doğru değildir. Böyle bir inanç Kuran-ı Kerim ve hadislere ve de akla aykırıdır. İnsanın yaradılış amacı yüce Allah’ı bilmek, iyi ve kâmil bir imana varıp ahrette mükâfat görmektir. Bunun diğer karşılığı da cezadır. Ama bunlar yeniden dünyada bedenlenerek değil, ahrette olacaktır.
Görme özürlüyüm. Bu eksiklik benim günahımıdır.
Selvi Çelik - İSTANBUL
Engellilik bir ceza değildir. Ne sizin ne de ailenizin bir günahından ötürü böyle olmuş değilsiniz. Yüce Allah bizleri olgun ve kâmil bir imana, ahlaka ve kişiliğe erelim diye bu âleme gönderdi. Aslında bizleri bazı şeyleri vererek veya vermeyerek sınamaktadır. Sizinki de böyle bir sınama ve gerekirse bir nimettir. Sabreder ve güzel şeyler yaparsanız ahrette bizlerden çok daha avantajlı olacaksınız. Yani bizden bir puan önde başlayacaksınız.
Hanefiyim. Bir husuta Şafii içtihadına göre hareket edebilir miyim?
Erdem Katı - MARDİN
Kişinin kendi inandığı ekolün içtihadına göre hareket etmesi uygun olandır. Ama ciddi bir zaruret durumunda içtihatları bilen bir dinbilimcisinin, âlimin içtihadına göre, diğer bir ekole, mezhebe göre hareket edebilirsiniz.
Ayakta su içilebilir mi?
Serhat Uçan - NEVŞEHİR
Hz. Peygamber’in ayakta su içtiğini biliyoruz. Bu açıdan bir sakıncası yoktur.
İşitme ve görme engelliler dini yönden sorumlu mudurlar?
Ahmet Cengiz - BURSA
Kişi ne ile yükümlü olduğunu bilmeden dinen yükümlü sayılmaz. Bunu bilenler yükümlü olur, bilmeyenler yükümlü sayılmazlar. Bu da işitme ve görme engellinin durumuna göre değişir. Zira hepsi aynı durumda değildir.
Paylaş