-Peygamber olduğunu, gökten haber aldığını söylen, şu adamın yanına git; onu izle takip et, sözlerini dinle, kendisiyle konuş. Neyin nesi olduğunu öğrenip sonra buraya gel!
Kardeşim Mekke’ye gitti, onu dinledi, sonra dönüp geri geldi. Ben:
-Anlat bakalım onun hakkında neler öğrendin? Dedim.
Onun iyi şeyleri emrettiğini, kötü şeylerden sakındırdığını, ama sözlerinin daha önce duyduğu şiirlere hiç benzemediğini söyledi. Bütün bu açıklamalar merakımı giderememiş hatta merakım artmıştı.
Azık torbamla eline bir sopa aldım ve Mekke’nin yolunu tuttum. Peygamber olduğunu söyleyen şahsı tanımıyordum. Onu bir başkasına sormak da istemiyordum. Çünkü Mekke’yi tanımıyordum. Zemzemi içip Kâbe’de kalmaya başladım. Bir gece yanıma Ebu Talib’in oğlu Ali geldi ve:
-Sen yabancısın galiba, dedi.
-Evet, öyleyim dedim.
-Haydi, bize gidelim dedi ve onunla birlikte kalkıp gittik. Ne o bana bir şey sordu, ne ben ona bir şey söyledim.
Hz. Amr ibni As ölüm döşeğindeyken yanına gittik. Yüzünü duvara döndü, uzun uzun ağladı. Bunun üzerin oğlu Abdullah:
-Babacığım! Ölümden korktuğun için mi ağlıyorsun? diye sordu. Amr ibni As (ra):
-Hayır, vallahi ölüm sonrasının korkusundan ağlamıyorum, dedi. O zaman Abdullah:
-Babacığım, sen hayırlı işler yaptın. Sen Resulullah (sav) sohbetinde bulunmadın mı?
Onun valiliğini yapmadın mı?
O sana şu müjdeyi vermedi mi?
Suriye’yi sen fethetmedin mi? diye özelliklerini tek tek saymaya başladı. O zaman Amr ibni As yüzünü bize döndü ve şunları söyledi:
-Ahiret için hazırladığımız en değerli azık “La ilahe illallah Muhammedin Rasulullah”
Bir gün Peygamberimizin (sav) mescidindeydim. Peygamber Efendimiz (sav):
-Ey Kadınlar! Süs eşyanızdan bile olsa sadaka veriniz, buyurdu.
Bunu duydum. Ben ise zaten kocama ve kardeşimin yetimlerine yardım ederdim. Resulü Ekrem’in bu emrini duyunca, kocam Allah ibni Mesut’a dedim ki:
-Sen eli dar, fakir bir adamsın. Peygamber Efendimiz (sav) bize sadaka vermemizi emretti. Ona git de bir soruver. Sadakamı sana ve kardeşimin yetimlerine vermekle bu emri yerine getiriyor muyum? Getiriyorsan ne iyi, de?ilse başkasına yardım edeyim, dedim. Abdullah:
-Git kendin sor, deyince ben de gittim.
Hz. Peygamberin (sav) kapısına vardım. Baktım ki Ensardan Zeynep adlı bir kadının da orada bekledi?i gördüm. Me?er onun derdi de benimkinin aynıymış.
Peygamber Efendimizin (sav) huzuruna girmeye de çok çekinirdik. Rahatsız etmekten utanırdık. O sırada içeriden Hz. Bilal çıktı. Ona şöyle dedik:
-Hz. Peygambere git de, kapıda iki kadın bekliyor, kocalarıyla kendi yetimlerine verecekleri sadakanın kabul olup olmadı?ını soruyorlar, de. Ama bizim kim oldu?umuzu da söyleme! dedik.
Bir gün Resulü Erkek sallallahu aleyhi ve selem, Hz. İbrahim (as) hakkındaki şu ayeti okudu:
“Rabbim! Bu putlar insanların çoğunu yoldan çıkardılar. Artık kim bana uyarsa bendendir; kim de bana karşı gelirse, elbette Sen çok bağışlayan, koruyup gözetensin.” (İbrahim 14/36)
Ardından Hz. İsa’nın (as) Kur’an’daki şu sözlerini söyledi:
“Onlara azab edersen, onlar zaten Senin kullarındır. Eğer onları bağışlarsan, elbette Sen güç ve kudret sahibi, her şeyi yerli yerince yapansın.” (el-Maide 5/118)
Daha sonra Peygamber Efendimiz (sav) ellerin açtı:
“Allah’ım, ümmetimi koru, ümmetime acı!” diye dua etti ve ağladı.
Bunun üzerine Allah-u Teâlâ Hz. Peygamberin neden ağladığını bilse de sırf Peygamberinin dilinden duyulsun diye Cebrail’e emretti.
-Cibril (as) git Muhammed’e ve niçin ağladığını sor, buyurdu.