Paylaş
Kılıç; yaralar, öldürür.
Soğuktur.
Adı da, görüntüsü de ürkütücüdür.
Birine zafer kazandırırken ötekisini yok eder.
Ortadan kaldırır.
Sahibine bir gün zafer, bir gün hezimet hazırlar.
Nitekim kılıçla gelen kılıçla gitmiştir.
Kılıç kullanılmamalıdır, zora girilmedikçe çekilmemelidir.
Çekilince de zulüm, işkence, ihanet, adaletsizlik, baskı ve hüsran getirmemeli, rakibi küçültmemelidir.
* * *
İslam, kılıçla kabulü insani değil, siyasi görür.
Kılıç yerine sözü seçer.
"Kılıcın alternatifi söz olmalıdır" der.
"Dinde zorlama yoktur" buyurur. "(Muhammed) Sen onlar üzerinde baskı kurucu değilsin" buyurur.
Tabii ki İslam’ın nihai hedefi; herkesin Kuran-ı Kerim’i ve Hz. Muhammed’i (SAV) anlaması ve aralarında sevgi üzerine planlanmış merhamet dünyası kurmalarıdır. Ama bunu kılıçla değil sözle, hikmetle, akılla, vicdanla gerçekleştirmek ister.
Bu, İslam’ın kılıcı tamamen yasakladığı anlamına gelmez tabii ki. Zorlanınca ve başka çare kalmayınca...
Çünkü İslam vahyi öldürmek için değil, yaşatmak için peygamberin yüreğine ayet ayet inmiştir.
Zulmün yanında durmamış, zalime karşı mazlumun yanında olmuştur.
Suç görmedikçe ceza vermemiştir.
Suçu ve suçluyu ayırmıştır. Tehlikeli gördüğünü, suçu sabit olmadıkça bertaraf etmemiştir.
Belki bedelini de pahalıya ödemiştir bu insani duygunun.
Mihrap’ta şehit edilen halife Hz. Ömer ile camide şehit olan halife Hz. Ali dileselerdi öyle bir tahakküm uygularlardı ki, az çok tanıdıkları katilleri nefes alamazdı. Ama öyle yapmadılar, belki de ilkeleri uğruna çok şey yapabilecekleri yaşta "teröre kurban" gitmeyi bile göze aldılar.
Evinde muhasara altına alınan Hz. Osman’ın kendisini korumak için silahlanmış Hz. Ali ile etrafındakilere, "Kılıçları kınına koyun. Peygamberin şehrinde kılıç sesi duymak istemiyorum" sözlerini fısıldaması ve netice Kuran üzerinde şehit edilmesi başka neyle izah edilebilir.
Tarih boyunca İslam alimleri savaşlara teşvik eden taraf olmamıştır.
Bu nedenle din alimleri savaş halinde bile en güçlü sultanların bileklerine yapışıp "Zulmetme, gayrimüslim bile olsa aşırı gitme, atacağın adımı hesap et, bir hesap sorucu var ahirette, sana da sorar" anlamına gelecek sözlerle dengelemişlerdir, çekilen kılıçla konuşan dilin arasını.
Söz sahibinin, kılıç sahibinden farklı olması gerekmez mi?
Kitap erbabı; affeden, merhamet eden, hatayı söyleyen, ürkütmeyen, ürkmeyen, adaletten ve dengeden ayrılmayan olmalı değil mi?
Papa II. Urbanus’un 18-28 Kasım 1095’te başlattığı, 1096’da Pierre L’Ermitte’in İstanbul’a kadar uzattığı ve yüzyıllar süren "Haçlı Seferleri" siyasi otoriteden çok Hıristiyan din bilginlerinin ideolojik saldırısı değil mi?
Ve ta I. Dünya Harbi’ne kadar uzamamış mıdır? Bu cümleler tarihi yeniden deşmek ve kurcalamak için değil, farkı ifade etmek için kaleme alınmıştır.
Diğer yandan Hacı Bayramı Veli’nin, Mevláná’ların, Yunus’ların, Edebali’lerin, Gürani’lerin, Muhyiddini Arabi’lerin, Hallac’ların, Beyazıd’ların temsil ettikleri insani felsefeye ve irşada bakınız.
Ellerinden gelse inen kılıca kesilme pahasına parmaklarını uzatacaklardı. "Yarabbi vücudumu o kadar büyüt ki cehennemde benden başkasına yer kalmasın" diyen melekleşmiş bir felsefe.
* * *
Hz. Peygamber Bedir’i, Uhud’u, Huneyn’i, Hendek’i yaşadıysa, dilin ve kalemin kırıldığı yerde, kahır ve zulüm sunmayan bir kılıca müsaade etmiştir.
Ötesi yok.
Ötesinde kılıç kullanan askerine, "Sakın düşmanınızın yüzüne vurmayın, çirkinleştirmeyin" diyebilecek bir insanlık vardı.
Kardinal külahı görmektense Osmanlı sarığını görmek istemedikçe Konstantiniyeli, Fatih İstanbul’da olmamıştı.
Aslında Fatih’in Bizans’a ihtiyacı yoktu, Bizans’ın Fatih’e ihtiyacı vardı. Fethe hiç böyle bakabildik mi?
Fethin yıldönümünde Fatih’in insanları ile kendimizi kıyaslayalım mı?
Arkadaşım henüz siftahını yapmadı, ikinci malzemeyi ondan al diyen insanını, komşusunun hakkını kendi hakkından önce savunan Fatih döneminin insanını ve nereden gelirse gelsin yeter ki gelsin diyen, menfaat için her şeyi meşru gören Makyavelleşmiş bugünkü dünya insanını...SORALIM ÖĞRENELİM
Kaza namazlarım var. Nafile namazları ve vakit sünnetlerini kılamayacağım söyleniyor. Doğru mu?
Cenap AYICI/KAHRAMANMARAŞ
Kazaya kalmış namazların kazasıyla meşgul olmak, nafile namaz kılmaktan daha önemli ve önceliklidir. Ancak vakit namazlarıyla birlikte kılınan düzenli nafileler (revatib sünnetler) bunun dışındadır. Bu nedenle bu tür sünnetleri terk etmeyiniz.
Sünnetler, ahirette kılınamayan farz namazların yerine geçer mi?
Rıfat KÖZLÜ/SAMSUN
Evet, böyle hadisler var. Peygamberimizin bazı hadislerinde kulun mahşerde hesaba çekilmesi esnasında eksik farz namazlarının nafilelerle tamamlanacağı beyan edilmiştir. (Tirmizi, Salat 305; Nesai, Salat 9)
Gelinim, torunlarımı bana göstermiyor. Bu reva mıdır, Allah bunu kabul eder mi?
Ş. Duman/İSTANBUL
Gerekçe ne olursa olsun gelininizin böyle bir hakkı yoktur. Dünyanın en güzel nimeti olan evlatlarınızı, torunlarınızı, kimse sizden kaçırmamalı, mahrum etmemeli. Bu zulümdür, günahtır.
Boşandığım eşim, aile sırlarımızı akrabalarıyla paylaşıyor. Bu meşru mudur?
Z. Çelik/İZMİR
Peygamberimiz en kötü ve hain insanı tarif ederken "Eşiyle olan gizli hallerini sabahleyin ortalığa fısıldayan adamdır" der. Bu iki taraf için de geçerlidir. Evlilik bitebilir. Ama insanlık ve onurluluk bitmemelidir.
Eşler birbirlerine verdikleri hediyeleri sonra bozuştuklarında geri isteyebilirler mi?
Ahmet YILMAZ/MARDİN
Eşler nikáh öncesi veya ayrıldıktan sonra değil de, nikáhlı iken birbirlerine vermiş oldukları hediyelerden dönemezler. Ama damadın (veya gelinin) akrabaları, vermiş oldukları hediyeden (hoş olmamakla beraber) dönebilirler.
Paylaş