Paylaş
-Peygamber olduğunu, gökten haber aldığını söylen, şu adamın yanına git; onu izle takip et, sözlerini dinle, kendisiyle konuş. Neyin nesi olduğunu öğrenip sonra buraya gel!
Kardeşim Mekke’ye gitti, onu dinledi, sonra dönüp geri geldi. Ben:
-Anlat bakalım onun hakkında neler öğrendin? Dedim.
Onun iyi şeyleri emrettiğini, kötü şeylerden sakındırdığını, ama sözlerinin daha önce duyduğu şiirlere hiç benzemediğini söyledi. Bütün bu açıklamalar merakımı giderememiş hatta merakım artmıştı.
Azık torbamla eline bir sopa aldım ve Mekke’nin yolunu tuttum. Peygamber olduğunu söyleyen şahsı tanımıyordum. Onu bir başkasına sormak da istemiyordum. Çünkü Mekke’yi tanımıyordum. Zemzemi içip Kâbe’de kalmaya başladım. Bir gece yanıma Ebu Talib’in oğlu Ali geldi ve:
-Sen yabancısın galiba, dedi.
-Evet, öyleyim dedim.
-Haydi, bize gidelim dedi ve onunla birlikte kalkıp gittik. Ne o bana bir şey sordu, ne ben ona bir şey söyledim.
Sabahleyin, peygamber olduğunu söyleyen adam hakkında bilgi almak için tekrar Kâbe’ye gittim. Kimse bana onun hakkında bir şey söylemiyor, kendiside Kâbe’ye gelmiyordu.
Ertesi gün Ali (ra) yine yanıma geldi ve:
-Daha bu adamın (beni kastediyor) niçin burada bulunduğunu öğrenmenin zamanı gelmedi mi? dedi.
-Gelmedi, dedim.
-Haydi, benimle gel, dedi. Yine onların evine gittik. O zaman Ali (ra) bana:
-Neden buradasın? Mekke’ye niçin geldin? Anlat! Dedi.
Ben kendisine şöyle dedim:
-Sırrımı saklayacağına söz verir, beni de onun yanına götürürsen söylerim.
Paylaş