“Yaz kızım, Carmen’in beraatine...”

“Önsöz”üne, 1 Mart 1957 tarihi düşülmüş “Ünlü Operalar”ın “Carmen”i, anlatan sayfalarında, şöyle demiş olsaydı Faruk Yener; sanıyorum çok yadırganırdı:

Haberin Devamı

 

“...Vahşi, ateşli bir çingene, toplumun zincirleri olmadan yaşamak için doğmuş; José'nin hikâyesini ve Carmen’in aşkıyla mücadelesini tutkulu dans ve otantik oyunculuk kullanımıyla hayata geçireceğiz. Mérimée bizi cigarrera ile tanıştırıyor; 19. yüzyıl İspanya’sının ataerkil toplumuna ‘bağlı’ bir kadın. O ki, etnik kökenleri tarafından belirlenen gelenek ve göreneklere bakmaksızın, kaderini ve toplumsal konumunu reddeden bir şekilde savaşan, yaşayan ve davranan bir çingene. Geleneklere boyun eğmek yerine, kim olmak istediğine karar verdiği bir hayat yaratır. Fransız romanına dayanan bu bale, Bizet’nin opera versiyonunda gösterilen femme-fatale klişesini sökerek, Carmen'i çevreleyen stigmayı yok etmeyi amaçlıyor. Bunun yerine, Carmen'i, kendisini çevreleyen uyumluluk ve klişelerden yararlanan, zamanının ilerisinde olan, mücadele eden, bağımsız bir kadın olarak göstereceğiz. O, özgürlüğünü ve kendi yaşam biçimini bırakmak yerine ölmeyi seçer...”

 

Haberin Devamı

Zaten bu satırlar da, bahsettiğim kitaptan değil, program kitapçığından alınma... Yani, 3 Mart 1875’te Paris’te ilk oynanışı ve 1948’te, Ankara’da, Devlet Operası’na ilk temsilinden üstünden yıllar, köprülerin altından da çok sular geçmiş. Yukarıdaki “yeniden bakış”, geçen hafta 33. Uluslararası İzmir Festivali’nde, Juan Manuel PRIETO koreografisi ve DE SANGRE Y RAZA FLAMENCO COMPANY yorumuyla izlediğimiz, Carmen’e (by MÉRIMÉE) ait.

 

 

İspanyol dansını tüm stilleriyle sunmak ve dünyaya tanıtmak amacıyla, koreograf Juan Manuel Prieto ve ışık tasarımcısı Carlos Fajardo, tarafından kurulan topluluk,  (İspanyol Folklor Flamenco Şirketi) ilk dansları olan “Raigambre” ve ikinci gösterileri “Flamenco Journey veya ARAT, de Fellah-mangú a Flamenco”dan sonra, prömiyerini gerçekleştirdikleri üçüncü ve yeni şovlarını, Festival için, AASSM sahnesine taşıdılar.

 

Haberin Devamı

Altını çizmekte yarar var; herşeyden önce bir opera değildi izlediğimiz !  Prosper MÉRIMÉE’nin 1845’te yayınlanan (ilk) romanından librettoyu yazan Henri Meilhac ve Ludovic Haevy’in, sözlerle anlattığı herşey, ama herşey, insan sesi yerine, Bizet’nin efsanevî müziğinin üstünde yükselen, “jest, mimik, ışık, duman, kostüm, dans, step ve Fado yangını” ile “öykülenmişti”. “Şuh, hırçın, maço, bohem” ve bunlara rağmen (?!) estetik bir geceydi.

 

Yukarıdaki paragrafta geçtiği gibi, Carmen’in varlığı, yaratılışı, kurgusu, öyküsü ve özellikle de sonu, bir ”stigma-leke” midir, gerçekten ? Öyle bile olsa, bu “leke” kime aittir ?  İzlediğim gösterinin üstüne, okuduklarım ve duyduklarımdan da anlıyorum ki, bütün dünya, şimdi bu soruyu yanıtlama telâşına düşmüş görünüyor. Hattâ, gösteriden birkaç gün sonra, “innovatif bir radyo yayını”nda, başka bir “son” olduğunu bile öğrendim. “Don Jose’nin Carmen’i bıçakladığı (144 yıllık) final” yerine, Floransa Operası’nda, son yıllarda, (olayların halk ağzında, İtalyanca cinayet ve kadın kelimelerini birleştirerek, 'Femminicido' olarak anılmaya başladığı İtalya’da) artış gösteren kadın cinayetlerine tepki göstermek amacıyla Carmen'e alternatif bir son yazılmış. Opera'nın yöneticisi Cristiano Chiarot da "toplumumuz kadınların öldürülmesi ile yüzleşirken, bir kadının (Carmen'in) öldürülmesini nasıl alkışlayabiliriz ?" yollu açıklamalarda bile bulunmuş ve oyunu geçen yıl sahnelemişler. Son sahnede Carmen, Don Jose'nin elinden kaptığı tabancayla, onu öldürüyormuş. (?!) Demem o ki Carmen, “üç vakte kadar”, başka bir sembole dönüşebilir. İzmir Festivali’nin,  sanatın sosyolojiyle olan bu çağdaş flörtünü ıskalamamasını da, çok ama çok  önemsiyorum. Bu ayrıntı ve özen de not edilmeli !

 

Haberin Devamı

Gecenin “hayal dünyamız”da bıraktığı izlere gelince... Hani bazı romanları yıllar sonra tekrar okur ve “başka bir şey” anlarsınız ya; ben kendi hesabıma, bütün gece, Bizet’ten Reşat Aysu’ya, Yahya Kemâl’den Münir Nureddin’e savrulup durdum.  “Zil, şal ve gül. Bu bahçede raksın bütün hızı” neymiş, tekrar anladım. “...Yelpâze çevrilir gibi birden dönüşleri, işveyle devriliş, saçılış, örtünüşleri… /Alnında halka halkadır âşüfte kâkülü... / Her rengi istemez gözümüz şimdi aldadır; İspanya dalga dalga bu akşam bu şaldadır...” diye boşuna söyle(n)memiş Şair. “Raks ortasında bir durup oynar, yürür gibi; Bir baş çevirmesiyle bakar öldürür gibi… /...Gözler kamaştıran şala, meftûn eden güle / Her kalbi dolduran zile, her sineden Ole!” diye bitti zaten gece. Bir seçki yapılsa, belki de 33 yılın “best of” denilen listesine girebilecek bir gösteri olduğunu sanıyorum. Teşekkürler İKSEV !

 

Yazarın Tüm Yazıları