Kutsala saygısızlık ’fitne’dir!

BİLİNDİĞİ gibi Batılı bir politikacı, Kuran-ı Kerim’i ve İslam’ı hedef alan bir film yaptırdı. Benzeri faaliyetler zaman zaman görülüyor. Aslında tahrikçi, küçük düşürücü, art niyetli ve rahatsız edici bu tavrın ardında hem siyasal amaç hem de dinsel güdüler var.

Avrupa’daki Müslümanların eğitim, siyaset ve ticaret alanındaki başarıları, etkinliklerinin artması, her şeye rağmen dinlerini, dillerini ve kimliklerini unutmamaları, Batı’daki bazı klikleri rahatsız etmektedir. O ülkelerin vatandaşları arasında da İslam’ı kabul eden nitelikli isimler günden güne artmakta. İslam’la ilgili bütün yanlı ve yanlış değerlendirmeler bu korku ve telaşın bir neticesidir.

* * *

Belki yaşanan değil ama kitaplardaki muhteşem İslam, uzun gelecekte birilerinin uykusunu kaçırmakta. Hiçbir din ve felsefe, İslam kadar güçlü bir miras bırakmamıştır. Bozulmamış bir miras. Doğru anlaşıldığında ölüleri bile diriltecek bir felsefe.

Fitne filmi ve benzerlerini böyle değerlendirmek lazım. Akılla, sağduyuyla, endişe ve tahriklere kapılmadan, fitneye gelmeden, fitnecilere uymadan, kendimizden emin bir bakışla değerlendirmeliyiz. Bu tür saldırgan çalışmalar bizim metanetimizi kaybederek sokağa inmemizi ve haksız duruma düşmemizi hedeflemektedir. Bu oyuna gelmemek lazım. Peki, o zaman her saygısızlığa karşı susup hakaretleri kabul mü edelim? Elbette ki hayır. Bizler bu hadiselerden kendimize pratik dersler çıkaralım. Dilerseniz sesli düşünelim:

Kuran-ı Kerim açıktır. Mekke’de mazlum Müslümanların meşru müdafaasına bile izin vermeye yanaşmayan Kuran, Medine’de ölçülü karşılığa onay vermiştir. Ancak Müslümanların şehri, haremi, iffeti saldırıya uğradığında karşılık verebilme müsaadesi vermiştir. Aşırı gitmemek koşuluyla "Onlar barışa yanaşırlarsa sen de yanaş" (Enfal, 61) diyerek. Peki, bu asil kitaba dil uzatanlar, ne istiyorlar Kuran-ı Kerim’den.

Kuran-ı Kerim, Ey Müslümanlar, size savaş açanlara kırmızı halı sererek vatanınızı teslim edin mi diyecekti. Bu mu isteniyor? Hangi kültür, hangi felsefe bunu söyler veya söylemiştir. Yıllarca Haçlı seferleri düzenleyenler bunu mu söylediler? Yoksa güçlü olduklarında hep talan mı ettiler? Bizim amacımız tabii ki eski defterleri açmak değil, insafa davettir. Kuran bir ahlak, rahmet ve barış kitabıdır:

"Onlar öfkelendikleri zaman bile affederler (Şûra, 37); "(Müslümanlar) affetsinler, hoşgörülü olsunlar, Allah’ın sizi bağışlamasını istemez misiniz?" (En-Nur, 22) "Af yolunu tut, iyiliği emret" (El-Araf,199); "(O takvalı Müslümanlar ki) öfkelerini yenerler ve insanları affederler" (Ali İmran, 133-134); "İyilikle kötülük bir olmaz, sen (kötülüğü) en güzel bir tutumla karşıla" (Fussilet, 34).

Daha binlerce örnek verebiliriz Kuran’ın káinat bakışına. Kuran-ı Kerim’in sicili temizdir. Bakışı temizdir. Sayfaları temizdir. İnsan eliyle oynanmamıştır. Bir ırk kitabı değildir. Rahmet ve ümit kitabıdır. Rabbimizin kelamıdır. Bu dinin Peygamberi de hayatı boyunca sadece affetmiştir. Sizin veya başkasının affetmeyeceğini affetmiştir. Çölde uyurken kılıcını sıyırıp kendisini öldürmek için başına dikilen müşrik Arap silahşorunu affetti. Kendisine ölüm sihri yapan sihirbazı affetti. Hayber’de kendisine "zehirli et" yediren Yahudi kadını affetti. Kızı Zeynep’in ölümüne sebep olan katili affetti. Bedir’deki savaş esirlerini affetti. Bedir esirlerinin elleri çözülüp yemekler yedirilmeyinceye kadar uyumadı. Uyuyamadı. Kendisine kahır sunan Mekkelileri affetti. Amcasının katilini affetti. Yakasını tutup hesap soran sorumsuz adamı affetti. Listeyi uzatabiliriz. Rahmet sunan bir vahiy, affeden bir elçi...

Peki, diğer dinlerin kitaplarındaki acımasızlık ve savaş sözcüklerini ne yapacağız? Hiçbir şey. Zira bizim imanımız hesap sorma kültürü üzerine kurulmamış, tam aksine kötülüğü görmeme ama doğruya davet etme ahlakına endekslenmiştir. Onun için kalemimizde bütün peygamberlere iman ve şefkat, kitaplarına da -bugünkü haliyle de- ancak anlayış görürsünüz. Biz Müslümanlar böyleyiz. Hücrelerimiz bu edep üzerine şifrelenmiştir. Bilmeyenlere Kuran’ın deyimiyle "Cahiller onlara sataştıklarında, selametle derler" (Furkan, 63) deriz.

Bu yazı elbette ki bir müdafaa yazısı değildir. İslam’ın buna ihtiyacı yoktur. Hiçbir zaman da olmamıştır. Ama bu sağlıklı düşünebilen ve bu çirkinliklerden rahatsız olan, sayılarının da çok olduğunu bildiğim Batılı makul insanlara bir çağrıdır. Çirkinliklere bizden önce onlar engel olmalılar. Çünkü biz, bizim toprağımızda, Hz. İsa’ya, Hıristiyan din adamlarına veya kiliselerine karşı yapılacak her saldırının karşısında olduk. Olacağız da. Batı insanından da bunu bekleriz tabii ki. Batılılar da şunu bilmeliler ki İslam’a karşı her saygısızlık Allah’ın kulu ve resulü olan Hz. İsa’yı üzer ve mahcup eder.

* * *

Peki, bütün bu karalamalarda Müslümanların suçu ve sorumluluğu yok mu? Ben sorayım, bir özeleştiri yapayım o zaman, hep suçu başkasında arayan bizlere. Dünya Müslümanları neden Batı dünyasının önünde değiller? Neden birçok İslam ülkesi hálá aşiret mantığıyla yönetilmektedir. Neden Müslüman toplumlar fakirliğe ve kavgaya mahkûm ediliyorlar. İslam’ın aydınlığıyla bu dine mensuplar arasındaki açı neden bu kadar derin. Birileri bizi yanlış tanıyor veya tanıtıyorsa bunda bizim hiç mi suçumuz yok? Kendimizi tanıtabilmek için ne yaptık bugüne kadar. Hangi bilimsel ve sosyolojik tahlil yaptık.

Ülkelerimiz neden başka ülkelerden daha mamur değil? Biz daha iyisini hak etmiyor muyuz? Halkı Müslüman ülkeler olarak, ekonomimiz, siyasal gücümüz ve itibarımız güçlü olsaydı bu karalamalar yapılabilir miydi? Kimse bunun suçunu yeryüzünün en asil ve mantıklı dininde aramasın. Herkes ellerine baksın, ne ürettiğine.

SORALIM ÖĞRENELİM

Yurtdışında uzun süre kalan bir kişi, evine dönüp eşine kavuşunca nikáh tazelemesi gerekir mi?

Dursun ALP/AMASYA

Nikáh tazelemenin gerektiği durumlar şunlardır:

1- Dinden çıkıp tekrar İslam’a girince, 2- Bain talakla boşama durumunda. Bu itibarla, bir kimsenin eşinden uzun süre ayrı kalması sebebiyle nikáhı bozulmaz ve eşinin yanına döndüğünde yeniden nikáh yapılması gerekmez.

Kayınpeder ve kayınvalideme bakmak zorunluluğum var mıdır?

Nuray KUŞ/HATAY

Onlar sizin babanız ve anneniz gibiler. Hem dinen hem de örfen onlara sevgi göstermek ve yardımcı olmak tabii ki görevinizdir. İnsanlık da bunu gerektirir. Eşinizin de sizin baba ve annenize aynı ölçüde ilgi göstermesi ve yardımcı olması gerekir.

Eşim, babam ve anneme gitmeme engel oluyor. Beni dinlemekle yükümlüsün, gidemezsin diyor. Bu doğru mu?

Elif YÜCE/BURSA

Eşiniz Allah’ı dinlemekle yükümlü. Yüce Rabbimiz aileyle ilişkiyi kesmeyi yasaklamıyor mu? Eşinizin sizden bunu isteme hakkı yoktur. Böyle bir istek, İslam’ın temeline aykırıdır.
Yazarın Tüm Yazıları