Paylaş
“...Sana senden gelir bir işde ancak dâd lâzımsa
Ümidin kes zaferden gayrdan imdâd lâzımsa...”
Zafer, “Bayram” ile birlikte oturursa gündeme,
1928’den bu yana, nesillerin gönlüne yerleşmiş
“Harbiye” Marşı eser kulaklarımda:
Ama benim merakım ve fikrim,
herkesin “kabara kabara” söylediği satırlara değil de
“...Kanla, irfanla kurduk biz bu Cumhuriyeti” dizelerine kayar.
Askerî bir marşın can evinde ,
“kuruluş”un nasıl vurgulandığı dikkatimi çeker.
“...Cehennemler kudursa” diye başlayan mısra,
her dem “kuduranlar” olacağına işaret ederken,
“nigâhbânıyız” ayrıntısı, “bekçi olma”nın ötesini anlatır.
Burada bitmez;
öyle, ansızın, ekranlarda nevzuhûr ve nâgehân olmanın
hafifliğine dokundurur...
30 Ağustos 1922'de,
Dumlupınar'da,
Mustafa Kemal'in “Başkumandanlığı”nda kazanılan
“Büyük Taarruz”u anmak;
9 Eylül’e uzanan “irade”yi
ve İzmir’in bu hikâyedeki ayrıcalıklı ve onurlu yerini müjdeler !
Bu yaşlı yerküre,
“İrfâna arkasını dönüp,
sadece kan kültürüne methiyeler düzenler”i çok gördü.
Küre yerinde duruyor;
“kuduranlar” ise, tarihin “utanılacak” sayfalarında,
sanat ve edebiyatın “dokunulmazlığı” ile
“unutulmamaya mahkûm...”
Yoksa Attilâ İlhan,
“beyhudelik” hissi içinde, zaferden pâyelenmek yerine;
“irfândan korkanlar”ı,
“...şatârâbân ölür /
...kan tutar / tutan ölür /
...yağmurda bir militan ölür /
...sehpada pîr sultan ölür /
...evvel zaman içinde
kalbur saman ölür /
-lâ ilâhe illallah-
kanunî süleyman ölür /
...kim duysa / korkudan ölür...” diye,
“beş paralık” eder miydi ?
“Nigâhbân”ın bayramını kutlarım !
Paylaş