Nihat Hatipoğlu

Peygamberi güldüren adam

18 Eylül 2009
ABDULLAH b. Mes’ud r.a.den: Resûlullah s.a.v. şöyle buyurdu: Cennete son girecek bir adam vardır.

Sırat üzerinde kâh yürür, kâh düşer, kâh yüzüne ateşin alevi ulaşır ve yüzünü yakar. Sıratı geçince Sırat’a dönüp:
- Yücedir o Allah ki, beni senden kurtardı. Bana, ilk ümmetlerle sondakilerden kimseye vermediğini verdi, der. Önüne (altında ırmak bulunan) bir ağaç çıkarılır ve bu adam:
- Ey Rabbim, beni şu ağaca yaklaştır da gölgesinden faydalanayım ve altındaki ırmağın suyundan içeyim, der.
Yüce Allah: Ey insanoğlu, sana bunu verirsem, belki sonra başka bir şey istersin, buyurur. Adam:
- Hayır, ey Rabbim der ve başka bir şey istemeyeceğine söz verir. Allah sabırsızılğını gördüğü için kendisini mazur sayar ve kendisini bu ağaca yaklaştırır. Adam ağacın gölgesinden faydalanır, suyundan içer, sonra önüne bundan daha güzel bir başka ağaç çıkarılır. Adam:
- Ey Rabbim, beni şu ağaca yaklaştır ki, altındaki suyundan içeyim ve gölgesinden gölgeleneyim, bundan başkasını istemeyeceğim, der. Yüce Allah:
- Ey insanoğlu, söz vermedin mi ki, başkasını istemeyecektin. Buna yaklaştırırsam, yine de başkasını isteyeceksin, buyurur. Adam başkasını istemeyeceğine söz verir. Rabbi de kendisini mazur sayar. Çünkü, onun sabırsızılğını görür. Kendisini bu ağaca yaklaştırır, adam gölgesinde gölgelenir, altında akan sudan içer. Sonra karşısına bu iki ağaçtan daha güzel bir ağaç çıkarılır. Adam:

Yazının Devamını Oku

Ebu Hureyre ile şeytan

17 Eylül 2009
EBU Hureyre (ra) anlatıyor: Resul-i Ekrem (sav) beni ramazanda toplanan fitreleri korumakla görevlendirmişti. Bir gece bir adam geldi, yiyecekleri avuçlamaya başladı. Adamı tuttum ve: Vallahi seni Peygamber Efendimizin huzuruna götüreceğim, dedim. Adam:

- Ben çok fakir biriyim deyince ona acıdım ve bıraktım. Sabahleyin Allah’ın Elçisi:

- Ebu Hureyre! Dün gece tutsağın ne yaptı? Diye sordu. Ben de:

- Ya Rasulullah! İhtiyaç içinde bulunduğunu, çocukları olduğunu söyleyince haline acıdım ve onu serbest bıraktım, dedim. Peygamber Efendimiz (sav):

- O sana yalan söyledi, tekrar gelecek, buyurdu. Efendimizin (sav) bu sözü üzerine onu gözetlemeye başladım. Adam geldi ve yine yiyecekleri avuçlamaya başladı. Ona:

- Ben seni Allah’ın Elçisinin huzuruna çıkaracağım, dedim. Adam:

- Ne olur beni bırak gerçekten yoksul biriyim. Beni bırakırsan bir daha gelmem, dedi. Bende acıdım ve onu salıverdim. Sabah olunca yine Rasulullah (sav):

- Ebu Hureyre! Dün gece tutsağı ne yaptın? diye sordu. Ben de:

- Ey Allah’ın Elçisi! Bana yine ihtiyaç içinde bulunduğunu, çocukları olduğunu söyledi. Ben de acıdım ve onu bıraktım, dedim. Efendimiz (sav) gülümsedi ve: O sana kesinlikle yalan söyledi, tekrar gelecek, buyurdu.

Ben de yine gelmesini bekledim. Gerçekten de geldi ve yine gizli gizli yiyecekleri avuçlamaya başladı. Onu tekrar yakaladım ve: Seni mutlaka Peygamber
Efendimizin huzuruna çıkaracağım. Bu defa bana:

- Beni bırakırsan sana çok faydalı sözler öğretirim. Gece yatağına girdiğinde Ayet-el Kürsi’yi oku. O zaman Allah senin yanına devamlı bir koruyucu verir, sabaha kadar da şeytan sana yaklaşamaz, dedi.

Öğrettiği cümleler üzerine onu salıverdim. Sabah olunca Peygamber Efendimiz (sav): Tutsağın dün gece ne yaptı? dedi. Ben de:

- Ey Allah’ın Elçisi! O adam bana fayda verecek bazı sözler öğreteceğini söyleyince onu serbest bıraktım, dedim. Efendimiz (sav): Neymiş o sözler? diye sordu.
Ben de:

- Yatağına girince ‘Allahu lâ ilahe illa hüvel’ hayyü’l kayyum’u başından sonuna kadar oku, o zaman Allah senin yanına devamlı bir koruyucu verir, sabaha kadar şeytan sana yaklaşamaz, dediğini söyledim. Efendimiz (sav): Kendisi yalancı olduğu halde bu sefer sana doğru söylemiş. Üç gecedir kiminle konuştuğunu biliyor musun Ebu Hureyre?

- Hayır, bilmiyorum Ya Rasulullah, dedim.

- O şeytandı, buyurdu.
Yazının Devamını Oku

Cehennemden en son çıkan mümin

16 Eylül 2009
CEHENNEMDEN en son çıkacak mümin, günahı kadar cezasını çeker.

Oradan çıkma iznini koparınca kendini hemen dışarı atmak ister. Fakat her yanı yara bere ve yanıklar içindedir. Yürüyüp gidecek gücü yoktur. Emekleye emekleye oradan uzaklaşmak ister. Çünkü cehennem alevi arada bir yüzünü yalamaktadır. Bir çıkış kapısı arar.

Nihayet cehennemden çıkınca, kendisini oradan kurtardığı için önce Allah’a hamd eder. O sırada uzaklarda bir ağaç görür. Cehennemin pis kokusu hâlâ gelmektedir. Oradan bir an önce kurtulmak için Allah-u Teâlâ’ya yalvarır:

- Ya Rabbi! der. Benim şu ağacın yanına gitmeme müsaade et. Faydalanayım, meyvesini yiyeyim. Oradaki sudan içip hararetimi söndüreyim.

- Allah-ü Teâlâ ona şöyle buyurur:

- Ey insan! Ben seni iyi bilirim. Şimdi istediğini versem biraz sonra daha başkasını istersin.

- Hayır, istemem ya Rabbi, diye kesin söz verir.

Kulun yapısını, dayanamayacağı bir şey karşısında verdiği sözü unutacağını çok iyi bilen Kâinatın Rabbi yine de onu istediği ağacın altına götürür. Bu bahtiyar mümin, yıllarca çektiği bin bir azaptan sonra, en güzel yer sandığı bu ağaçlıkta dinlenip rahatına bakar.

Fakat bir süre sonra ileride çok daha güzel bir ağaç görür. Dayanamaz ve:

Yazının Devamını Oku

Peygamberimizin davetçileri Medine’de (II)

15 Eylül 2009
ÜSEYD (ra) Müslüman olmuştur. Sa’d bin Muaz ise merakla beklemektedir. Sa’d bin Muaz, Üseyd’i (ra) görünce şaşırır:
- Ey Üseyd! Yemin ederim ki sen yanımıza başka bir yüzle geldin. Anlat bakalım o adamla ne yaptın?
Üseyd (ra) gittiği hali ile geri gelmemişti. O artık bir mümindi. Sakince şöyle konuştu:
- Mus’ab’la konuştum. Onlarda herhangi bir zararlı şey görmedim. Kendileri bana onlardan ne istersek yapabileceklerini söylediler.
Sa’da (ra) Üseyd’in (ra) etkilendiğini görünce:
- Ey Üseyd! Senin anlattıklarında bir şey anlamadım, dedi. Ve yerinden fırlayıp Mus’ab’la (ra) hesaplaşmaya gitti.
Mus’ab (ra) ve arkadaşları oturmuş, bekliyorlardı. Es’ad (ra) ileriden Sa’d’ın (ra) geldiğini görünce:
- Ey Mus’ab! Şu gelen kavminin en büyüğüdür. Eğer o Müslüman olursa ona kavmi içinde iki kişi itiraz edemez.
Sa’d (ra) kızgındı. Kendi bilgisi olmadan Medine’de böyle şeyler nasıl olurdu diye çileden çıkıyordu. Sa’d bin Muaz (ra), Es’ad (ra) yanına gelip durdu ve sert bir ifade ile:
- Ey Es’ad! Seninle aramızda akrabalık bağı olmamış olsaydı şu adamı benden kurtaramazdın. Bu yaptığınız nedir? Bizim istemediğimiz şeyleri evlerimizin içine nasıl sokarsınız? Bu işe bir son verin, bundan sonra bu yaptıklarınızı bir daha görmeyeceğim.
Mus’ab (ra) tebessüm ederek yumuşak bir lisan ile:
- Bizim zorla bir şey yaptığımız yok. Hele bir otur, bizi bir dinle, ne anlattığımızı bilmeden karar vermeyin, dinledikten sonra kabul edip etmemekte serbestsiniz.
Sa’d’da (ra) elindeki mızrağı yere saplar ve bir yere oturup:
- Doğru söyledin, madem bu kadar eminsiniz, dinleyelim. Bakalım ne anlatacaksın.
Mus’ab (ra) her zamanki gibi önce İslam dinini anlattı. Sonra Kur’an-ı Kerim okudu:
- Hâ, Mim. Apaçık bildiren kitaba andolsun ki biz, anlayıp düşünmeniz için onu Arapça Kur’an kıldık. O katımızda bulunan Ana Kitap’ta mevcut, yüce ve hikmetle dolu bir kitaptır. Siz haddi aşan kimseler oldunuz diye, sizi Kur’an’la uyarmaktan vazmı geçelim? (Zuhruf;43/1,2,3,4,5)
Mus’ab (ra) o kadar düzgün ve etkileyici okuyordu ki, Sa’d’da (ra) dinledikleri karşısında kalbinden vurulmuşa döndü. Onunda yüzünde islam’ın nurunun parladığı görünüyordu. Gözleri yaşarmıştı Sa’d’ın (ra). Mus’ab’a (ra) döndü ve:
- Sizin dininize girmek için ne yapmak lazım, dedi.
Mus’ab (ra) ona nasıl Müslüman olunacağını anlattı. Artık Medine’nin kalbi kazanılmış kapılar açılmıştı.
Yazının Devamını Oku

Peygamberimizin davetçileri Medine’de (I)

14 Eylül 2009
MUS’AB (ra) Medine’de islamı anlatıyor ve bu gayretleriyle her geçen gün Müslüman olanların sayısı artıyordu. Bu durum Medine burjuvasını rahatsız etti. Eğer tedbir almazlarsa Medine halkının tamamının Müslüman olması kaçınılmazdı. Bir gün henüz Müslüman olmayan Sad bin Muaz, yanında oturan Üseyd bin Hudayr’a şöyle dedi:
- Sen işini bilen bir adamsın. Şehrimize gelen şu adamın yanına var git de onu yaptıklarından alıkoy.
Üseyd bin Hudayr mızrağını eline alarak hızla Mus’ab’ın bulunduğu yere doğru gitti. O sırada Mus’ab ile Es’ad ve birkaç arkadaşı oturmuş sohbet ediyorlardı.  İleriden hızla kendilerine doğru bir gelenin olduğunu gören Es’ad bin Zürare şöyle dedi:
- Bu yanımıza gelen kavmin ileri gelenidir. Onu kazanırsak çok şeyin kapısı açılır. Mus’ab:
- Yanımıza gelip oturursa onunla konuşurum, dedi.
Useyd Hz. Mus’ab’ın yanına gelince büyük bir sinir ve hınçla sordu:
- İçimizdeki cahillerin inançlarını bozmak niyetindesin? Derhal Medine’yi terk et.
Mus’ab hiç tereddüt etmedi, endişelenmedi tebessüm ederek şöyle dedi:
- Eğer zamanın varsa hele bir otur, nefeslen ve benim söyleyeceklerime bir kulak ver. Eğer beğenmezsen bizden yüz çevirirsin. Ben de seni rahatsız etmem. Mus’ab’ın sakin ve temiz üslubu Useyd’i etkiledi. Sakinleşti ve:
- Peki, yerinde bir söz ettin. Anlat bakalım ne diyeceksin, diyerek mızrağını yere saplayarak oturdu. Mus’ab Kur’an-ı Kerim’den bir süre okumaya başladı.
Sonraları Es’ad anlatır:
Mus’ab Kur’an okumaya başladığı andan itibaren, Üseyd’in yüzünde İslam’ın nurunun parladığını görmeye başladık. Mus’ab okumayı bitirince Üseyd:
- Bu okuduğun nedir? Ne kadar güzel ve yüce bir söz, anlattıklarını kabul etmek için ne yapmalıyız, diyerek müslüman oldu.
Oradan ayrılmadan önce oraya geliş maksadını hatırlayınca dedi ki:
- Beni buraya gönderen bir adam var ki; o Müslüman olursa kavminden Müslüman olmayan tek bir kişi kalmaz, onun adı Sa’d bin Muaz’dır. Ben onu size  göndereceğim.
Yazının Devamını Oku

Ve Hz. Ömer (ra) şehit olunca

13 Eylül 2009
SAHABE’den Amr (ra) anlatıyor: Hz. Ömer (ra) hançerlendiği sabah ben ayaktaydım. Onunla aramda sadece Abdullah b. Abbas vardı. İki saf arasından geçince arada durup bakmıştı. Bir boşluk gördü ve ‘Safları düz tutun’ dedi. Sonra önce geçip tekbir getirerek namaza başladı. İlk rekatta cemaat toplanıncaya kadar, Yusuf veya Nahl suresini okudu. Ruküye gitmek üzere tekbir getirmişti ki, o esnada hançerlendi. O anda ‘Köpek beni yedi’ diye bir ses işittim. İranlı köle, elinde iki ağızlı bir bıçak ile kapıya doğru fırladı, sağında solunda kime rastladı ise hançer sapladı. O gün cemaatten on üç kişiyi yaraladı. Bunlardan dokuzu zehirli hançerle öldü. Bu durumu gören Müslümanlardan biri, katilin üzerine bir elbise attı. İranlı köle yakalandığına kanaat getirince hançeri kendisine saplayıp intihar etti.
Hz. Ömer (ra) yaralı olmasına rağmen Abdurrahman b. Avf’ı tutup öne geçirdi. Hz. Ömer’in (ra) arkasındakiler de benim gördüklerimi gördüler. Mescidin yan tarafındakiler ise ne olup bittiğini anlayamamışlardı. Abdurrahman b. Avf (ra) cemaate namazı kısa bir şekilde kıldırıp tamamlattı.
Hz. Ömer (ra) mihraba uzandı. Yanındaydık. Sordu:
- Ey İbn-i Abbas, bak bakalım beni kim yaraladı, dedi.
İbn-i Abbas (ra) bir müddet dolaşıp döndü ve:
- Muğire b. Şu’be’nin kölesi, dedi. Hz. Ömer (ra):
- Halbuki ben ona doğru olanı ve iyiliği emretmiştim, dedi ve ilave etti:
- Ölümümü, Müslümanlardan birinin eliyle yaptırmayan Allah’a hamdolsun.Abdullah (ra) devamla şöyle anlatıyor. Hz. Aişe (ranha) annemiz:
- Allah Rasulü’nün yanında kalan bir kişilik yeri kendim için ayırmıştım. Lakin bugün Ömer’i kendime tercih ediyorum, dedi.  Ruhu kabzedilince, onu aldılar, yürüyerek Hz. Aişe’nin (ranha) odasına kadar geldiler, Abdullah (ra) selam verip:
- Ömer izin istiyor, dedi. Hz. Aişe (ranha):
- Alın içeri, dedi ve derhal içeri aldılar. İki arkadaşıyla birlikte oraya defnedildi.
Yazının Devamını Oku

99 kişinin katili

12 Eylül 2009
BİR gün Peygamberimiz (sav) şöyle anlattılar: - Vaktiyle eski milletlerde doksan dokuz kişiyi öldürmüş bir adam vardı. Bu zat yeryüzünde en büyük âlimin kim olduğunu soruşturdu. Ona bir rahibi gösterdiler. Bu adam en bilgin din adamıdır, dediler.
Bu adam rahibe giderek:
“Doksan dokuz adam öldürdüm. Tövbe etsem kabul olur mu?” diye sordu.
Rahip, “Hayır, kabul olmaz” deyince adam rahibi de öldürdü. Böylece öldürdüğü adamların sayısını yüze tamamladı.
Sonra yine gezerek en büyük âlimin kim olduğunu soruşturdu. Ona bir âlimi tavsiye ettiler. Dediler ki bunun ilmi daha çoktur.
Onun yanına giderek: “Yüz kişiyi öldürdüm. Tövbem kabul olur mu?” dedi.
Âlim: “Elbette kabul olur. İnsanla tövbesi arasına kim girebilir ki! Sen falan yere git. Oradakilerle birlikte Allah’a ibadet et. Allah seni affeder” dedi.
Adam denilen yere gitmek üzere yola çıktı. Yarı yola varınca ömrü sona erdi ve vefat etti.
Rahmet melekleriyle azap melekleri o adamı kimin alıp götüreceği konusunda tartışmaya başladılar.
Rahmet melekleri şöyle dediler: “O adam tövbe etti. Yeri cennettir”
Azap melekleri ise: “O adam hayatında hiç iyilik yapmadı ki! Onun yeri ateştir.”
Bunun üzerine Allah’ın emriyle insan kılığına girmiş bir melek çıkageldi. Melekler onu aralarında hakem tayin ettiler.
Hakem olan melek: “Geldiği yerle gideceği yeri ölçün. Hangisine daha yakınsa, adam o tarafa aittir” dedi.
Melekler iki mesafeyi ölçtüler. Gitmek istediği yerin daha yakın olduğunu gördüler.
Bunun üzerine onu rahmet melekleri alıp götürdü.
Denir ki; aslında kötülerin bulunduğu yere daha yakındı ama Allah yeri yakınlaştırdı ve gitmeyi istediği yere daha yakın oldu.
Yazının Devamını Oku

Boş sözden sakınmak gerek

11 Eylül 2009
CABIR b. Sümere’ye (ra) sordular: - Senin, Rasulullah’la (sav) beraber oturduğun zamanlar oldu mu?

- Evet, oldu. O (sav) çoğu zaman sessiz kalırdı, dedi.

Ebu Malik el-Eşca’i babasının kendisine şöyle anlattığını rivayet ediyor:

- Bir zamanlar genç delikanlılardık. Sık sık Rasululah’ın (sav) yanına giderek meclisinde otururduk. Vallahi Rasulullah’tan (sav) daha uzun süre sessiz kalan birini daha görmedim. Sahabeleri kendi aralarında konuşmaya başlayıp laflarını uzattıkça Rasulullah (sav) onlara bakar ve tebessüm ederdi. Boş söz söylemezdi.

Gerekmedikçe konuşmazdı.

Utbe b. Samit (ra) anlatıyor:

Bir gün Rasulullah (sav) sahabeleriyle birlikte bir yolculuğa çıktı. Sahabelerden hiç kimse, onun bineğinin önünde yürümüyordu. Muaz b. Cebel (ra):

- Ya Rasulullah! ısteğim odur ki, ölümümüz sizin vefatınızdan önce olsun. Allah göstermesin, eğer sizin başınıza bir şey gelirse (şayet vefat ederseniz) sizden sonra hangi ameli daha ağırlıklı olarak yapmamızı emredersiniz? diye sordu.

Hz Muaz (ra) diyor ki:

Ben bütün amelleri tek tek saydım. Hz. Peygamber (sav) her birine şöyle buyuruyordu:

- Elbette onlar güzel amellerdir. Ne var ki bütün bunlar adet edinilmiş (rutinleşmiş) amellerdir. Ben ısrar edince Efendimiz (sav):

- Susmak ve sadece hayırlı şeyler için konuşmak, buyurdu. Hz. Muaz (ra):

- Ya Rasulullah (sav) dillerimizin her konuştuğu şeyden sorguya çekilecek miyiz? diye sorunca Rasulullah (sav) onun dizine eliyle yavaşça vurarak;

- Allah iyiliğini versin! diyerek kendisiyle şakalaştı. Sonra şöyle devam etti:

- İnsanları burunları üzerine süründürerek cehenneme götüren şey dillerinin umursamadan konuştukları kelimeler değil midir? Her kim Allah’a ve ahret gününe iman ediyorsa ya hayr söylesin ya da susun; kötülük (şer) konuşmasın. Sizler hayır söyleyiniz ki karşılığında hayırlara nail olasınız. Diğer taraftan dillerinizi kötü ve şer olan şeylerden de koruyunuz ki selamet bulasınız.
Yazının Devamını Oku