Paylaş
Karşınızda biri var ve şöyle diyor: Fatih Sultan Mehmet diye biri yaşamamıştır, yoktur böyle biri. Siz bin dereden su getiriyorsunuz. İstanbul’un fethinden, surlardan, Fatih hakkında konuşulanlardan, yazılardan, kanunnamelerden, hatta Fatih’in yabancı ressamca yapılmış portresinden bahsediyorsunuz ama nafile. O, ben onu görmedim. Ben görmediğime inanmam diye tutturuyor. Siz bu sefer tevatür kavramından, Fatih’in döneminde onu görmüş yüz binlerin görmeyenlere anlattığından ve bu sürecin asırlardır dilden dile aktarıldığından bahsediyorsunuz. Ama yine de nafile. O bir defa “yok” demeye endekslemiş kendini. Biraz ileriye gittiğinde Napolyon da, Deckartes da, Kant da, İbn-i Sina da, Hz. İbrahim de (as) yaşamamıştır aslında diyor. Ona göre bugün gördüklerinin dışında hiçbir şey doğru değil. Tarih diye bir şey de yok. Hepsi uydurma. Ya şu Mısır’daki piramitler, ya Eyfel Kulesi, ya Sultanahmet Camii. Bunlar da mı doğru değil. Ona göre onlar da kendi kendine oluşmuş veya tabiat yaratmış veya ilk canlılar gibi tesadüfen oluşmuş işte.
İnkârın ve inkârcılığın insafı ve makul bir çizgisi yoktur. Bundan ötürü; “Ben Yüce Allah’ın varlığını yüz delille ispat edeceğim” diyen birine felsefeyi en üst düzeyde kullanmış istidlal mantığının bir dehası olan İmam Gazali:
“Demek ki sen yüz defa şüphe ediyorsun. Allah’ın varlığının en büyük delili ortadadır. Kâinattır, evrendir. Her bir zerresi O’nun varlığına işarettir. Sen hangi delilin peşindesin” diyerek mantığa-akla mahkûm olma ile iman etme arasındaki farka işaret eder. Bunun için Kuran; Allah’a, ahrete, cennet ve cehenneme tanıklık değil yakınlık ve imanı ister. Aynel, ilmel, hakkal yakin farklı şeylerdir zira.
Kuran-ı Kerim, Hz. İbrahim’in kavmini hidayete çağırırken geçirdiği evreden bahseder. Putlara tapan, güce secde eden ilkel bir kavmi düz mantıkla imana çağıran bir süreci işletir Hz. İbrahim. Önce gökteki yıldızlara işaret eder; “Bu benim Rabbimdir” diyerek. Sonra Ay çıkınca “Bu daha belirgin, işte benim Rabbimdir” der. Daha sonra sabaha erişince ve Güneş, yıldızları ve Ay’ı bastırınca “İşte bu benim Rabbimdir. Ben batanları sevmem” der (En’am 74-82). Aslında bu Hz. İbrahim’in hidayeti yakalama yolculuğu değildir. Hz. İbrahim (as) salt mantığıyla ilahını yakalamaya çalışan, aklının ermediğine iman etmeyen bir insanın acziyetinin profiline işaret eder. Tıpkı, tapındıkları puthanedeki küçük putları kırıp, baltayı en büyük putun boynuna astığı gün gibi. “Şu genç -İbrahim- yapmıştır” diye kendisine doğru hışımla yürüyenlere:
“Bana niye soruyorsunuz. Şu en büyük olanına sorsanız ya, belki o parçalamıştır onları” cevabını verir. Birbirlerine bakınırlar; “Ama onun gücü ötekilerini kırmaya yetmez ki. Onun diğer putlardan ne farkı var ki!..” Aklı erenleri böyle söylenmeye başlarlar. Fıtrat nefsi aşıp devreye girer bir an.
Hz. İbrahim (as) çağdaş insanın beyin anaforuna hitap eder burada. “Ben batanları sevmem” derken ve yıldızlar ile Ay’ı ilahlık makamından yere indirip akılları güneşe odaklarken onun da biraz sonra batacağına işaret etmiyor muydu? Tıpkı küçük putları kırmaktan aciz, kendisini töhmette bulundurandan hesap sorabilmekten, hatta boynuna takılan baltayı indirmekten aciz ama buna rağmen tapılan puthanedeki en büyük put gibi.
Aslında çağdaş insan Tanrı’yı -veya Allah’ı- tartışmıyor. Allah’ın ilahi kitaplarda önlerine koyduğu köşe taşlarını yıkmaya çabalıyor. Allah’tan kaçıyor. Zira sorumluluk veya hakikatle ve ötesindeki sorumlulukla yüzleşmek ağır geliyor. O diyor ki beni yarattın ama işime de karışıyorsun. Beni yarat ve köşende otur, ne bir şey iste ne de isteklerimi reddet. Çağdaş insan böyle bir Rabb istiyor. O, dün tahtadan, helvadan yonttuğu gibi, yapay, GDO karıştırılmış yani genleriyle oynanmış hormonlu bir ilah peşinde. Onun istediği ilah zinasına, para kazanma ve harcama yoluna, nasıl yaşayacağına velhasıl kendisini taciz edecek hiçbir şeye karışmasın. Tıpkı eski Yunan ilahları gibi magazinsel bir tanrı (haşa) peşinde.
Çağdaş Batılının bir kısmının -daha doğrusu ateist olanlarının- problemi budur. Varlık veya yokluk değil. Sınırların çizilmesidir. Çağdaş başkaldırı ile Allah’ın tanımlamalarından, emir ve yasaklarından firar ederek kendilerince Tanrı’ya bir kostüm biçiyorlar.
Aslında tümden reddetmek işlerine gelmiyor. Zira tesadüf -kendi kendine oluşma-, aniden olma, şuursuzca başlama, hatta bir patlamayla oluşma -bing bang- gibi kaçak yorumlar varlığı izahta zorlanınca; enerji, meçhul güç, ilah, rab, tabiat kurtarıcı bir rahatlama vesilesi olabiliyor. Ötesi ise rahatsız edici. Allah özgürlükleri kısıtlayınca yani özel hayata müdahale edince çok da sempatik olmuyor onlarca. Öyle ise O’ndan kurtulmak lazım. Yetkileri alınmış bir ilah niye olmasın.
İnsanlık ilk darbeyi kadim tarihte kendince kutsal kitaplarla oynayarak yaptı. Kuran-ı Kerim’in tarifiyle “Kelimeleri yerinden oynatarak, bozarak” vahiyle oynadılar. Kutsal metinleri heva ve heveslerine mahkûm ettiler. Helal ve haramlara standart çizdiler. Ulûhiyete, beşeriyet kattılar. Kendilerince tapındılar ama Yüce Yaratıcı’nın dilediği gibi değil, kendi arzu ettikleri gibi.
Şimdi ise son darbeyi vuracaklar kendilerince. Yani işi kökten çözecekler belki. Kutsal metinlerle oynamak yerine kutsal metinleri göndereni yerinden oynatarak. Yani Yüce Rabbi iskat etmek. Yüce Rabb’in makamına göz dikerek. İşin özeti ve fısıldanmayan noktası budur bence.
Beyhude. Boş çaba. Bugün bunu tartışanlar yarın olmayacaklar. Varlığı var olanlara muhtaç olmayan ise sadece burada değil, istesek de istemesek de konuk edileceğimiz öteki âlemde de yine var olacak.
Bütün bu tartışmalarda ancak şu makul olabilir. Evreni ve yaratıcısını tanımaya çalışmak. Buna bin kez evet.
SORALIM / ÖĞRENELİM
Taksitli kurban almak caiz midir?
Selim KATİP/VAN
Fiyat belli olduktan sonra taksitli kurban almakta sakınca yoktur.
Kanguru eti yenir mi?
Seçil GÖLCÜ/AVUSTRALYA
Bazı çağdaş âlimler kanguru eti için tereddüt ifade etmişlerdir. Haram veya helal olması noktasında fetva vermemişlerdir. Ancak yaptığımız incelemelere göre kanguru etinin yenmesinde bir sakınca yoktur.
Paylaş