Nihat Hatipoğlu

Evet, işte ben de böyle emrolundum!

2 Eylül 2009
BİR gün bir adam Hz. Peygamber Efendimize gelerek bazı şeyler istedi. Allah Resulü (sav): -Yanımda sana vereceğim bir şey yok, git benim adıma satın al, mal geldiğinde öderim, dedi.

Fahri Kâinat Efendimizin (sav) sıkıntıya girmesine gönlü razı olmayan Ömer (ra):

-Ya Rasulullah! Yanında varsa verirsin, yoksa Allah Sen’i gücünün yetmeyeceği şeyle mükellef kılmamıştır. Neden kendini sıkıntıya sokuyorsun, dedi.

Allah Rasulü’nün (sav) Hz. Ömer’in (ra) bu sözünden hoşnut olmadığı mübarek yüzlerinden belli oldu. Bunun üzerine Ensar’dan bir zat (Bu kişinin Hz. Bilal (ra) olduğu söylenir):

-Anam babam sana feda olsun Ya Rasulullah! Ver! Arş’ın sahibi azaltır diye korkma, dedi.

Bu sahabenin sözleri Efendimizin (sav) çok hoşuna gitti. Tebessüm ederek:

-Ben de bununla emrolundum, buyurdular.

Rasulullah (sav) Efendimiz o kadar cömertti ki elinde bir şey olmadığı zaman borç alarak infak ederdi. Eldekini paylaşmak kolay belki. Ya olmayanı bulup buluşturup vermek. Bu ne kadar zor değil mi?
Yazının Devamını Oku

Mehmet Âkif’in kaleminden Sudanlı genç

1 Eylül 2009
İSTİKLAL şairimiz merhum Mehmet Âkif, hayatının son günlerinde tüm ıslam coğrafyasını dolaşmaya çalışır. Resulü Ekrem’e duyduğu sevgiden dolayı o kutsal beldelerde dolaşır durur. Mısır’dan Suriye’ye ve oradan da Medine’ye gider; Müslümanların dertleriyle dertlenir, ıstırap duyar. Bir gün Medine’dedir. Peygamberimizin kabrinin huzurunda. Orada müthiş bir hadiseye şahit olur.

Ravda-i Tahire’nin yanı başında duruyordum ki, birdenbire bir ses yükseldi:

-Ya Nebi! şu halime bak, diyordu bu ses. Sağıma döndüğüm zaman parmaklıklar üzerine abanmış bir Sudanlı gördüm. Kendi kendine Efendimize (sav) şunları söylüyordu:

-Nasıl ki çöle güneş vurduğu zaman bağrı yanar, ben de senin hicranınla senelerce yandıkça yandım Ya Rasulullah! Senelerce arzu ettiğim halde, harem-i pakine gelip başımı ayaklarının dibine koymayı düşündüğüm halde, memleketim, evladı iyalim karşıma çıktı, bu ziyaretimi geciktirdi. Nihayet hepsini yıktım, çevremi terk ettim. Sudan diyarından ayrıldım, Tihame Çölü diye üç çölü teptim durdum. Senin çölün diye...

Senin çölünde gezerken burcu burcu senin kokunu duydum. Eğer senin kokun imdada yetişmeseydi ben bu yolu kat edemezdim Ya Rasulullah! Elli üç yaşına kadar senin hicranının azabını sinemde taşıdım, yanına geldiğim zaman şu başımı çarptığım demir kafes de nedir Ya Rasulullah!

Hâlâ vuslat olmayacak mı? Tihame Çölü’nü kat ettim gözlerime uyku girmedi. Arzu edersen yıldızlara sor. Sor ki şu üç aylık zaman içinde bu gözler bir kere uyudu mu? Uyumadı diyecekler Ya Rasulullah! Derdimi geceye döktüm Ya Rasulullah! Nihayet huzuruna geldim.

Resulü Ekrem’in (sav) kabrinin parmaklıklarından tutan bu aşık, son sözlerini söylerken bitkinleşmiştir, titremektedir. Akif şöyle bitiriyor:

Kısa bir sessizlikten sonra adam şöyle diyordu:
- Şu kadar mesafeyi geçip huzuruna geldim, bu hasta gönlümü bir daha ayak ucundan ayırma Ya Rasulullah! Tahammülüm yoktur artık senin ayrılığına.

Sonra bir sessizlik oldu, bir “ah” feryadı duydum. Döndüğüm zaman parmaklıkların dibine yıkılıp gitmişti. Sudanlı gözlerini kapatıyordu bu âleme. Birkaç dakika sonra da bir iki ölü yıkayıcısı ve bir iki taşıyıcı geldi. Cennetül Baki’ye kaldırdılar mübarek cenazesini. Fakat ruhu muhtemelen Ravda-i Tahire’nin parmaklıklarına takılıp kalmıştı. Resulullah’a (sav) yürekten aşık olan bu genç:

“Artık bu hasta gönlümü hak-i payinden ayırma Ya Rasulullah!” diyordu.
Yazının Devamını Oku

Kadere iman etmek üzerine

31 Ağustos 2009
ASHABI kiramdan Hz. Ubabe bin Samit (ra)’ın oğlu Velid anlatıyor: Babam Rasulullah’ın (sav) arkadaşlarındandı. Babamın hastalığı sırasında yanına girmiştim. Vefat etmek üzere olduğunu tahmin ediyordum. 

-Babacığım! dedim.

-Bana vasiyetini bildir. Ne söylemek istersen söyle. Babam:

-Beni oturtun, dedi. Biz onu oturttuk. Bunun üzerine şöyle söylemeye başladı:

-Yavrum! Kadere, hayır ve şerrin Allah’tan olduğuna iman etmedikçe, imanın gerçek tadını alamazsın. Allah’ı da gerektiği şekilde bilemezsin, dedi. Ben:

-Babacığım, kaderin hayrını şerrinden nasıl ayırt edebilirim? diye sordum. Babam:

-Oğlum. şunu kesinlikle bilmelisin. Allah’ın senin hakkında yazmadığı bir şey asla başına gelmez. Allah’ın senin hakkında yazdığı bir şey de mutlaka seni bulur. (Sen tedbirini al. Ama sana rağmen senin gücünün yetmediği şeylerle karşılaşabilirsin.)

-Oğlum. Ben Peygamber Efendimizin (sav) şöyle buyurduğunu kulaklarımla duydum:

-Allah’ın ilk yarattığı şey kalemdir. Sonra Allahü Teala kaleme ‘Yaz’ buyurdu. Kalem ‘Neyi yazayım, Ya Rabbi?’ deyince de: Kıyamete kadar olacak her şeyin kaderini yaz, buyurdu. Kalem de o andan kıyamete kadar olacak her şeyi yazdı.

-Bak, oğlum!

Bunun böyle olduğuna iman etmeden ölürsen, cehenneme girersin. Çünkü Peygamber Efendimiz (sav):

-İmanın böyle olduğuna iman etmeden ölen kimse benden değildir, buyurdu.
Yazının Devamını Oku

Hz. Ebu Zer nasıl iman etti ?

30 Ağustos 2009
O nasıl Müslüman olduğunu şöyle anlatır:<br><br>Gıfar kabilesinde yaşayan bir adamdım. Bir gün Mekke’de bir adamın çıktığını duyduk. Kardeşime dedim ki:

-Peygamber olduğunu, gökten haber aldığını söylen, şu adamın yanına git; onu izle takip et, sözlerini dinle, kendisiyle konuş. Neyin nesi olduğunu öğrenip sonra buraya gel!

Kardeşim Mekke’ye gitti, onu dinledi, sonra dönüp geri geldi. Ben:

-Anlat bakalım onun hakkında neler öğrendin? Dedim.

Onun iyi şeyleri emrettiğini, kötü şeylerden sakındırdığını, ama sözlerinin daha önce duyduğu şiirlere hiç benzemediğini söyledi. Bütün bu açıklamalar merakımı giderememiş hatta merakım artmıştı.

Azık torbamla eline bir sopa aldım ve Mekke’nin yolunu tuttum. Peygamber olduğunu söyleyen şahsı tanımıyordum. Onu bir başkasına sormak da istemiyordum. Çünkü Mekke’yi tanımıyordum. Zemzemi içip Kâbe’de kalmaya başladım. Bir gece yanıma Ebu Talib’in oğlu Ali geldi ve:

-Sen yabancısın galiba, dedi.

-Evet, öyleyim dedim.

-Haydi, bize gidelim dedi ve onunla birlikte kalkıp gittik. Ne o bana bir şey sordu, ne ben ona bir şey söyledim.

Yazının Devamını Oku

Son nefeste...

29 Ağustos 2009
Bir dostu anlatıyor:

Hz. Amr ibni As ölüm döşeğindeyken yanına gittik. Yüzünü duvara döndü, uzun uzun ağladı. Bunun üzerin oğlu Abdullah:

-Babacığım! Ölümden korktuğun için mi ağlıyorsun? diye sordu. Amr ibni As (ra):

-Hayır, vallahi ölüm sonrasının korkusundan ağlamıyorum, dedi. O zaman Abdullah:

-Babacığım, sen hayırlı işler yaptın. Sen Resulullah (sav) sohbetinde bulunmadın mı?

Onun valiliğini yapmadın mı?

O sana şu müjdeyi vermedi mi?

Suriye’yi sen fethetmedin mi? diye özelliklerini tek tek saymaya başladı. O zaman Amr ibni As yüzünü bize döndü ve şunları söyledi:

-Ahiret için hazırladığımız en değerli azık “La ilahe illallah Muhammedin Rasulullah”

Yazının Devamını Oku

Akrabaya yardım ne kadar sevaptır

28 Ağustos 2009
SAHABELERDEN Abdullah ibni Mesud (ra)’ın eşi Zeynep (r.anha) anlatıyor:

Bir gün Peygamberimizin (sav) mescidindeydim. Peygamber Efendimiz (sav):

-Ey Kadınlar! Süs eşyanızdan bile olsa sadaka veriniz, buyurdu.

Bunu duydum. Ben ise zaten kocama ve kardeşimin yetimlerine yardım ederdim. Resulü Ekrem’in bu emrini duyunca, kocam Allah ibni Mesut’a dedim ki:

-Sen eli dar, fakir bir adamsın. Peygamber Efendimiz (sav) bize sadaka vermemizi emretti. Ona git de bir soruver. Sadakamı sana ve kardeşimin yetimlerine vermekle bu emri yerine getiriyor muyum? Getiriyorsan ne iyi, de?ilse başkasına yardım edeyim, dedim. Abdullah:

-Git kendin sor, deyince ben de gittim.

Hz. Peygamberin (sav) kapısına vardım. Baktım ki Ensardan Zeynep adlı bir kadının da orada bekledi?i gördüm. Me?er onun derdi de benimkinin aynıymış.

Peygamber Efendimizin (sav) huzuruna girmeye de çok çekinirdik. Rahatsız etmekten utanırdık. O sırada içeriden Hz. Bilal çıktı. Ona şöyle dedik:

-Hz. Peygambere git de, kapıda iki kadın bekliyor, kocalarıyla kendi yetimlerine verecekleri sadakanın kabul olup olmadı?ını soruyorlar, de. Ama bizim kim oldu?umuzu da söyleme! dedik.

Yazının Devamını Oku

Dinin belli başlı esasları

27 Ağustos 2009
Dinin belli başlı esaslarıAmr ibni Abese (ra) anlatıyor:<br>Daha ilk yıllardı. İslam henüz yayılmamıştı. Resulü Ekrem (sav) Mekke’de Ukaz mevkiindeyken yanına gittim ve ona:<br>-Ey Allah’ın Elçisi! Getirdiğin dine kim inandı? diye sordum. -Biri hür, diğeri köle iki kişi inandı, dedi. O dönemler yanında sadece Hz. Ebu Bekir (ra) ve Bilal-i Habeşi (ra) vardı.

-Müslümanlık nedir? diye sordum. Efendimiz (sav):

-Tatlı dille konuşmak ve yemek yedirmektir, buyurdu. Ben:

-Peki, iman nedir? diye sordum. O (sav):

-Sabredip dayanmak, cömert ve anlayışlı olmaktır, dedi. Ben:

-Hangi Müslüman daha üstündür? diye sordum. Efendimiz (sav):

-O; dilinden ve elinden Müslümanların zarar görmediği kimsedir, cevabını verdi. Ben:

-Hangi mümin daha üstündür? dedim. Efendimiz (sav):

-Ahlakı güzel olan kişi, cevabını verdi. Ben:

-Hangi namaz daha üstündür? dedim. Efendimiz (sav):

-Ayakta uzun süre durarak kılınan namazdır, cevabını verdi.

-Hangi hicret daha faziletlidir? dedim. O (sav):

-Rabbinin yapılmasını uygun görmediği şeyi terk etmek, dedi. Ben sormaya O (sav) da cevaplamaya devam buyurdular. Ben:

-Hangi cihat daha değerlidir? dedim. Efendimiz (sav):

-Savaşçının atının öldürüldüğü, kanının döküldüğü cihat, buyurdu. Ben:

-Hangi saatler daha değerlidir? dedim. O (sav):

-Gecenin son kısmında kılınan namaz ve yapılan dua. Tan yeri ağarana kadar sabah namazının farzına melekler de katılır. Tan yeri ağarınca, sabah namazının farzından önce, sabah namazının iki rekat sünnetinden başka namaz kılınmaz. Sabah namazını kıldıktan sonra, güneş doğuncaya kadar başka namaz kılma.

Namaz kılanın yanında melekler bulunur. Güneş batıncaya kadar namaz kılmaya devam et. Ama güneş batarken namaz kılma, buyurdu.

Amr b. Abese Müslüman oldu. Mekke’de Hz. Peygamberin (sav) yanında kalmak istedi ama Efendimiz (sav) bunu kabul etmedi ve gitmesini istedi. Zira Mekkeliler ona zarar verirlerdi. Efendimiz kendinden çok arkadaşlarını düşünür ve daima onların hayatını garantiye almaya çabalardı.
Yazının Devamını Oku

İnananlar için ağlayan peygamber!

26 Ağustos 2009
İbni Amr ibni As (ra) anlatıyor:

Bir gün Resulü Erkek sallallahu aleyhi ve selem, Hz. İbrahim (as) hakkındaki şu ayeti okudu:

“Rabbim! Bu putlar insanların çoğunu yoldan çıkardılar. Artık kim bana uyarsa bendendir; kim de bana karşı gelirse, elbette Sen çok bağışlayan, koruyup gözetensin.” (İbrahim 14/36)

Ardından Hz. İsa’nın (as) Kur’an’daki şu sözlerini söyledi:

“Onlara azab edersen, onlar zaten Senin kullarındır. Eğer onları bağışlarsan, elbette Sen güç ve kudret sahibi, her şeyi yerli yerince yapansın.” (el-Maide 5/118)

Daha sonra Peygamber Efendimiz (sav) ellerin açtı:

“Allah’ım, ümmetimi koru, ümmetime acı!” diye dua etti ve ağladı.

Bunun üzerine Allah-u Teâlâ Hz. Peygamberin neden ağladığını bilse de sırf Peygamberinin dilinden duyulsun diye Cebrail’e emretti.

-Cibril (as) git Muhammed’e ve niçin ağladığını sor, buyurdu.

Yazının Devamını Oku